İkinci Dünya Savaşı’nın Kültürel, Bilimsel ve Teknolojik Gelişmelere Etkisi

XX. yüzyılda yaşanan iki küresel savaşın yol açtığı yıkımlar, milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmelerin askerî amaçlı kullanılması, savaşlarla doğrudan ilgisi olmayan cephe gerisindeki milyonlarca sivilin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Fizikçilerin savaşı olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı boyunca katı yakıtlı roketlerde, telsiz teknolojisinde, kablosuz bağlantı ağlarında ve askerî amaçlı kullanılan nanoteknolojik ürünlerde büyük gelişmeler yaşanmıştır.

II. Dünya Savaşı’nda Geliştirilen Askerî Teknolojiler

II. Dünya Savaşı, askerî araştırmalar için yapılan harcamalarda büyük artışlara neden oldu. Askerî araştırmalar için 1939’da 13 milyon dolar ayrılırken 1944’te bu rakam 1,5 milyar dolara yükseldi. II. Dünya Savaşı; stratejik bombalama teknolojisinde gelişmelerin olduğu, nükleer silahların icat edildiği, bilgisayarların kullanılmaya başlandığı dönem oldu. Balistik ve lojistikteki değişim; komuta, kontrol, iletişim ve istihbarat alanlarında gelişmeler yaşanmasını sağladı. Atom bombasının icadı, savaşta ölen insan sayısının artmasına yol açtı.

II. Dünya Savaşı’nda hesap uzmanlarına yardım etmek üzere mekanik bilgisayarlar geliştirildi. Dünyanın ilk bilgisayarları ENIAC (Elektronik Sayısal Birleştirici ve İşlemci) ve MARK 1, II. Dünya Savaşı’nda ordunun ısrarıyla geliştirildi. MARK 1’i Prof. Howard Aiken (Havırd Eykın), Harvard’da ABD donanması için yaptı. Los Alamos’taki (Los Alamos) atom bombası laboratuvarlarında fizik denklemlerinde ENIAC kullanıldı. Bilgisayarlar gelecekteki nükleer silahların tasarımında ve yapımında vazgeçilmez hâle geldi.

II. Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin havada ezici üstünlüğü ele geçirmeleri, Almanları hedeflerine ulaşmak için yeni araçlar bulmaya itti. Almanlar 1937’den beri üzerine çalıştıkları V1 ve V2 balistik füzelerini 1942’den itibaren üretmeye başladılar.

II. Dünya Savaşı deniz savaşlarında büyük değişikliklere yol açtı. Savaş boyunca denizaltılarda ve denizaltılara karşı savunma teknolojisinde gelişmeler oldu. Uçak (Görsel 2.23), mayın ve denizaltılar deniz yüzeyindeki gemiler için korkunç silahlara dönüştü. Ağır kruvazörler, iki savaş arası dönemdeki yoğun silahlanma yarışının ürünü oldu. Japonya büyük ve güçlü gemiler inşa etti, diğer devletlerin donanmaları da bu yarışın içinde yer aldı. Denizaltılarla savaşmak için tasarlanan ve donatılan çok sayıda küçük geminin yanında hücumbotlar ve cep denizaltıları üretildi. Cep denizaltıları daha çok İngiltere, Almanya, İtalya ve Japonya tarafından kullanıldı. II. Dünya Savaşı’nda zırhlılar ve muharebe kruvazörleri de kullanıldı. Japonya ve Amerika’nın inşa ettiği uçak gemileri (Görsel 2.24), Pasifik Cephesi’nde Amerikan ve Japon orduları arasındaki savaşın kazanılmasında önemli rol oynadı. Kontrol sistemlerinde ve keşif donanımındaki gelişmeler sayesinde mevcut silahların isabet ve vuruş güçleri artırıldı.

II. Dünya Savaşı karada tankların savaşı olarak bilinir. Tankta sağlanan üstünlüğün savaşın kaderini belirlediği kabul edilir. Almanya’nın savaşın ilk dönemindeki başarısı, korkutucu panzer tümenlerine dayandı. Leopard, Panther gibi o dönemin gördüğü en etkili tanklara (Görsel 2.25) sahip olan Nazi Almanyası’nın toplamda 10 model olan panzer serisinin en güçlüsü, Müttefik ordularının baş belası hâline gelen ve 88 milimetrelik topu, 120 milimetrelik zırh kalınlığı ile Tiger (Taygır) tankları oldu. II. Dünya Savaşı’nda 50, 75, 88, 90’lık toplar taşıyan tanklar, geçtiği her yerde savunma sistemlerini ezdi ve zamanında piyadeleri durduran otomatik tüfeklerin önemini azalttı.

