Birinci Dünya Savaşı’nın Siyasi Ve Ekonomik Sonuçları

İkinci Dünya Savaşı’na Sebep Olan Stratejik ve Emperyalist Rekabet

XIX. yüzyılda Avrupa teknolojik, iktisadi ve kültürel alanda daha önce hiç olmadığı kadar güçlüdür. Bu dönemde Avrupa kıtası diğer kıtalara egemen durumdadır. Döneme güçlü olanın hayatta kalması gerektiğini savunan, gücü kutsayan bir anlayış hâkimdir. Bu anlayışa sahip Avrupa, dünyayı 1914 ile 1918 yılları arasında gerçekleşen küresel bir savaşa sürüklemiştir. Bu küresel savaşın yaşanmasında devletler arası özel sorunların [Alsace-Lorraine (Alsas Loren)], sömürgecilik yarışından doğan bloklaşma ve silahlanmanın etkisi olmuştur.

SÖMÜRGECİLİK: Bir devletin kendi ülkesinin sınırları dışında başka ulusları, devletleri, toplulukları siyasal ve ekonomik açıdan egemenliği altına alarak yayılmasıdır.

Savaş, büyük devletler arasındaki çıkar dengesinin bozulmasıyla başlamış ve birçok devleti de içine alarak devam etmiştir. Bu savaşın sonunda, bazı devletler parçalanmış, yeni devletler tarih sahnesine çıkmıştır.

Savaş, modern teknolojiyle donatılmış kendi endüstrisini çok hızlı bir şekilde geliştirmiştir. Tank, savaş gemisi, bombardıman uçakları ve kimyasal silahların kullanıldığı savaş, dünya petrol tüketiminin de birkaç kat artmasına ve petrole bağlı dış politikanın doğmasına neden olmuştur. Orta Doğu petrol sahaları bir anda İngiliz, Fransız ve Amerikan çıkarlarının çatıştığı bir alan hâline gelmiştir.

I. Dünya Savaşı’nın sonunda galiplerin düzenlediği Paris Barış Konferansı’nda, büyük devletler arasında ortaya çıkan fikir ayrılıkları devam ederken ABD Yalnızlık Politikası takip etmiştir. Fransa ile İngiltere arasında tazminat ve silahsızlanma konusunda anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Almanya ile imzalanan Versailles (Versay) Antlaşması, Avrupa’da oluşan sorunları çözmek yerine ertelemiş hatta yeni sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

II. Dünya Savaşı, 1919 Paris Barış Konferansı’nın çözemediği sorunlar nedeniyle I. Dünya Sa- vaşı’nın devamı niteliğindedir. I. Dünya Savaşı’nın sonrasında oluşturulan yeni siyasi yapı, ulusla- rarası siyasetin gerçekleriyle başa çıkabilecek kadar güçlü değildir. Avrupa devletleri, emperyalist rekabette hâkim güç olmak amacıyla güç dengesi, ittifaklar sistemi ve ortak güvenlik uygulamaları geliştirmiştir. 1920’li yıllarda uluslararası meseleler, İngiltere ve Fransa’nın egemenliğinde bulunan Milletler Cemiyetinin kararlarıyla çözümlenmektedir. Hâkim güç olan İngiltere ve Fransa, mevcut statükoyu korumaya yönelik politikalar üretmeye çalışırken Almanya silahlanmaya, Japonya Man- çurya’da ilerlemeye, İtalya Habeşistan’ı işgale yönelik politikalarını hayata geçirmeye çalışmıştır.

1929 Dünya Ekonomik Buhranı, Japonya’da militarizmin güçlenmesine (1931), Almanya’da sa- vaş yanlısı bir partinin zafer kazanmasına (1933) neden olmuştur. Ekonomik buhranın baskısından çıkmak isteyen Almanya, İtalya ve Japonya dünyayı yeniden paylaşmak istemişlerdir. Bu süreçte sınır problemleri ve ulus devletleşme sorunları da devam etmektedir. I. Dünya Savaşı ve Wilson İlkeleri ile çok uluslu imparatorluklar dağılmış ve ulus devletlerin kurulma süreci devam etmiştir. Yenilen devletlerde dış borçlar, tazminatlar ve krizin beslediği milliyetçilik duyguları etkili olmuştur.

