1. KÜLTÜR VE MEDENİYET KAVRAMLARI

Kültür, insanın tüm faaliyet alanlarını kapsar. Yaşamın bütünüyle ilgili bir kavram olduğundan, fikir insanlarının kültür ile ilgili yaptığı tanımlar da çeşitlilik gösterir. Örneğin; Ziya Gökalp “Bir milletin dini, ahlaki, hukuki, iktisadi, lisani, akli birikimlerinin bir bütünüdür.” Şeklinde tanımlarken; Thomas Stearns Eliot (Tomas Starns Elyot) , kültür kavramını “ Kültür aslında herhangi bir toplumun dininin vücut bulmuş şeklidir” diye açıklamıştır.
Genel olarak ise kültürü, “Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve nesilden nesile aktarıldığı her türlü maddi manevi özelliklerin bütünüdür.” olarak da tanımlayabiliriz.
Tüm bunların yanısıra kültür, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli olgudur ve bilgi, inanç , ahlak, hukuk, örf ve adetler kültürün unsurlarıdır.

Kültürün özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
a. Kültür, insan ürünüdür. Tabiatta kendiliğinden bulunmaz.
b. İnsan zihninin görüş, anlayış ve değerlendirme tarzını yansıtır.
c. Tarihi süreç içinde oluşur.
ç. Kültür toplumla var olur. Toplumun olmadığı yerde kültür de olmaz.
d. Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır.
e. Kültürü oluşturan unsurlar sürekli etkileşim içindedir.
f. Kültür kendi içinde bir bütünlük ve tutarlılık gösterir.
g. Dışardan etkilendiği kültürel unsurlar konusunda seçicidir.
h. Değişken olup, insanın ihtiyaçlarına göre şekillenir. İhtiyaçları karşılayabildiği
sürece kalıcıdır.

Medeniyet; Arapça’da şehir anlamına gelir. Osmanlı Türkçesine ise medîne isminden girmiş ve medeniyyet olarak kullanılmiıştır. Klasik İslam felsefesinde medeniyyet tanımını felsefi bir disiplin içinde tanımlayan ilk İslam düşünürü Farabî’dir. Farabî’nin Medinetü’ül Fâdıla ve İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserlerinde medeniyyet ve medenî kavramları detaylı olarak işlenmiştir. Ülkemizde ise kültür ve medeniyet konusunu işleyen düşünürümüz Ziya Gökalp’tir. Bu konudaki “Medeniyet, kültürün yükselmesiyle oluşan ve evrensel nitelik taşıyan olgudur.” sözü önemlidir.

20. yy.ın önemli yazar, şair ve mütefekkirlerinden (düşünür, düşünce insanı) olan Sezai Karakoç’un da medeniyet kavramıyla ilgili çok güzel bir sözü vardır. Diyor ki Karakoç; “ Medeniyet, tanımı itibariyle bütün insanlığa hitap eden tarih olgusudur. Tek kişi ya da insanlığa dönük cephesiyle medeniyet, insanın sadece fiziki ya da fizyolojik ihtiyaçlarına cevap veren bir sistem olmakla kalmaz. Aynı zamanda manevi-ahlaki, metafizik ve kültürel isteklerini de karşılamak amacını taşır. İnsanı bütün cepheleriyle ele alır.” Yaradan’ın farklılığını ruhumuzda, bedenimizde hissettikçe, yüceliğini daha iyi anlıyoruz. Karakoç , Kar Şiiri’nde bunu anlatmış. “Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın.” diyor, mütefekkir ve şair.

KAR ŞİİRİ
Karın yağdığını görünce,
Kar tutan toprağı anlayacaksın.
Toprakta bir karış karı görünce,
Kar içinde yağan karı anlayacaksın.

Allah kar gibi gökten yağınca,
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince,
Başını önüne eğince,
Benim bu şiirimi anlayacaksın.

Bu adam , o adam gelip gider,
Senin ellerinde rüyam gelip gider.
Her affın içinde bir intikam gelip, gider,
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın.
Ben bu şiiri yazdı aşık çeşidi,
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü,
Ruhum seni düşününce ışıdı,
Her şeyi beni anlayınca, anlayacaksın

Kaynaklarda kültür ve medeniyetle ilgili çeşitli tanımlar karşımıza çıkar:

1. Bir topluluğun, hayat tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü, maddi ve manevi varlığı ile ilgili
vasıfların bütünüdür.