İngilizlerin ürettiği hafif tanklar, piyade tankları ve tank avcıları özellikle Fransa’da ve Kuzey Afrika’da Almanya’yı zor durumda bıraktı. Ayrıca A13 Cruiser (Kırüzır) ile başlayıp A 34 Comet’a (Kamıt) giden İngiliz tank avcıları pek çok cephede savaşın gidişatını değiştirdi. Alman Kaplanı tankına karşı 4’lü gruplar hâlinde hareket ederek üçünü yem olarak tutup dördüncüsüyle Kaplan’ı etkisiz hâle getiren tanklar da Amerika tarafından üretilen Sherman (Şirman) tank ekipleriydi. Ruslar tarafından üretilen T-34 tankları ise tüm zamanların en iyi tankı olarak değerlendirildi.

II. Dünya Savaşı yıllarında Sovyetler yüksek irtifada en etkili olan MİG-1 ve MİG-3 (Görsel 2.26) avcı uçaklarını geliştirdi. İngilizlerin geliştirdiği Bristol Beaufighter (Bristol Bofaytır) ilk başarılı gece avcı uçağıydı. Radar sistemlerindeki gelişmelerin gece avcı uçaklarındaki kayıpları artırması üzerine radar sinyallerinden güdüm almak için bu uçaklar serrate (serri) cihazıyla donatıldı. İngiliz ve ABD hava kuvvetlerinin dört motorlu ağır bombardıman uçakları savaşın en güçlü silahları arasındaydı. Bombardıman uçakları, istihkâmları altüst etmekte, savaş alanına doğru giden birliklerle olan iletişimi bozmakta, savaş hattına varmadan önce birlikleri dağıtmakta ve stratejik yedeklerden yararlanmayı imkânsız kılmaktaydı. Uçan kaleler olarak adlandırılan B-17’ler, II. Dünya Savaşı’na damgasını vuran en önemli bombardıman uçaklarıydı. Ayrıca Almanların hâkim olduğu bölgeyi darmadağın eden ve Japon kentlerini altüst eden uzun menzilli B-29 uçakları kullanıldı.

Hava taarruzları, silah ve uçaklara hedefe ulaşmaları için rehberlik edecek sistemler olmadan anlamsız olurdu. Bu nedenle hava taarruzlarının etki gücünü artırmak için kullanılan bombalar, roketler, radar sistemleri, navigasyon cihazları ve düşman gönderilerini karıştıracak ya da güdümleyecek donanımların tamamı savaş sırasında büyük gelişme gösterdi. II. Dünya Savaşı’nın gerçek anlamda belirleyici teknolojilerinden biri de radarlardı. Radarların kullanılmasıyla uzaktan kumanda sistemleri ve silah yön belirleyicileri geliştirildi.

II. Dünya Savaşı’nda Japonlar roket yakıtına ve jet motoruna sahip Kamikaze (Görsel 2.27) adı verilen uçakları kullandı. Bu uçaklar hedefine yaklaşana kadar bir Mitsubishi G4M taşıyıcı uçağı tarafından taşınıyordu. Sonrasında pilot bir bölmeden kayıp jet motorlu bombaya binerek kendisini taşıyıcı uçaktan ayırıyor ve büyük bir süratle altındaki 1200 kilogramlık savaş başlığını hedefine sürüyordu.

II. Dünya Savaşı silah teknolijisindeki gelişmeleri tetikledi. Silahların gücündeki artış ve düşmanın sanayi potansiyelini yıkma isteği sivil kayıpları ön plana çıkardı. Cephe ile cephe gerisi arasındaki ayrım ortadan kalktı, pek çok sivil hayatını kaybetti.

