1980’li Yıllarda Türkiye’de İç ve Dış Gelişmeler

12 Eylül Askerî Darbesi’nden son- ra tüm siyasi partiler kapatılmıştı. Millî Güvenlik Konseyinin 24 Nisan 1983 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararı ile siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. Bu süreçte Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP), 12 Eylül sonrası kurulan üçüncü par- ti oldu. MGK; Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), Halkçı Parti (HP) ve Anavatan Partisinin seçimlere katıl- masına izin verdi. Seçimleri ANAP kazandı ve Turgut Özal, hükûme- ti kurmakla görevlendirildi. Özal’ın kurduğu kabine güvenoyu alarak 24 Aralık 1983’te göreve başladı. Uzun süredir özlemi çekilen tek partili hükûmet böylece hayata geçti.

Siyasi Yaşamın Liberalleşmesi

12 Eylül sonrası kurulan ilk sivil hükûmet özelliği gösteren ANAP iktidarı, bir yandan askerî müdaha- lenin ortaya çıkardığı siyasi, ekonomik, toplumsal ve hukuki sorunları ve dış politikadaki olumsuzlukları ortadan kaldırmaya çalışmış, diğer yandan darbe döneminin güçleri ile mücadele etmişti. Bu dönemde hayata geçirilen ekonomide liberalleşme ve dünya ekonomisiyle yeniden bütünleşme faaliyetleri ve bu faaliyetler kapsamında telefon, renkli televizyon, özel televizyon ve otoyolların halkın hizmetine sunulması kamuoyunda karşılık bulmuştu.

1987’de eski siyasetçilerin siyasi yasaklarının kaldırılmasına dair anayasa değişikliği gündeme geldi ve halk oylaması yapıldı. Özal, “hayır” için çalışma yaparken karşısındaki eski siyasetçiler “evet” için müca- dele etti. Halkın %50,16’sı evet oyu kullandı ve siyasi yasaklar kaldırıldı. 12 Eylül 1987’de kesin sonuçları açıklanan halk oylamasından sonra eski siyasetçiler siyasi hayata döndü. DYP’de (Doğru Yol Partisi) Sü- leyman Demirel, DSP’de (Demokratik Sol Parti) Bülent Ecevit, RP’de (Refah Partisi) Necmettin Erbakan dönemi başladı. Alparslan Türkeş de MÇP’nin (Milliyetçi Çalışma Partisi) başkanlığına geldi. ANAP (Ana- vatan Partisi), halk oylaması sonrası erken seçim yapılması kararını aldı.

1979’da İran-İslam devrimi ve SSCB’nin Afganistan’ı işgali, Türkiye’nin stratejik önemini artırırken Türk-Amerikan ilişkilerinin gelişmesini de sağladı. Reagan (Regın) ve Özal’ın neoliberal ve neomuhafa- zakâr politikaları bu yakınlaşmayı daha da artırdı. Amerikan toplumunun yeniliğe açık olması, ademimerke- ziyetçiliğe dayalı idari yapısı ve toplumun pragmatist felsefeye sahip olması Özal’ı etkileyen unsurlardandı.

Özal, sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısı ve Rumların Kıbrıs’a dair taleplerinden dolayı Amerika ile ters düşmemeye özen gösterdi. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin iyi gitmesi sadece dış politikadaki bu gelişmelere bağlı değildi. Özal’a göre Türkiye’nin geleceğinde Amerika’nın önemli bir yeri vardı. Türkiye’nin hem Orta Doğu ve Kafkaslardaki hem de Balkanlar ve Orta Asya’daki çıkarlarının Amerika ile uyuştuğunu düşünen Özal, iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmeye çalıştı. Özal, Türkiye’nin Amerika’ya daha çok ihra- cat gerçekleştirmesini ve Türk mallarına uygulanan kotanın kaldırılmasını istedi. Özal’ın dış politikası da ekonomi merkezli bir özellik gösterdi.

Türkiye’deki Ekonomik Gelişmeler

Türkiye, 1980’li yıllarda Özal’ın uyguladığı liberalleşme politikaları ile dünya kapitalizmine ve gelişen pazar ekonomisine dâhil olmaya başlamıştır. “Memleketin en önemli meselesi ekonomidir.” diyen Özal, dış politikada ve halkın kendi kaderini belirleyebilmesinde en temel şartı, ekonomik kalkınma olarak görmüştür.