2. Bir topluluğun hayat tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü, maddi ve manevi varlıkları bakımından ileri bir seviyede olması hâli.

3. Şehirlilik.

4. Sömürgeci Batı emperyalizmi, ( Mehmet Akif Ersoy, İstiklâl Marşımızın bir mısrasında, “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyerek buna vurgu yapmıştır.

Tüm bunların yanı sıra kültür ve medeniyet arasındaki farkları da vurgulamak gerekir. Ziya Gökalp bu farkı şöyle belirtmiştir:” Kültür ve medeniyet ayrı ayrı kavramlardır.

Kültür, hars demektir. Hars millîdir, medeniyet ise evrenseldir. Kültür, bir toplumun yaşadığı ve paylaştığı müşterek değerlerdir. Medeniyet ise milletlerarası seviyeye yükselmiş bir kültürün veya birbirine yakın kültürlerin oluşturduğu anlayış, tutum, bilgi, teknoloji, sosyal faaliyetler ile müesseselerin bütünüdür.”

2. İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

İslam medeniyetinin temellerini Kur’an-ı Kerim oluşturmuştur. İslam medeniyeti,
Müslüman milletlerce ortaya konulan her türlü maddi, manevi, kültür ve medeniyet eserlerini içine alır.

Dünya üzerinde ismini her tarafa duyuran büyük medeniyetler kurulmuş ve yaşamıştır. Bu medeniyetler yaşadıkları devir ve yere göre değerlendirilir. Milattan önce Ön
Asya’ da, Mısır’da büyük medeniyetlerin kurulduğunu bilmekteyiz. Milattan sonra ise İlk ve Orta Çağlar’da zaman ve mekân bakımından bize yakın medeniyetler yaşamıştır. Sırasıyla, Yunan medeniyeti, Roma medeniyeti, Sasani medeniyeti ve Osmanlı medeniyeti en parlak medeniyetler olarak karşımıza çıkar.

Bugün artık kesinlikle anlaşılmıştır ki medeniyetler kendi başlarına olgunlaşmamıştır. Her medeniyet kurulduğu yerde kendinden önceki medeniyetlerden birtakım unsurlar aldığı gibi kendinden sonra kurulan medeniyetlere de katkı sağlamıştır.

İslam medeniyetine bakacak olursak; din temeline dayandığını görürüz. Kendinden önceki medeniyetlere oranla daha çok manevi bilimleri içinde barındırdığına, ilmî
temele dayandığına tanık oluyoruz. İslam medeniyetinin temeli yüce peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (sav) yaşayış esasları ve Kur’an –ı Kerim ‘dir. Kısacası İslamiyet, İslam kültür ve medeniyetinin kaynağıdır. Bu süreç Hz. Adem‘ e (as) vahyin gelmesiyle başlar. Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına göre aklını kullanması için Hz. Adem ‘e (as) uyarılarda bulunulmuş, böylelikle ilk insan Allah’ın (cc) hitabı ile terbiye olmuş ve iman ışığı ile aydınlanmıştır. Bu nedenle insanlık tarihinin, ilkellikten medeniyete doğru bir ilerleme gösterdiğini söylemek çok doğru olmaz. Doğru olan, medeniyetin kaynağından sapıp uzaklaştıktan sonra yeniden kaynağa dönüldüğüdür. Vahyin kaynağına dönmeleri için insanlığa peygamberler gönderilmiş, böylelikle medeniyetin süreklilik kazanması sağlanmıştır. Peygamberlerin sonuncusu olan peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav) ile de kemâle ermiş ve olgunlaşmıştır.

Müslümanlar tebliğ (bildiri), fetih ve ticaret yoluyla diğer kültür ve medeniyetlerle
sürekli ilişki içinde olmuşlar, onların inançlarını, düşünce sistemlerini, kavram ve kurumlarını, ekonomik sistemlerini, siyasi düzenlerini, ilmî miraslarını yakından tanımışlardır. Önyargısız ve etkileşime açık davranmış ancak tevhid (Allah’ın varlığı ve birliği ilkesi) inanışına aykırı olmamak kaydıyla bu deneyimlerden yararlanmışlardır.

3. İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİNİN KAYNAKLARI

İslam medeniyeti, İslam dinini kabul eden halkların birlikte oluşturduğu medeniyetin ortak adıdır. Bu medeniyetin gelişmesinde özellikle, Arap, İran, Türk, Hint , Afrika ve
Endülüs (İspanya) kültürlerinin katkısı göz ardı edilemez.

Tevhid, İslam medeniyetinin özüdür. Allah’ın (cc) birliğine ve her şeyin mutlak yaratıcısı olduğuna inanmaktır. Keime-i Tevhid bu inancın sözle vurgulanmasıdır. “La ilahe illallah, Muhammed’in resulullah”. Anlamı: Allah’tan başka ilah yoktur. Hz. Muhammed (sav) Allah’ın (cc) peygamberidir.

İnsan, Allah‘ın (cc) hidayeti ile kendi akıl ve tecrübesini birleştirerek yaşantısını düzenler. Vahiy geleneğine göre İslam medeniyetini oluşturan iki ana unsur vardır: Vahiy ve Aklıselim.

Vahiy: Peygamberler aracılığıyla insanlara, hayatın hangi ,ilkelere göre yönlendirilmesi ve nelere uyulup, nelerden sakınılması gerektiğini bildiren ilahi bilgi ve bu bilginin
gönderiliş tarzı.

3.1. Aklıselim: Kelime anlamı olarak, doğru karar verebilen, selâmete ermiş akıl; sağduyu demektir.

Aklıselim; insanın doğruyu yanlıştan ayırabilmesi olup, Kur’an’ da ve hadislerde geçen fıtrat ile yakın alakası olduğu söylenir. Müfessirler, fıtratı genellikle “ Bütün insanların
yaradılışında bulunan hak dini ve onun mesajlarını kabul etmeye uygun olan kabiliyet”
şeklinde yorumlamışlardır. Hz. Muhammed (sav) “Her çocuk fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan, Mecûsi yapar” buyurmak suretiyle insanın yaradılıştan aklı selim olduğuna işaret etmiş ve aklın bu özelliğinin çevre etkisiyle bozulabileceğini belirtmek istemiştir. İbn-i Sîna ise, selim olan insan fıtratının akıl olarak isimlendirildiğini belirtir.

Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Aklıselim ile ilgili bazı ayetler vardır. Örneğin;

Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki
bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki O’nun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: O’na inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır derler.(Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp, anlar.”

(Âl-i İmran suresi ,7. ayet.)

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır”

(Âl-i İmran suresi 190. ayet.)

Aklıselim sahibi insanın özelliklerinden biri de özgüven sahibi olmasıdır. Bu insan
hayatın farklı yönleri ile dengeli ilişkiler kurmayı başarır. Diğer insanların ve kültürlerin birikim ve bilgilerinden yararlanma konusunda iletişime açık olur. Efsaneleri, çelişkili sözleri ve iddiaları reddeder. Bu nedenle Müslümanlar, ispat ve delillere dayalı bilgiye önem vermişlerdir. Araştırmalar sonucu ortaya çıkan yeni bilgilere açık olmuşlar, böylece toplumsal, siyasi ve iktisadi hayatla, sanatta ileri gitmişlerdir.

3.2.Kur’an ve Sünnet: İslam kültür ve medeniyetinin temelini Kur’an ve sünnet oluşturur. Kur’an ve sünnet öğretisinin merkezinde ise her şeyin hakimi olan Allah (cc) vardır. Kur’an-ı Kerim, İslam dininin ana kitabıdır. İslam hukukunun oluşturulmasında
hadis ile birlikte Kur’an dayanak olarak alınır. Kur’an ve sünnetin önemi bazı ayetlerde
vurgulanmıştır. Bunlara bakacak olursak;

‘’Muhakkak ki sizden önce birçok olaylar, şeriatler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin, dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğunu bir görün.’’

(Âl-i İmran suresi, 137.ayet.)

“Allah sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

(Nisa suresi, 26. ayet.)

“Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber geldiğinde insanları, iman etmekten ve Rabblerinden günahlarının mağfiretini istemekten alıkoyan şey sadece geçmiş milletlerin başlarına gelen felaketlerin kendilerine de gelmesini veya ahiret azabının ansızın göz göre göre gelip çatmasını beklemek olmuştur.”

(Kehf suresi , 55. ayet.)