II. Dünya Savaşı’nın Kültürel Etkileri

Savaşlar, tarih boyunca birçok yıkıma neden olurken pek çok toplumsal harekete, reform çalışmalarına, devrimlere, teknolojik gelişmelere ve güzel sanatlara da yön vermiştir. Bu durum II. Dünya Savaşı’nda da yaşanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’nın kültürel yaşamı; politik liberalizm, kitle iletişiminde özellikle de televizyonda gerçekleşen büyük ilerleme ve Amerika’dan yapılan sarsıcı boyutlardaki ithalatla belirlenmiştir. Yaşanan etki, geleneksel sınırlamaların gevşemesiyle bir dereceye kadar ulusal özelliklerin çözülüşü olarak görülmüştür. Sanat ve bilimin özgür olduğu anlayışı kabul edilmiştir.

Sinema

II. Dünya Savaşı 7. sanat olarak gelişen sinemada birçok değişikliğe yol açtı. ABD ve Avrupa’da başlayan savaş karşıtı hareketler sinemada kendini hissettirdi. Sinemada asıl önemli değişim ulusal okulların ortaya çıkışı ile oldu. Bu durum özellikle ulusal bilincin uyandığı, bağımsızlığını kazanan ülkelerde gerçekleşti. Avrupa kıtasında özellikle İtalya’da başlayan yeni gerçekçilik akımı savaşta yıkıma uğramış bir ülkeyi gerçekçi bir şekilde filme almak isteyen genç yönetmenler tarafından başlatıldı. Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’da ulusal filmler çekilip seyircilere sunuldu.

1950’lerden sonra Asya ve Latin Amerika sinemaları doğdu. Keisuke Kinoshita (Keske Kinosta) ve Akira Kurosawa’nın [Akira Kurosava (Görsel 2.28)] öncülüğünde Japon sinemasında büyük gelişmeler görüldü. Kurosawa’nın “Rashomon” adlı filmi büyük ilgi çekti ve geniş seyirci kitlelerine ulaştı. Hint, Çin ve Türk sinemalarında da gelişmeler yaşandı. Latin Amerika’da Meksika sineması ön plana çıktı. Arjantin ve Brezilya sinemaları da gelişim gösterdi.

Elindeki imkânlara rağmen Hollywood sinemasında sanatsal düzeyde düşüş yaşandı. Amerika’da yaşanan komünist karşıtlığı dolayısıyla yönetmen ve artistler Amerika’dan sürüldü ya da suskunluğa itildi. Charlie Chaplin, “Şehir Işıkları”nı (1952) Avrupa’da çekmek zorunda kaldı. Holywood 1908’den beri elinde tuttuğu film sayısındaki üstünlüğü Japon, Hint ve Çin sinemalarına kaptırdı. Bu ülkeleri İtalyan ve Fransız sinemaları takip etti. İspanyol Bardem (Hoş Geldin Bay Marshall), Rus Bondarçuk [Bondarkok (Leylekler Geçerken)] gibi önde gelen yönetmenlerin yanında, İsveçli İngmar Bergman (İgmar Bergman) sinemanın en güçlü ve özgün isimlerinden oldu.

İlerleyen yıllarda sinema için konu zenginliği oluşturan II. Dünya Savaşı, özellikle Hollywood tarafından ele alındı. Hollywood, ABD askerlerinin savaşta yaşadıklarını anlatan filmleri ardı ardına vizyona soktu. II. Dünya Savaşı, hakkında en fazla film yapılan savaş olarak ticari bir kazanç kapısı oldu. Özellikle Holywood filmleri, dans müzikleri ve popüler giyim alanında Amerikan etkisini hemen hemen her alanda hissettirdi.

Edebiyat

II. Dünya Savaşı sonrası yeni yazarlar, içinde yaşadıkları topluma karşı çıktılar. Yazılan eserlerde genel olarak ayaklanma düşüncesi dile getirildi ya da geleneksel değerler alaya alındı.

Fransa’da günün edebiyatı, sadece savaşın çetin yıllarına bir tepkiden değil, bütün insanlık durumunu sorun hâline getirmekten doğdu. “Sorun toplumda değil, insandadır.” anlayışı kabul gördü. Jean Paul Sartre [Jan Pol Sart], “Özgürlük Yolları” adlı eserinde o güne değin bağlı olduğu bireysel bilinç görüşünü terk ederek romanesk bir biçim altında, kendi çağdaş tarih anlayışını sergiledi. Albert Camus (Albert Kamü) ise insanlara savaş sonrası yeni bir
etik değer vermeyi denedi.