Sonuç itibarıyla I. Dünya Savaşı’nın sonun- da yapılan barış antlaşmalarındaki adaletsizlikler, savaş sonrası İtalya’nın taleplerinin İngiltere ve Fransa politikalarına uymaması, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın Avrupa ekonomisini çöküş aşamasına getirmesi, Hitler’in iktidara gelmesiyle değişen Alman dış politikası ve Milletler Cemiyetinin yaptırım gücünden yoksun olması II. Dünya Savaşı’nın nedenlerini oluşturmuştur.

EMPERYALİZM: Bir devletin veya ulusun başka devlet veya ulusları kendi çıkarları doğrultusunda etkilemesidir. Emperyalizmde etkileyen devlet, etkilediği devletin kaynaklarından istifade eder.

Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrası Dünya Siyasi Haritasındaki Değişim

Haritaları Karşılaştıralım:

Paris Barış Konferansı ve Versailles (Versay) Barış Antlaşması

Paris Barış Konferansı, I. Dünya Savaşı’nın galip devletleri ile mağlup devletleri arasında imzalanacak barış antlaşmalarının koşullarını hazırlamak ve Osmanlı Devleti’nin topraklarını yeniden paylaşmak için toplandı Konferansa 32 devlet katıldı.

Hedefi Uzak Doğu’daki Alman sömürgelerini ele geçirmek olan Japonya konferansta pasif bir rol oynadı. İtalya’nın Fiume, Dalmaçya kıyıları ve bazı adalar ile ilgili talepleri kabul edilmedi. İtalya, teklifinin reddedilmesi üzerine konferansı terk etti. İtalya’nın konferansta bulunmadığı dönemde Yunanistan’ın Batı Anadolu’yu işgaline karar verildi. ABD Başkanı Wilson (Vilsın) için bütün mesele, milletlerarası barışı tesis edecek Milletler Cemiyetinin kurulmasıydı. Bu durumda konferansa egemen olan ve hazırlanan barış antlaşmalarının özelliklerini belirleyenler, İngiltere Başbakanı Lloyd Greorge (Loyd Corc) ve Fransa Başbakanı Georges Clemenceau (Corc Klemensu) oldu.

Konferans bir Avrupa devletleri toplantısı olarak değil, galip gelenlerin kongresi olarak düzenlendi. Konferansta Sovyet Rusya, Almanya ve Osmanlı Devleti temsil edilmedi. ABD Başkanı Wilson’ın idealizmine karşılık Fransa Başbakanı Clemenceau ve İngiliz Başbakanı Lloyd George, Avrupa’nın klasik diplomasi- sini temsil ediyordu. Fransa’nın amacı, Almanya’nın hareket alanını daraltmak ve onu çökertmekti. İngiltere ise Alman donanmasını ortadan kaldırmak ve Almanya’nın tekrar Avrupa dengesini bozacak duruma gelmesini engellemek istedi.

Paris Barış Konferansı’nda Wilson İlkeleri gereği Cemiyet-i Akvamın (Mil- letler Cemiyeti) kurulmasına karar verildi. Milletler Cemiyetinin kurulmasından sonra ABD, Monroe (Monro) Doktrini adı verilen Yalnızlık Politikası çerçevesinde kendi kıtasına yöneldi ve cemiyete üye olmadı. Konferansta Wilson İlkeleri kâğıt üzerinde kaldı ve uygulamada bunlara riayet edilmedi. Wilson İlkeleri’n- de yer alan selfdeterminasyon (ulusların kendi kaderlerini belirlemeleri ilkesi) yaygın olarak benimsenmesine karşın sürekli ya da adaletli olarak uygulanmadı. Savaş tazminatı, ismi değiştirilerek ‘’tamirat borcu’’ adı altında antlaşma maddelerine konuldu. Yenilen devletlerden toprak alınmayacağına dair ilkeye de uyulmadı ve yenilen devletlerden topraklar alınarak başka ülkelere verildi. Sömürgeciliğin kaldırılmasıyla ilgili maddede yer alan karar da manda-himaye kavramına dönüştürülerek uygulandı.