3.3 Beş Duyu (Havassıselime): Çevre ve nesnelerden gelen uyarıları doğru algılayan duyular. Havâss-ı Hamse (beş duyu), Hamseizâhire (beş dış duyu) de denir. Havâs; müdrike (anlama, algılama yetisi) anlamına gelen hasse kelimesinin çoğuludur.

İslam kelamcıları ile filozoflarına göre belli başlı beş duyu vardır. Bunlar, samîa (duyma), basîre (görme), şemme (koklama), zâika (tatma) ve lâmise (dokunma) duyularıdır. Bu duyular kulak, göz, burun, dil ve deriden oluşan beş duyu organı vasıtasıyla alınır. Beş duyu, insanın üç temel bilgi vasıtasından birini oluşturur. Diğer iki bilgi vasıtası haberisâdık (doğru bilgi) ve akıldır. Beş duyu vasıtasıyla edinilen bilgiye ilmizarûrî (zorunlu bilgi) denir. İlmi zarûrî, aklın doğruluğuna kesin biçimde hükmettiği bilgidir.

Havassıselîme, İslam filozoflarının nefis kuramları içinde önemli bir yer tutar. Buna
göre havassıhamseizâhire, nefsihayvanî’nin (hayvansal nefs) idrak etme, bilme güçlerinden birini oluşturur. Fakat asıl idrak, bilme işlemi, havassıbatınî’nin (iç idrak güçleri) devreye girmesiyle tamamlanır.

Kur’an ‘da havassıselîme: Kur’an da en çok kalb (gönül), görme ve işitme organlarından bahsedilir. Kur’an’ın esas gayesi, insanlara doğru inancı, tevhidi öğretmektir. Öğrenmede işitme, görme ve anlamaya dayanır. Bundan dolayı Kur’an’da kulak, göz ve kalp önemli bir yer tutar.

Kur’an’da bütün örnekler tevhid inancını yerleştirmek ve kuvvetlendirmek için verilmiştir. Göz, kulak ve kalp bu inanca sahip olmak için birer vasıta olarak kabul edilmiştir. Peygamberler de insanlara tevhid inancını anlatmışlardır. Onu dinleyenler, düşünerek, anlayarak dinlemişlerse, Allah’ın hidayeti de erişmişse iman etmişlerdir. O hâlde dinlemek, dinlediğini anlamak, hakkı bulmanın yoludur. Dünyada iken peygamberleri can kulağı ile dinlemeyenlerin karşılaşacakları acı sonuç ve pişmanlık Kur’an ‘da şöyle anlatılır:

“ Ve dediler ki; Eğer biz (onların sözlerini) dinleseydik yahut düşünüp anlasaydık, şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık”

(Mülk suresi, 10. ayet.)

Kur’an’da duyu organlarının birer nimet olarak verildiğini, dolayısıyla onları veren
Yüce Yaradan’a şükretmek gerektiğini belirten ayetler vardır:

‘’De ki : Sizi yaratan, size kulak(lar), gözler ve gönüller veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.’’

(Mülk suresi, 23. ayet.)

Havassıselîme, kusur ve hastalıklardan sâlim olan duyu organlarıdır. Göz, renk körü
olduğu zaman, sinir sistemi bozuk olduğu zaman bunlar vasıtasıyla doğru bilgi edinilmez. Duyu organları ve akıl ile tecrübe edilerek elde edilen ilimler, aklî ilimler (fen bilgileri) dir.

Batılı bilginlere göre ilmin kaynağı duyu organları ve akıldır. Onlar, peygamberlerin
insanlara getirdiği vahyi ilmin kaynağı olarak kabul etmediği için çıkmazlara düşmüşlerdir. Zira akıl bilmek istediği her şeye bizzat ulaşmakta aciz kalmaktadır. Fizik ötesi olaylar, iman meseleleri, ahiret âlemi, aklın çözemediği konulardır. Bunları öğrenmek için mutlaka vahye ihtiyaç vardır. Bununla ilgili bir Âyet-i Kerîme’de şöyle buyuruluyor:

‘’De ki: Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor ya da kulak(lar)a ve gözlere kim sahiptir (onları yaratıp yöneten kimdir)? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor?
(Yaratma) iş(ini) kim düzenleyip, yönetiyor? ”Allah” diyecekler. De ki: O hâlde (O’nun azabından) korunmuyor musunuz?”
 

(Yunus suresi, 31. ayet.)

