Doğu Avrupa Ülkelerindeki Değişimler

Doğu Bloku ve SSCB, 1975’te imzalanan Helsinki Dekla- rasyonu sonrasında dağılmanın işaretlerini vermeye başladı. Mihail Gorbaçov’un 1985’te devlet başkanlığına gelerek uygu- lamaya koyduğu glasnost ve perestroyka (açıklık ve yeniden yapılanma) politikası ile SSCB’nin dağılma süreci hızlandı.

GLASNOST-PERESTROYKA: SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un devlet yapılanma- sında ve işleyişinde şeffaflık ve ekonomide yeniden yapılandır- macı yaklaşımla kademeli olarak gerçekleştirdiği devrimdir. 1 Ocak 1988’de Sosyalist Teşebbüs Kanu- nu ile uygulanmaya başlanmıştır.

Gorbaçov yönetimindeki SSCB’de devlet yapısı, ekonomik alandaki yenileşme ve değişim hareketleri SSCB’nin birliğini muhafaza etmekte yetersiz kaldı. Helsinki Deklarasyonu ve glasnost-perestroyka ile Doğu Bloku’nda başlayan demokrasi ve hürriyet akımları neticesinde SSCB ve uydusu olan ülke- lerde birer birer yönetim ve rejim değişiklikleri yaşandı.

SSCB’nin Uydusu Olan Ülkelerdeki Değişimler

Doğu Bloku içinde Helsinki Deklarasyonu’na tepki veren ilk ülke Çekoslovakya’dır. Devamında Ma- caristan, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’da benzer süreçler yaşanarak komünist idareler yıkılmış ve yerlerine demokratik idareler kurulmuştur. Bu ülkelerin tamamı AB’ye üye olmuştur. Doğu Bloku ülkeleri arasında yer alan Doğu Almanya ve Yugoslavya’daki değişim diğer ülkelerden daha farklı olarak geliş- miştir.

Doğu Almanya

Doğu Almanya, II. Dünya Savaşı sonrası SSCB tarafından kurulduğu için Doğu Bloku’na en sadık uydu devletti. Helsinki Deklarasyonu ve glasnost-perestroykadan diğer devletler kadar etkilenmedi. Doğu Almanya, rejim karşıtlarının ülkeden çıkıp bir daha dönmemeleri umuduyla turistik çıkış vizesi uygulamasını yürürlüğe koydu. Ardından yüz binlerce Doğu Alman vatandaşının sınırlara yığılması uluslararası bir krize neden oldu. Bu insan yığınları “We are the people” şarkısı eşliğinde “Duvar yı- kılmalıdır.” sloganları atarak komünizm karşıtı gösterilere başladı. Baskılara dayanamayan hükûmet 1989’da Berlin Duvarı’ndan geçişlere izin verdi. Berlin Duvarı aynı yıl içinde yıkıldı. Gorbaçov’un da olumlu yaklaşımı üzerine başlayan görüşmeler sonrasında ABD, İngiltere, SSCB, Fransa, Batı Al- manya ve Doğu Almanya’nın Moskova’da yaptıkları antlaşmayla iki Almanya birleşti. 3 Aralık 1990’da yapılan demokratik seçimlerle yeni yönetimi belirlenen Almanya Cumhuriyeti kuruldu.

Yugoslavya

I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Yugoslavya’nın federal sistemi içerisinde Sırpların etkisi diğer milletlere göre daha fazlaydı. Sırbistan’ın Yugoslavya içerisindeki konumu, Rusya’nın SSCB içindeki konumuna benziyordu. 1989’da Doğu Bloku’nda başlayan demokratikleşme süreci Yugoslav millet- lerinde bağımsızlık hareketlerinin başlamasına neden oldu. Bu bağımsızlık istekleri bütünü bozma- yan fakat hakların eşitlendiği konfederasyon isteğinden ibaretti. Sırplar ise Sırbistan etrafında birleş- mekten yanaydı. Bu fikir rağbet görmeyince “Sırpların yaşadığı her yer Sırbistan’ın parçası olacak.” fikriyle hareket ettiler. İlk olarak 1991’de bağımsızlıklarını ilan eden Slovenya ve Hırvatistan’a karşı Sırplar direnç gösterdilerse de Batı’nın gösterdiği tepki karşısında durumu kabullendiler. Aynı yıl içe- risinde Makedonya da bağımsızlığını ilan etti. Yine aynı yıl bağımsızlığını ilan eden Karadağ, Sırbis- tan’la birleşerek Yeni Yugoslavya (Federal) Devleti’ni kurduklarını ilan etti. Üç etnik unsurdan oluşan Bosna-Hersek’te ise Aliya İzzetbegoviç (Görsel 5.2) liderliğindeki Müslümanlar, Hırvatlarla anlaşa- rak 1992’de Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilan ettiler. Durumu tanımadığını bildiren Bosna-Hersekli Sırplar isyan başlattı. Sırbistan’ın da destek vermesiyle olay bir iç savaşa dönüştü.