24 Ocak Kararları

24 Ocak Kararları, Türkiye’de yeni bir dönemi başlatan ve ülkeyi küresel ekonomik sisteme dâhil eden önemli bir adımdı. Türkiye’nin dış dünyadan soyutlanması ekonomik ve siyasi sorunlara yol açmış- tı. Örneğin üzerinde döviz veya yabancı sigara bulunanlar, kaçakçılıktan yakalanıp cezaya çarptırılıyor, elektrik kesintileri yüzünden fabrikalar çalışamıyordu. Kaçakçılık ve rüşvetin yanında tüp gaz, benzin, şeker ve ilaç kuyrukları da yaşanıyordu.

İstikrar tedbirleri olarak ilan edilen 24 Ocak Kararları, Özal’a göre bir zorunluluk sonucu ortaya çıktı. Bu kararlarla ithal ikameci politikalar terk edilerek ihracata yönelik sanayileşme anlayışına geçildi. 24 Ocak Kararları ekonomik istikrar olarak adlandırılırken yüksek oranda zamlara, sıkı bir mali disipline, kamu harcamalarında tasarruf yapılmasına, altyapı çalışmalarının durdurulmasına ve çalışanların üc- retlerinin dondurulmasına yol açtı. Özal’a göre bu kararların hedefi, Türkiye’yi içine düştüğü ekonomik çıkmazdan kurtarmak ve istikrarı sağlamaktı. Geleneksel Türk iktisat anlayışını değiştiren bu kararlar, üç önemli alanda (döviz kuru politikası, yurt içi fiyat politikası ve kurumsal reformlar) değişikliklere yol açtı. 24 Ocak Kararları Türkiye’nin dünya ile barışmasına da vesile oldu.

Serbest Piyasa Ekonomisi Politikası

1980’lerin küreselleşen dünyasında iktidara gelen Turgut Özal döneminde karma ekonomi yerine liberal ekonomi ön plana çıktı. Küreselleşme en fazla ekonomi alanında kendini hissettirirken devletin sınırlandırılması, ticaretin serbestleştirilmesi, iktisadi hayatta bireysel girişimciliğin özendirilmesi, kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirilmesi ve rekabet koşullarının sağlanması yolunda önemli adımlar atıldı. Özal, 1930’larda yürürlüğe giren Türk Parası Kıymetini Koruma Kanunu’nu değiştirmekle işe başlaya- rak serbest piyasa koşullarını oluşturmak için devletin ekonomideki ağırlığını azaltmaya çalıştı. Döviz ve fiyat politikalarında olduğu gibi Türk lirasını da serbest piyasa koşullarına bıraktı. Sermaye Piyasası Kurulu ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının kurulmasını sağladı. İthalatın önündeki engelleri kal- dırarak her türlü malın ithaline izin verdi. Özal’ın ekonomiye dair bu yaklaşımlarıyla 1979’da 2,3 milyar dolar olan ihracat 1988’de 11,7 milyar dolara çıktı.

İhracat-İthalat Politikası

Özal iktidarı döneminde dış ödemeler açığı kapatılmış, dünya ekonomisiyle bütünleşme sağlanmış, dışa açılma politikası ile sanayileşmeye dayalı ihracat artmıştı. Özal iktidarının bu başarısı, halkın refa- hını artırmaya yönelik üretim ve ihracat yapısının uygulanmasına dayanmaktaydı. Özal, IMF ve Dünya Bankası ile yaptığı antlaşmalarla sağladığı kredileri ekonomik yatırımlar için kullandı. Yapılan yatırımlar ve hayata geçirilen ekonomik reformlar ile Türkiye 1984’te ihracat artışında dünyada birinci oldu. 1983’te 5,7 milyar dolar olan ihracat, 1984’te 7,1 milyar dolara ulaştı. Özal’ın ihracatı geliştirmeye yönelik politikaları- nın yanında ithalata da serbestlik tanıması, spekülasyon ve stokçuluğu önleyerek piyasada her türlü malın rahatça bulunmasını sağladı.

Türkiye’nin gelişmesinde ihracata daha çok ağırlık veren Turgut Özal, ülkeye yabancı sermayenin giri- şine izin vererek istihdam oluşturmaya çalıştı. Komşu ülkelerle iş birliğini geliştirmeye de çalışan Özal, yurt dışı gezilerine yüzlerce iş adamının katılımını sağlayarak finans ve yatırım için lüzumlu diplomatik ilişkileri kurmaya gayret etti.

Özelleştirme Politikası

Serbest piyasa ekonomisi gereği devletin küçülmesini ve dev- let tekelindeki işletmelerin özel sektöre devredilmesini savunan Özal, özelleştirmeyi resmî politika hâline getirmiştir. Devletin kü- çültülmesi gerektiğini savunmuştur.