MONROE DOKTRİNİ: 1823 yılında açıklanan bu doktrine göre ABD, Avru- pa’daki olaylara karışmayacak ve Avrupalı güçlerin Amerika kıtasındaki varlığına saygı gösterecek, Avrupa devletleri de Latin Amerika’da ortaya çıkan cumhuriyetler üzerinde yeni bir sömürge politikası gütmeyecektir. ABD bu politikasıy- la bir yandan topraklarını genişletmiş, diğer yandan Latin Amerika’daki etkinliğini artırmıştır. 1898 İspanyol-Amerikan Savaşı, ABD’nin dünya politikasındaki etkinliğini artırmıştır. ABD, Asya-Pasifik’teki konumunu güçlendirirken daha önce müdahil olmadığı Avrupa politikasına da I. Dünya Savaşı’na kadar yavaş yavaş etki etmeye başlamıştır. Amerika Yalnızlık Politikası ile Avrupalı devletleri Ameri- ka’dan uzak tutmak istemiştir. Doktrin ilk bakışta Amerika- lıların savunmasını amaçlamakla birlikte ABD’nin ilerideki yayılma hareketlerine bir hazırlık imkânı da oluşturmuştur. Amerika kıtasından Avrupalılar uzaklaştırıldıktan sonra ABD, Amerika kıtası üzerinde siyasi ve iktisadi bir nüfuz kurma yoluna gitmiştir. Norman Davies, Avrupa Tarihi’nden uyarlanmıştır.

Konferansta Osmanlı Devleti’nin paylaşımı ile ilgili konularda anlaşmazlığa düşülmesi, Osmanlı Devleti ile barış antlaşmasının yapılmasına engel oldu. Osmanlı Devleti ile imzalanacak barış antlaşmasının maddelerinin hazırlanması için İtalya’da Nisan 1920’de San Remo Konferansı toplandı.

Paris Barış Konferansı’nda oluşturulan uluslararası ortam kalıcı bir barışın sağlanmasına imkân vermedi. Barış Konferansı I. Dünya Savaşı’nı başlatan nedenleri ortadan kaldırmadı. Hazırlanan barış antlaşmalarının mürekkepleri kurumadan birçok devlet antlaşma maddelerinin yeniden gözden geçirilmesini istedi. İtilaf Devletleri Paris’te taslağını hazırladıkları maddeleri Versay’da Alman yetkililere iletti ve Versay Antlaşması 28 Haziran 1919’da imzalandı. Antlaşmanın 231. maddesine göre Almanya savaşın tek sorumlusu ve savaş suçlusu ilan ediliyordu. Antlaşma maddeleri savaşta büyük kayıplar yaşamış olan Almanya için tam bir yıkım oldu.

I. Dünya Savaşı Sonunda İmzalanan Versay Barış Antlaşması

Versay Barış Antlaşması (28 Haziran 1919)

I. Dünya Savaşı sonrasında ilk barış antlaşması, önemi dolayısıyla Almanya ile imzalandı. Alman heyeti Wilson İlkeleri’ni esas alarak itirazlarını yüksek sesle dile getirse de bunları dikkate alan olmadı ve antlaşma ültimatom şeklinde Almanya’ya imzalattırıldı.

Sınırlar
• Fransa’ya Alsace-Lorraine ve Saar (Sar) bölgesi verildi.
• Saar bölgesinde 15 yıl sonra plebisit (halk oylaması) yapılarak bölgenin kesin durumu tayin edilecekti.
• Polonya’ya Batı Prusya verildi.
• Danzig (Danzin) serbest şehir oldu.

Siyasal Hükümler
• Almanya, Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt ederek Avusturya, Çekoslovakya ve Polonya’nın
bağımsızlığını tanıdı.

Sömürgeler
• Almanya bütün sömürge topraklarından vazgeçti. Sömürgeleri manda rejimi adı altında İngilte-
re, Fransa, Belçika ve Japonya arasında paylaştırıldı.

Silahsızlanma
• Almanya’da mecburi askerlik kaldırıldı ve Alman ordusu 100 bin kişi ile sınırlandırıldı.
• Deniz kuvvetleri sınırlandırıldı. Almanya’nın denizaltı ve uçak yapması engellendi.

Tamirat Borçları
• Almanya’nın tamirat borcu adı altında savaş tazminatı ödemesine karar verildi.

İki Dünya Savaşı Arasındaki Dönemde İdeolojiler

Komünizm

Özel mülkiyete dayalı kapitalist sistem yerine, ortak mülkiyete dayalı yaşamı amaçlayan toplumsal, ekonomik ve siyasi bir ideolojidir. Komünizmde işçi, patron gibi sınıfların olmadığı ve meta üretiminin son bulduğu komünist toplumu oluşturma ideali vardır. Komünist ideolojiye göre kimse kimseyi sömürmeyecek, herkes yeteneğince üretecek ve üretimden herkes ihtiyacına göre pay alacaktır. Komünizmde fabrika, çiftlik gibi üretim araç ve gereçlerinin kollektivite edilmesinin yanında tüketim de devlet tarafından düzenlenir.