Bosna Savaşı (1992-1995)

“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözleri önünde.”

Aliya İzzetbegoviç

Başlangıçta Hırvatlarla birlikte Sırp saldırılarına karşı koymaya çalışan Boşnaklar, bir müddet son- ra Hırvatların, Bosna-Hersek Hırvat Devleti’ni kurduklarını ilan etmeleri üzerine iki ateş arasında kaldı. Avrupa’nın gözleri önünde yaşananlara diğer devletlerin de duyarsızlığı eklenince vahşet soykırıma dönüştü. Boşnaklar (Bosnalı Müslümanlar) bağımsızlık mücadelelerini “Baba, Bilge Kral” gibi unvan- lar verdikleri Aliya İzzetbegoviç’in etrafında kenetlenerek yürüttü.

Srebrenica Katliamı 11.07.1995

Güvenli bölge ilan edilen şehri, BM Barış Gücüne (UNPROFOR) bağlı 400 Hollandalı asker koru- yordu. Hollandalı komutanın Rat- ko Miladiç (Sırp Kasabı) komuta- sındaki Sırp çetelerine terk ettiği şehirde 8372 Boşnak öldürüldü. Binlerce kız çocuğu ve kadın in- sanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Binlerce Boşnak, mülteci durumuna düştü (Görsel 5.3).

Toplama Kampları

Sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte 100’ün üzerinde toplama kampın- da 250 bin insan toplandı. Etnik kıyımların yapıldığı bu kamplarda 17 bin in- san öldürüldü. Bu kampla- rın en korkunçlarından biri olan Omarska kampında- ki kırmızı (ölüm) ve beyaz (işkence) evler soykırımın yaşayan tanıklarıydı.

MAVİ KELEBEKLER: Boşnakların gömüldüğü toplu mezarlar çok derin kazılıp üzerle- ri yeşillendirildiği için bulunmaları çok zor olmuştur. Toplu mezarla- rın olduğu yerlerde misk otundaki artışlar mavi kelebeklerin (Görsel 5.4) sayısını da artırmıştır. Bu du- rum dikkat çekince bölgede kazılar yapılmış ve toplu mezarlara ula- şılmıştır. Bu şekilde bulunan toplu mezar sayısı 300 civarındadır. Yeri tespit edilen toplu mezarlardaki cesetler, her yıl 11 Temmuz’da ya- pılan toplu cenaze töreniyle Sreb- renica’daki Potoçari mezarlığına defnedilmektedir.

Bosna Savaşı’nın Acı Tablosu

Bosna Savaşı’nda yaklaşık 300 bin Boşnak hayatını kaybet- ti, 3,5 milyon insan göçmen durumuna düştü, 30 bin kişi kay- boldu, 500 toplu mezar ortaya çıkarıldı. Bu toplu mezarların bir- çoğu mavi kelebekler sayesinde tespit edildi. Kültürel mirasın %80’i yok edildi [İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) verilerine göre 481 cami].