Özal, özelleştirme politikaları ile şunları hedeflemiştir:

• Ekonomik kararların piyasa tarafından verilmesini sağla- mak
• Halkın altın ve gayrimenkule dair pasif yatırımlarını doğru- dan ekonomiye kaydırmak
• Devletin kaynaklarını KİT yatırımları yerine, halkın öncelikli ihtiyaçlarını karşılayacak altyapı yatırımlarına ayırmak
• KİT’leri anonim şirketler hâline getirerek ekonomiye dair katkılarını artırmak

Özal bu hedeflere ulaşmak için devletin elinde bulunan ve tekel konumunda olan birçok kamu iktisadi teşekkülünü elden çıkarmaya çalıştı. Yine özelleştirme kapsamında gelir ortaklığına ve yap-işlet-devret gibi uygulamalara gidildi. Özal döneminin en mühim uygulamalarından biri de Katma Değer Vergisi’nin (KDV) 1985’te hayata geçirilmesiydi. Katma Değer Vergisi’nin 1985’te uygulanmasıyla vergi gelirlerinin GSYİH içindeki payı yükselmeye başladı.

Ertuğrul Fırkateyni Olayından Günümüze Türk-Japon İlişkileri

Osmanlı-Japonya ilişkileri, XIX. yüzyılın son çeyreğinde Japonya’nın girişimleri ile başladı. Sultan II. Abdülhamit, Japon İmparatoru Meiji’ye hediyelerini ve dostluk mesajını iletmek için 1890’da Ertuğrul Fır- kateyni’ni Japonya’ya gönderdi. Ertuğrul Fırkateyni dönüş yolunda Kushimoto (Kuşimoto) açıklarında battı ve 532 denizci yaşamını yitirdi (Görsel 4.50). Japon halkı ve yetkililerinin yaralılarımıza ve şehitlerimizin ailelerine yönelik ilgi ve yardımları Türk-Japon dostluğunun temellerini oluşturdu.

Türkiye Cumhuriyeti ile Japonya arasındaki dostluk ve ilişkilerin gelişmesi amacıyla Kasım 1925’te Osaka’da Türk-Japon Tecim Kurumu kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti ve Japonya, Tokyo ve İstanbul’da kar- şılıklı büyükelçilikler açtı. Japon Büyükelçiliğinin 1937’de Ankara’ya taşınmasıyla İstanbul’da başkonso- losluk açıldı. Büyükelçiliğin açıldığı tarihte Türk-Japon Dostluk Derneği kuruldu. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın yaşandığı dönemde Türkiye ile Japonya arasında ilk ticaret antlaşması imzalandı. 1930’da Türk-Japon Ticaret ve Denizcilik Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmalardan sonra Japon Prensi, 1931’de Ankara’da Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından kabul edildi.

II. Dünya Savaşı yıllarında savaşa katılmama yönünde büyük çaba sarfeden Türkiye, savaşın son döneminde Yalta Konferansı kararları çerçevesinde savaş sonrası düzende söz sahibi olabilmek için içle- rinde Japonya’nın da olduğu Mihver Devletler’le diplomatik ilişkileri keserek savaş ilan etti fakat bu savaş ilanı politik bir ifade olarak kaldı.

II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye ile Japonya arasında 8 Eylül 1951’de San Francisco Barış Antlaşması imzalandı ve Tokyo’da Türk Başkonsolosluğu açıldı. Japonya’nın 1956’da BM’ye üye olmasında Türki- ye’nin büyük desteği oldu. 1962’de Türk-Japon Parlamento Dostluk Birliği kuruldu.

İran-Irak Savaşı sürerken 1985’te Tahran’da mahsur kalan çok sayıda Japon vatandaşının Japon ma- kamlarının yardım çağrısı üzerine Türk Hava Yolları tarafından Japonya’ya götürülmesi, Türk-Japon ilişki- lerindeki dönüm noktalarından biri oldu.

Japonya ile Türkiye arasında geçmişe uzanan köklü ilişkilerin daha da geliştirilmesi ve Türkiye’nin ta- nıtımına katkı sağlamak amacıyla 2003 yılı Japonya’da Türkiye Yılı, 2010 yılı da Türkiye’de Japon Yılı olarak kutlandı. 2013’te stratejik ortaklık düzeyine yükseltilen siyasi ilişkiler, son dönemde karşılıklı üst düzey ziyaretlerin de katkısıyla hızla gelişmektedir.