Karl Marx ve Friedrich Engels’in (Firedrih Engels) Komünist Kongre’de verilen görev üzerine (1847-1848) yazdıkları Komünist Parti Manifestosu ile komünist ideolojinin kuralları ortaya konulmuştur. Manifesto, 1872’de Komünist Manifesto şeklinde değiştirilerek yayımlanmış ve dünyaya ilan edilmiştir.

Komünizm, ekonomik bir sistem olan sosyalizmin hem ekonomik hem de politik olarak ulaşmak istediği son aşamadır. Komünizmin uygulanma aşaması şöyledir: Burjuva sınıfı yok edilerek proletarya (işçi) sınıfının hâkimiyeti sağlanacak, bunun sonucunda sosyalist düzen kurulacak ve böylece hedeflenen ideal komünist sistem gerçekleştirilecektir. Komünistler yönetimi ele geçirirken isyan ve ihtilal gibi yasal olmayan yöntemleri tercih etmekte ve devleti ele geçirmek için her türlü yasa dışı mücadeleyi meşru bulmaktadır. Komünizmin en bariz özelliği parlamenter sistemi ve çok partili rejimi reddetmesidir.

İlk olarak Ekim Devrimi ile 1917 yılında Rusya’da uygulanma imkânı bulan komünizme katkıda bulunanların başında Lenin gelir. Sonrasında Stalin döneminde Komünist Parti faaliyetlerinde farklı uy- gulamalar başlatılmıştır. 1919’da Lenin’in uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve Uluslararası Sovyet Cum- huriyeti idealini gerçekleştirmek amacıyla kurduğu Komintern 1943’te kaldırılmış, yerine benzer işlevi yürütecek Kominform 1947’de kurulmuştur. Böylelikle Rusya dışı komünistlerle bağ kurulmaya devam edilmiştir. Çin, Küba, Arnavutluk, Yugoslavya, Doğu Almanya, Çekoslovakya gibi ülkelerin yanında Af- ganistan, Yemen gibi İslam ülkelerinde de komünist yönetimler kurulmuştur.

Faşizm

Faşizm, İtalyanca “bir baltaya bağlanmış sopa demeti” anlamına gelen ve birlikten güç doğduğunu simgeleyen fascio sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük İtalya’da II. Dünya Savaşı’na giden süreçte milliyetçi özellikler barındıran diktatörlük yönetimini tanımlamak için kullanılmıştır. I. Dünya Savaşı’nda İtalya’ya vadedilen toprakların veril- memesi ve yeni dünya sisteminden dışlanması İtalyanların onurunu kırmıştır. Totaliter (baskıcı) ve gücü elinde tutan sistemler, güçlü İtalya’nın ortaya çıkmasında tek çare olarak görülmüştür. Bu anlayış İtalya’da ulusun idaresini, gücünü tek liderin karizmatik şahsında toplayan ve liderin Komünizm, ekonomik bir sistem olan sosyalizmin hem ekonomik hem de politik olarak ulaşmak istediği son aşamadır. Komünizmin uygulanma aşaması şöyledir: Burjuva sınıfı yok edilerek proletarya (işçi) sınıfının hâkimiyeti sağlanacak, bunun sonucunda sosyalist düzen kurulacak ve böylece hedeflenen ideal komünist sistem gerçekleştirilecektir. Komünistler yönetimi ele geçirirken isyan ve ihtilal gibi yasal olmayan yöntemleri tercih etmekte ve devleti ele geçirmek için her türlü yasa dışı mücadeleyi meşru bulmaktadır. Komünizmin en bariz özelliği parlamenter sistemi ve çok partili rejimi reddetmesidir. İlk olarak Ekim Devrimi ile 1917 yılında Rusya’da uygulanma imkânı bulan komünizme katkıda bulunanların başında Lenin gelir. Sonrasında Stalin döneminde Komünist Parti faaliyetlerinde farklı uygulamalar başlatılmıştır. 1919’da Lenin’in uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve Uluslararası Sovyet Cumhuriyeti idealini gerçekleştirmek amacıyla kurduğu Komintern 1943’te kaldırılmış, yerine benzer işlevi yürütecek Kominform 1947’de kurulmuştur. Böylelikle Rusya dışı komünistlerle bağ kurulmaya devam edilmiştir. Çin, Küba, Arnavutluk, Yugoslavya, Doğu Almanya, Çekoslovakya gibi ülkelerin yanında Afganistan, Yemen gibi İslam ülkelerinde de komünist yönetimler kurulmuştur. Şahsında devleti kutsayıp bireyi yok sayan faşizmi doğurmuştur. İtalya’daki bu anlayış, Benito Mussolini (Görsel 1.5) liderliğindeki Ulusal Faşist Partiyi ön plana çıkarmıştır. Faşist militan grup olan Kara Gömlekliler’in 1922’de Napoli’den Roma’ya yürümesi neticesinde İtalya Kralı, Mussolini’yi başbakan olarak atamak zorunda kalmıştır. Bu atama İtalya’da faşist idarenin kurulmasının önünü açmıştır. Mussolini’nin gövde gösterisine dönüşen Milano Mitingi’nde İtalyanların onurunu yüceltmek ve tüm İtalya’yı ortak bir hedefe kilitlemek için Roma İmparatorluğu’nun yeniden doğması ütopyası ön plana çıkarılmıştır.