Sırplar Bosna’da din ve kültür adına ne varsa hepsini yok etmek istedi. 25 Ağustos 1992’de Bosna Ulusal Kütüphanesi ve Üniversite Kütüphanesi bombalanarak 1,5 milyon cilt nadir eser yok edildi. Eski Yugoslavya Müslümanları Rei- sü’l-Uleması Yakup Selimovski’ye göre 1000’in üzerin- de vakıf binası, 730 cami, 86 türbe, 540 medrese ve 15 tekke yıkılarak yok edildi. Sırp işgal bölgelerindeki camilerin %90’ı tamamen yıkıldı. Foça’da Avrupa’nın en muhteşem camilerinden olan Alaca Cami, Bosna’da en eski cami olan 1448 tarihli Ustikolina Camisi, Saray- bosna’da 1450’den kalma Gazi Hüsrev Paşa Camisi ve Kütüphanesi, 1462 tarihli Fatih (Hünkâr) Camisi (Görsel 5.5), 1565 tarihli İmparatorluk Camisi, Doğu Enstitüsü Kütüphanesi, Saraybosna Üniversitesi ve Mostar’da Mostar Köprüsü başta olmak üzere onlarca cami ve yüzlerce mimari eser kısmen veya tamamen yok edildi.

Bosna Savaşı’nda Küresel Güçler ve Uluslararası Örgütlerin Tutumu

Rusya

Barıştan yana olduğunu ilan eden Rusya, BM ambargo kararına rağmen Sırpları desteklemekten ve onlara yardım etmekten geri durmamıştır. Bosna’ya yapılacak müdahalenin Sırplar lehine yapıl- masını savunmuştur. Ruslar Slav ırkından olan Sırplarla tarihî, kültürel ve dinî bağlara sahiptir. Do- layısıyla Bosna’da Sırpların verdiği mücadelenin başarıya ulaşması Rusya için bir prestij meselesi hâline gelmiştir.

ABD

ABD, Kuveyt Savaşı’na gösterdiği tepkiyi Bosna’da göstermemiş, sadece birkaç göstermelik bom- bardıman yapmıştır. ABD yetkililerinin “Bu, Avrupa’nın kendi iç meselesidir.” ifadesi Amerika’nın olayla ilgili yaklaşımını özetlemektedir. ABD’de yaşanan seçimler de bu duyarsızlıkta etkili olmuştur. ABD Başkanı “Hiç kimse, çatışmanın olduğu, göz yaşının aktığı her yere asker göndereceğimizi zannetmesin. ABD, Sırpları bir anlaşmaya zorlamak için değil, varılmış bir anlaşmanın uygulanma- sına uyum göstermeye zorlamak için askerî müdahalede görev alabilir.” demiştir.

NATO

1994’te NATO’nun Sırplara verdiği ültimatom sonrasında Sırplar Saraybosna muhasarasını kaldır- mıştır. NATO güçleri, uçuş ihlali yaptığı için dört Sırp jet uçağını düşürmüş, Gorazde saldırılarına sı- nırlı da olsa müdahale etmiştir. Bu sınırlı müdahaleler NATO’nun göstermelik hamleleridir. Dönemin NATO Genel Sekreteri’nin şu açıklaması durumu özetler mahiyettedir: “BM bize çağrıda bulunsun, biz her türlü görevi yerine getiririz.”

AVRUPA TOPLULUĞU (AB)

AB ülkeleri, Sırp zulmünden kaçan Boşnakları ülkelerine kabul etmemiş, yapılacak yardımları da Boşnakların kendi bölgelerinde kalmaları şartına bağlamışlardır. Sırbistan’ı kınamak, büyükelçilik- lerini Belgrad’dan çekmek, AGİK’teki oy ve söz hakkını askıya almak gibi etkisiz önlemler almakla yetinmişlerdir.

BM

Kuveyt’in işgalinde tüm dünyayı ayağa kaldıran BM, Bosna Savaşı’nda sesini çıkarmamıştır. BM yetkililerinin haberdar edildiği toplama kampları ile ilgili söylediği “Bu durumu üst mercilere bildirmek bizim görevimiz değil.” sözü kayda değerdir. BM Barış Gücü askerlerinin gasp, karaborsa, tecavüz gibi olaylara karışması, Sırp saldırılarını ve katliamlarını engellememesi BM’nin itibar kaybetmesine neden olmuştur.