3.4 Örf ve Âdetler: Kelime olarak örf, yasalarla belirlenmeyen, halkın kendiliğinden
uyduğu gelenek demektir.

Âdet ise; bir topluluk içinde öteden beri uyulan ve uygulanan kural, töre anlamındadır. Daha geniş açıklayacak olursak; örf, içinde yaşadığımız toplum tarafından bizden
beklenen, diğer insanlara örnek olabilecek tutum ve davranışların bütünüdür. Bunlar,
toplumun temel yapı taşlarıdır. Âdetler kaynağını atalarımızdan alır. Onların hayat tecrübeleri âdetlerin oluşmasında çok önemli rol oynar, uygulandıkça zamanla gelenek haline dönüşür.

Âdetler, örflerle benzerlik gösterir. Sosyal hayatı düzenleyen ve denetleyen unsurlardır. İnsanların bir arada huzurlu ve uyumlu, keyifle yaşaması için âdetlerin uygulanması
şarttır. Kuralların uygulanabilmesi âdetlerle yakından ilgilidir. Örneğin asker karşılama
ve uğurlamalar, sofra düzeni ve âdabı, bayramlar ve cenazelerdeki tutum ve davranışlar
âdetlerin içeriğini oluşturur.

Din hayatın merkezindedir. Sosyal hayatın şekillenmesinde rol oynadığı gibi, hak ve
adaletin yayılmasını da sağlar. Bir insanın hayatını düzenleyen unsurların başında gelir.
Kişinin hayatını âdeta dakika dakika düzenler. Örf ve âdetler ise kendi yaşayış tarzlarıdır.
Bu yaşam tarzına doğrudan etki eden ve onu sistem hâline getiren olgu da dindir. Din,
yaşanılan ve öğrenilen bir kurallar ve değerler bütünü olduğuna göre, örf ve âdetler de
buna göre şekillenmektedir. Müslüman bir toplumda dinin hassasiyetlerine uymayan örf ve âdetlerin yerleşik hâle gelmesi mümkün değildir.

Müslümanlar, egemen oldukları coğrafyalarda farklı kültürler ile birlikte, değişik örf
ve âdetlerle de karşılaşmışlardır. Bu durum kültür alışverişine neden olmuş ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi diğer kültür ve medeniyetlere ait tutum ve davranışların ne ölçüde benimseneceği veya reddedileceği Kur’an’ın ve sünnetin belirlediği kurallar ölçüsünde olmuş ve seçici davranılmıştır. Kur’an’da örf ile ilgili ayetler mevcuttur. Örneğin;

“ Sen af ( veya kolaylık ) yolunu benimse, örf ile emret ve cahillerden yüz çevir.”

(Araf suresi, 199. ayet.)

Örf kelimesi Kur’an ve sünnette daha çok “maruf ” şeklinde geçer. Marûf; aklın ve
dinin güzel gördüğü şey, iyilik ve ihsan demektir. Örf, islamda bir delil ve hüküm kaynağıdır. Yüce peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), ‘’Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir.’’ buyurmuştur.

Mecelle 45. maddede de ‘’Örf ile tayin nass ile tayin gibidir’’ der. Burada örfün insanlar arası muamelelerdeki önemini ve onun bir delil olduğunu ifade eder.

İslam hukukunda, hakkında Kur’an ve sünnette doğrudan hüküm bulunmayan ancak dine, akla ve toplumun yararına ters düşmeyen örf ve âdetler uygulamada delil kabul edilmektedir. Örf , dinin uygulanmasında bazı farklılıklar ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle İslam fıkhı (İslam hukuku), sahih (gerçeğe dayalı) örfü, bilgi kaynağı olarak kabul etmiştir.

3.5 Diğer Kültür ve Medeniyetler: Hz.
Muhammed’e (sav) ilk vahyin geldiği , bugünkü coğrafi adıyla Arap Yarımadası’nda dört kültür ve medeniyet hüküm sürmüştü. Dolayısıyla bu kültürlerin izleri ve medeniyet kalıntıları mevcuttu. İslam kültür ve medeniyeti, kendi varlığını devam ettirip, geliştirirken; mevcut kültürlerle de etkileşimde bulunmuş ve geçmişten kalan bu kültür mirasını da korumuştur.