İtalya, faşizm idaresiyle aşağıda sıralanan dış gelişmeleri yaşamıştır:
• 1935’te Etiyopya’yı işgal ettiği için Milletler Cemiyetinden uzaklaşmıştır.
• 1936’da Alman başarısını överek Roma-Berlin Mihveri’nden ilk kez bahsetmiştir
• 1936-1939 İspanya iç savaşında kral lehine müdahil olmuştur.

Temelde liberalizm ve sosyalizme tepki olarak yayılma alanı bulan faşizm, İtalya’da belli oranda başarı sağlamıştır. Yeni dünya sisteminde yer bulamayan ve mevcut duruma direnen Japonya, İspanya, Arjantin gibi ülkelerde etkili olmuştur. Hırvatistan ve Macaristan gibi ülkelerde de faşist idareler kurulmuştur. Bu durum II. Dünya Savaşı öncesinde en önemli siyasi sorunlardan biri olmuştur.

Nasyonal Sosyalizm

II. Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’da Nazi Partisi ve onun lideri Adolf Hitler tarafından uygulanan siyasi ve ekonomik sistem nasyonal sosyalizm olarak adlandırılmıştır. Totaliter bir sistem olan nasyonal sosyalizm, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın karşılaştığı yoksulluk ve işsizliğin bir sonucu olarak Nazi Partisi tarafından uygulanmıştır.

Nasyonal sosyalist sistemin Almanya’daki uygulayı- cısı olan Nazi Partisi, 1918’de Alman İşçi Partisi olarak kurulmuş ve kısa süre sonra partinin adı Alman Sosya- list İşçi Partisi (NSDAP) olarak değiştirilmiştir. Bu yeni partinin Nazizm olarak adlandırılan programı, totaliter bir özelliğe sahiptir. Nazizme göre bireyin hayatındaki her şeyden yönetim sorumludur. Zararlı kitapların ve yoz sanatın imhası esastır. Alman ırkı üstün kabul edilir ve ırklar arası evlilikler yasaktır.

Almanya’da yaşanan silahlı çatışma ortamı netice- sinde Nazi Partisi meclise girmiş, devamında yaşanan hükûmet bunalımıyla 1933’te Adolf Hitler (Görsel 1.6) başbakanlığa getirilmiştir. Hitler, bir müddet sisteme dokunmamış, kendi kadrolarını devlet kademelerine getirmiştir. Sonrasında demokratik kurumların işlevselliğini yıkarak nasyonal sosyalizm düzenini yerleştirmiştir.

Nazi Partisi, siyasetini üç temel esas üzerinden belirlemiştir.
• Temelde Alman ırkını üstün saymak,
• Çingene, Yahudi ve komünistlerin Almanya’daki varlığına son vermek,
• Versay Antlaşması’nın onur kırıcı etkilerini yok etmek,
Nazizm, kitleleri peşinden sürüklemede faşizmin “Devlet ideal ve ebedîdir.” anlayışı yerine “üstün ırk” kavramını ön plana çıkarmıştır.