Savaş sonrası İtalya’da, esin kaynağı Mussolini dönemi olan bir edebiyat gelişti. Edebi eserlerde, rejime yönelik sert eleştiriler ve ülkenin içinde bulunduğu durum gerçekçi bir biçimde ele alındı ve edebiyatta sosyal sorunlar yer buldu. Sosyal gerçekçilik Carlo Levi’nin [Karlo Levi (İsa Bu Köye Uğramadı)] ve Elio Vittorini’nin [Elyo Vittorini (Sicilya Konuşmaları, Simplon Frejus’te Göz Kırpıyor)] romanlarında işlendi.

Savaş sonrası İngiltere, iki savaş arası döneme göre oldukça donuk bir kuşak ve doğacı bir geleneğin [Graham Greene (Gıreym Gıriyn)] içinde kaldı. Bu dönemde İngiliz edebiyatında roman, George Orwell (Corc Örvıl) ve Angus Wilson’la (İngıs Vilsın) Victoria (Viktorya) çağı romanının klasik geleneğine bağlılığını sürdürdü. Bunun yanında T. S. Eliott (İlyıt), John Whiting (Con Vayting), Lawrence Durrell (Lavrıns Darıl), Justine Balthazar (Castin Balthazar) gibi yazarlar klasik geleneğin dışında kaldı.

Almanya’da savaş ve sonrasında yaşananlar, bir yıkıntılar edebiyatı ortaya çıkardı. Hermann Hesse (Herman Hes) dışında, eski kuşaktan pek çok yazar bu edebiyata katıldı. Erich Maria Remarque (Erik Marya Remark) “Umut Adası”, Ernst Erich Noth (Erns Erih Nat) “Çıplak Geçmiş”iyle bu edebiyata katılan yazarlardandı.

Sanat

II. Dünya Savaşı sonrası sanat alanında eğilim modernizmin parçalayıcı yaklaşımlarının aleyhine döndü. Eski ile yeninin postmodern (modern ötesi) birleşimine zemin oluştu. Salzburg, Beyrut ya da Edinburgh gibi festivallerde ulusal sınırlar aşıldı.

Paris, genç sanatçıların tek akım merkezi olma özelliğini kaybetti. ABD’nin yeni gücü bu alanda da kendini gösterdi. New York, Paris için kullanılan Batı sanatının başkenti unvanını aldı. New York’taki Modern Sanat Müzesi büyük sergiler noktasında Paris’teki Louvre Müzesi (Görsel 2.30) ile yarıştı. Bunun yanında fikir ve sanat yaşamı da ufkunu alabildiğince genişletti. İskandinav ülkeleri, Uzak Doğu ve Güney Amerika kültürel etkinliklerden paylarını alırken yalnız geleneksel Batı’nın sanat ve edebiyatına ilgi duymakla kalmadılar, aynı zamanda kendi katkılarını da sundular. Fransa ile ABD de kendilerini yenilemek ya da araştırma alanlarını genişletmek amacıyla Uzak Doğu’dan teknik ve kurallar alarak dünya çapında bir sanat dili ortaya koydular.

II. Dünya Savaşı sonrası dönemde sanatsal arayışlar olabildiğince genişledi ve çağdaş sanayinin sunduğu yeni malzemeler ile sanatın gelişme hızı arttı. Bu durum kendisini özellikle heykel sanatında gösterirken plastik; demir, taş ve çimento ile yarışır hâle geldi.

Plastik sanatlarda, sanatçılar kendi alanlarının dışındaki sanat dallarıyla da ilgilendiler. Bir mimar aynı zamanda ressam [Le Corbusier (Lö Korbözie)] veya heykeltıraş olabildi [Macar E. Beothy (Beoti), İspanyol Eduardo Chillida (Edvardo Şilida)]. Sanatçının kendini verdiği alanların çeşitliliği; yalnız sorunların iç içe oluşunu, sanatçıları canlandıran araştırma ruhunu göstermekle kalmadı, onların eserleriyle insanın mekân ve konutla nasıl bütünleştiğini de gösterdi. Bütün bu eğilimler, gerçekçi bir tepkiye de yol açtı. Jean Rene Bazaine (Jan Rön Bazen), “Bugünün Resmi Üstüne Notlar”da her resmin nesneyi kopya etmediği ve soyut olduğu fikrinden hareketle sanatçının kendini sınırlamasının bir nedeni olmayacağını ifade etti.