İslam coğrafyasındaki bu medeniyet havzalarını şöyle sıralayabiliriz:

• Yunan- Roma Kültürü : Grekçe ve Latincenin konuşulduğu Akdeniz havzası

• Sami ve İran Kültürü: Nil Nehri’nden Maveraünnehir’e kadar uzanan, Mezopotamya ve İran havzası

• Hindu Kültürü : Hindistan havzası

• Uzak Doğu Kültürü: Çin ve ona komşu bölgeler ile İç Asya havzası

• Endülüs Kültürü: İspanya ve İber Yarımadası’nın tamamı

İslamiyetin doğduğu bölge; aslında yukarıda listelediğimiz kültür ve medeniyetlerden sadece Sami-İran kültürüne komşuydu ancak diğer kültürlerin mirasını da zamanla özümseyerek, İslam’ın hassasiyetleri doğrultusunda bunlardan yararlanmıştır. Yayılma sürecinde ilim, sanat ve ticaretin çok gelişmiş olduğu Bağdat, Kurtuba(Kordoba), Lahor ve İstanbul gibi önemli merkezler Müslümanların kontrolüne girmiş, Müslümanlar ilmî eserlerin yanısıra sanat, iktisat, edebiyat ve felsefe gibi alanlarda da eserler vermişlerdir.

  • Suriyeli Hristiyan Araplar, Eski Yunan ve Helen kültürünün eserlerini Arapça’ya tercüme etmişlerdir. Aristo ve Eflâtun gibi filozofların, Öklid (matematik) ve Ptolema ( tıp) gibi bilim adamlarının eserlerinin de çevirisini yapmışlardır.
  •  Bizans medeniyetinin ise daha çok devlet teşkilatı, yönetim, askerlik ve mimari alanlardaki çalışmalarından faydalanmışlardır.
  •  Hint kültürünün matematik ve astronomi; İran kültürü’nün ise edebiyat ve güzel sanatlar alanlarındaki çalışmaları İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesine katkı sunmuştur.
  • Endülüs, günümüzde İspanya ve Portekiz’in yer aldığı İber Yarımadası’nın Müslümanların fethinden sonra aldığı isimdir. İslam kültür ve medeniyetinin zirvesi bu coğrafyada yaşanmış, muhteşem bir kültür mirası bırakılmıştır.

İslam Kültür ve Medeniyetinin Kaynakları

• Akl-ı Selim • Kur’an • Sünnet • Duyular (Havassıselime) • Örf ve âdetler
• Diğer kültür ve medeniyetler

Müslümanlar, Antik Çağ olarak bildiğimiz eski Yunan ve Roma kültür ve medeniyetine ait bilim ve kültür eserlerini, İslam âleminin ortak ilim ve kültür dili olan Arapçaya çevirterek önemli bir atılım gerçekleştirmişlerdir. Böylelikle İslam kültür ve medeniyeti tüm bu birikimi kendi içinde özümseyerek, yüzyıllar boyu medeniyetin öncüsü olmuştur.

Görsel 1.12. Eski yunan alfabesiyle yazılmış bir yazıt.

Hikmet; kelime anlamı olarak 1. Bilgelik, 2. Sırrına erilemeyen demektir.
İslam , hikmet prensibinden hareketle, Müslümanları bilgece davranmaya ve kültür ayrımı yapmadan insanlığın evrensel mirasına sahip çıkmaya yönlendirir. Bu nedenle İslamiyet’in getirdiği değişim , kendinden öncekileri yok saymak ve yok etmek üzerine kurulmamıştır. Önceden gelen kültürel birikim, batıl inançlardan arındırılmış,
Kur’an ve sünnet ışığında yeniden yorumlanarak insanlığın hizmetine sunulmuştur. Böylelikle İslamiyet’in yayılması aşamasında sınırlarına kattıkları bölgelerdeki toplumlarda problem ve çekişme yaşanmamıştır.

İslam kültür ve medeniyeti 8-12. yy. da dünyada tam güçlü bir şekilde kendini hissettirmiştir. Çok kısa bir sürede Cebelitarık Boğazı’ndan Çin Seddi’ ne kadar yayılmıştır.

İslam kültür ve medeniyetinin zirveye ulaşmasında, İslam’ın evrensel bakış açısının, ilme verdiği değerin, önemin ve insanlığın farklı tecrübelerinden yararlanma anlayışının etkisi çok büyüktür.