BM Güvenlik Konseyinin bu savaşla ilgili aldığı kararlar doğrultusunda yapılan uygulamalar şöyledir:
• Boşnaklara silah ambargosu uygulanmıştır.
• Sırplar engellenmeyerek katliama göz yumulmuştur.
• Güvenlik bölgelerine (Gorazde) yapılan saldırılara müdahale edilmemiştir.
• İnsan Hakları Komisyonu raporlarına göre keyfî uygulamaların tamamı bu bölgelerde yapılmıştır.
• BM’nin koyduğu uçuş yasağı, Sırplar tarafından 465 kez ihlal edildiği hâlde BM, uçuşlara müdahale etmemiştir.

Yaklaşık 300 bin Müslüman’ın öldürülmesine rağmen BM’li komutanın “Henüz ölüm kokusunu hissetmiyorum.” sözü önemlidir.

Altı kentte oluşturulan güvenlik bölgeleri, BMGK üyesi Venezuela Büyükelçisi Diego Arria’nın (Diego Ariya) ifadesiyle kurbanların silahsızlandırılarak etnik kıyımın hızlandırılmasından başka bir işe yaramamıştır.

Kosova Savaşı

Sırbistan içerisinde özerk bir yapısı olan Kosova’da millet meclisi 1990’da Kosova Anayasası’nı ka- bul etti. Kosova, 1991’de yapılan referandum sonrasında 1992’de bağımsızlığını ilan etti. 1997’de Ko- sova Üniversitesinde başlayan olaylar ülke geneline yayılan çatışmalara dönüştü. Sırp baskı ve şiddeti karşısında Kosova’daki Müslüman Arnavutlar, 1997’de Kosova Kurtuluş Ordusunu (UÇK) kurdu. Sırplar, 15 Ocak 1999’da Reçak’ta başlattıkları katliamı ülke geneline yaydılar. Avrupa Birliği gözlemcilerinin Ko- sova’dan çekilmesinin ardından artan Sırp saldırıları karşısında yaklaşık bir milyon Kosovalı Müslüman ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bosna Savaşı’nda ortaya koyduğu kötü intibayı düzeltmek isteyen ulus- lararası kuruluşlar ve NATO’nun müdahalesi bu kez fazla gecikmedi. Üç aylık bir müdahalenin ardından Sırplar ile barış antlaşması imzalandı. Kosova; AGİT, NATO barış gücü ordusu KFOR ve BM’ye bağlı UNMIK idaresine bırakıldı. 2001’de yapılan genel seçimlerle Kosova’da demokratik idare tesis edildi. 2008’de Kosova’nın bağımsızlık ilanını Türkiye ve diğer ülkeler tanıdı.

Kosova Savaşı sırasında bir kültür katliamı da yaşandı. Kosova Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre Kosova’da aralarında Hadum Camisi ve Kütüphanesi, Priştine Ramazaniye Camisi ve Kurşunlu Camisi’nin de olduğu 218 cami, 1 hamam, 3 tekke, 4 medrese ve 75 dükkân yıkıldı veya yakıldı. Osman- lı mirası kültür varlıkları bu şekilde yok edilmiş oldu.

AB’nin Genişlemesi

ll. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın kaybettiği dünya liderliği, ABD ve SSCB’nin eline geçti. Bu durumda Avrupa kendi içinde ekonomik gelişmeyi sağlamak için 1951’de altı ülkenin katılımıyla AKÇT’yi kurdu. Bu kuruluş 1957’de AET’ye, 1992’de AB’ye dönüştü. Zaman içinde yaşanan bu dönüşüm, birliğin ni- teliğinde ve niceliğinde önemli değişimleri de beraberinde getirdi. Günümüzde dünya siyaseti ve ekonomi- sinde önemli bir yeri olan AB; 508 milyonluk nüfusuyla dünya nüfusunun %7’sini barındıran, 28 üye devleti ile dünyanın en büyük siyasi blokunu oluşturan, dünya GSMH’sinin %25’ini, ithalat ve ihracatının %20’sini elinde bulunduran ve kişi başı millî geliri ortalama 30 bin dolar olan bir birlik konumuna geldi.

Kuruluşundan günümüze gelinceye kadar üye sayısını 28’e çıkaran birliğin genişlemesindeki esas- lar, Roma Antlaşması’nın 237. maddesine göre sadece Avrupa devleti olma koşuluna bağlanmıştı. Doğu Bloku’nun dağılmasıyla AB’ye başvuruların artması üzerine daha sistemli ve kapsamlı tam üyelik şartları 1993’te Maastricht (Mastrik) Antlaşması’nın 49. maddesine göre yeniden düzenlendi. Tam üyelik için Avrupa devleti olma şartına hukuk devleti olma, temel hak ve özgürlükler ile demokrasinin kurumsallaş- ması şartları da eklendi. Kopenhag’da Haziran 1993’te yapılan zirvede tam üyelikle ilgili nihai kriterler belirlenerek Kopenhag Nihai Kriterleri uygulamaya konuldu. 1995’te yapılan Madrid Zirvesi’nde ise dev- letlerin idari yapısı ve entegrasyonuna dair esaslar belirlendi.

Avrupa Birliği, kurulduktan sonra siyasi ve ekonomik alanını genişletip küresel güç olmak için altı defa üye ülke sayısını artırma yoluna gitti. Birliğin altıncı genişleme süreci tamam- landığında nüfusu 508 milyon, üye sayısı 28, resmî dil sayısı 24’tü.

KOPENHAG KRİTERLERİ:  AB’ye tam üyelik şartlarının belirlendiği kriter- lerdir. Danimarka’nın yürüttüğü dönem başkan- lığı sonunda Kopenhag Zirvesi yapılmış, Doğu Bloku’ndan ayrılan ve bağımsızlığını kazanan Avrupa ülkelerinin birliğe dâhil edilmesine karar verilmiştir. Her bakımdan birliğin çok gerisinde olan bu ülkelerin birliğe katılmasıyla oluşabilecek olumsuzlukları bertaraf etmek için bazı kriterler ortaya konulmuştur. Kopenhag Kriterleri adıyla anılan bu kriterler üç başlıkta toplanmaktadır:

1. Uyum Kriterleri
2. Siyasi Kriterler
3. Ekonomik Kriterle

Beşinci ve altıncı genişlemelerde birliğe dâhil olan ülkelerin mevcut durumları Kopen- hag Kriterleri’ne büyük oranda uymuyordu. Bu ülkelerin birliğe alınmasında etkili olan bazı gerekçeler şunlardı:

• Nüfus artışının olmadığı AB’de, bu artı- şın yeni ülkeler ile sağlanmak istenmesi
• Birliğin kenar bölgelerde yer alan ülke- lerde istikrarı sağlama arzusu
• Birlik içinde yeni pazarlar oluşturarak ucuz iş gücünün birliğe üye ülkeler içinden sağlanmak istenmesi

AB ve Türkiye

II. Dünya Savaşı’nın ardından AET’nin (Avrupa Ekonomik Topluluğu) kısa sürede genişlemesi Türkiye’nin dikkatinden kaçmamış, bütünleşmenin dışında kalmak istemeyen Türkiye müracaat konusunda kendini zorunlu hissetmiştir. Türkiye 1959 yılında AET’ye başvuru yaparak günümüzde de devam etmekte olan adaylık sürecini başlatmıştır. Türkiye’de gerçekleşen 27 Mayıs 1960 Darbesi ile süreç yavaşlamış olsa da 1963 Ankara Antlaşması, Türkiye-AET ilişkilerinin geliştirilmesinde önemli bir adım olmuştur. 1980’lerde dünyada yaşanan hızlı değişim, Doğu ve Batı blokları arasında ilişkilerin yumuşaması, Avrupa’nın Türki- ye’ye bakışında bir değişim başlatmıştır. Ekonomik refahın artırılmasının AB’ye üyelikten geçtiğine dair düşünce, Türkiye’nin 14 Nisan 1987’de tam üyelik başvurusu yapmasına yol açmıştır. Avrupa Komisyonu 1989 yılına ait bir raporda esas itibarıyla Türkiye’nin üyeliğe uygun olduğunu fakat o dönem için üyelik konusunda verilecek kararın ertelenmesinin uygun olacağını duyurmuştur.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle AB, Türkiye konusunda daha rahat hareket etmeye başlamıştır. Bu dönemde Türkiye’nin AB ile ilişkileri zorlu bir süreçten geçmiştir (Görsel 5.6). Avrupa ülkeleri, başta PKK olmak üzere Türkiye’ye karşı terör faaliyetlerinde bulunan örgütlerin kendi ülkelerindeki faaliyetlerine izin vermiştir. AB, Doğu Avrupa ülkeleri için uygulanan üyeliğe hazırlama programlarına Türkiye’yi dâhil et- memiştir. 1992 Lizbon Zirvesi Sonuç Belgesi ve 1993 Kopenhag Zirvesi’nde tam üyelik için gerekli olan ekonomik ve siyasi koşulları yerine getirecek Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin, en kısa sürede tam üye olarak AB’ye kabul edileceği belirtilmiştir. Buna karşın Türkiye için sadece iş birliğinin güçlendirilmesi, ilişki- lerin geliştirilmesi ve gümrük birliğinin tamamlanması gibi hedeflerden söz edilmiştir. Türkiye’nin tam üyeliğe geçişte büyük bir adım olarak gördüğü Gümrük Birliği Antlaşması 1995’te imzalanarak 1 Ocak 1996’dan itibaren yürürlüğe girmiştir. Tek taraflı yükümlülükler üstlenen Türkiye, tam üye olmadan Gümrük Birliğine giren ilk ve tek ülke olmuş- tur.

Aralık 1997’deki Lüksemburg Zirvesi kararlarında Kıb- rıs dâhil on bir ülkeden tam üyeliğe aday ülke olarak söz edilirken Türkiye için adaylık kavramı kullanılmamıştır. Lüksemburg kararları ile Kıbrıs ve Türk-Yunan ikili sorun- ları Türkiye’nin önüne ilk defa ön koşul olarak konulmuş- tur. Türkiye, 1998’de diğer adayların olduğu rapor sistemine dâhil edilmiştir. 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık bir dille ifade edilmiştir. AB; Helsinki Zirvesi, Kıbrıs ve Ege sorunlarını Türkiye’nin AB’ye uyum sürecinde siyasi kriterler hâline getirmiştir. Türkiye için hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgesi, 8 Mart 2011’de AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. 2004 Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’nin siyasi kriterleri karşıladığı vurgulanarak Ekim 2005’te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. Lüksemburg’da yapılan hükûmetler arası konferans ile Türkiye resmen AB’ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Yaşanan bütün bu süreçlere rağmen Türkiye, AB’ye kabul edilmemiştir. AB’nin, Türkiye’nin nihai üyeliğini geciktirmesinde üç temel sorun alanı tespit edilmiştir.

Nüfus: Türkiye seksen milyonluk nüfusuyla AB üyesi olursa AB kurumları içerisinde en büyük katılım ve temsil hakkını elde eder. Türkiye, aynı zamanda AB’deki fonlardan en çok yararlanan ülke olur.

Jeopolitik konum: Türkiye, ABD’nin teröre destek veren ülkeler listesinde yer alan devletlerle komşudur. Türkiye’nin AB üyesi olması AB’yi, İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerle komşu yapacaktır. Bu bölgeyle komşu olmak AB tarafından olumsuz bir durum olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Türkiye’nin komşusu olan ülkeler ve onların doğusunda bulunan devletlerden gelebilecek göçmenler tehdit olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin AB üyesi olması, doğu ülkelerinden gelen göçmenlerin doğrudan AB’ye girmelerine neden olacaktır. Bun- dan dolayı AB, Türkiye’yi tam üye olarak görmek yerine doğu ülkeleri ile arasında tampon olarak görmeyi tercih etmektedir.

Kültürel farklılıklar: Türkiye’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmasına rağmen AB’deki bazı çevreler Türki- ye’nin sahip olduğu İslami kimliğin AB değerleriyle uyumlu olmadığını düşünmektedir. Türkiye, iki yüzyıldır sürdürdüğü modernleşme hareketleriyle Avrupalı değerlerle bütünleşebileceğini göstermiştir. Türkiye, NATO’ya üye tek Müslüman ülkedir. Aynı zamanda da İslam dünyasında modern demokrasiyi temsil eden tek ülkedir. Bu özelliklere sahip Türkiye’nin AB’ye üyeliği “medeniyetler çatışması” tezini çürütecektir. Bu tespitlere rağmen Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürüncemede bırakılmıştır.