1. İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİNİN ESASLARI

Kültür ve medeniyet kavramları zaman içinde oluşur. Dinî, siyasi, sosyal, ekonomik,
ilmî ve sanat alanlarındaki gelişmeler belli bir coğrafyada ve mekânda zaman içinde olgunlaşıp kültür ve medeniyeti oluşturur.

İslam Kültür ve Medeniyetinin Esasları

• Tevhid • Hürriyet • İlmîlik • Özgünlük • Yerellik • Evrensellik • Sulh

1.1 Tevhid: Allah’ın zâtında, sıfatlarında , mâbud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin
ve kalp yoluyla kabul etmektir. Çeşitli hadis kaynaklarında tevhîd kelimesinin yanı sıra
bu kökten türeyen vahdehû ve vâhid kelimeleriyle, ahad ve samed isimleri yer alır.

İnsan fıtratı (yaradılışı) tevhidi kavrayabilecek ve hayata uygulayabilecek yetenektedir. Müslüman toplumlar Allah’ın (cc) varlığını ve tekliğini yaşamlarının her aşamasında
hisseder, hissettirecek şekilde davranırlar. Allah’ın (cc) güzelliğinin kâinatta kendini gösterdiğine inanır ve tüm yaratılmışlarda bu güzelliği ararlar.

Tevhid anlayışının Müslümanların hayatına etkilerini maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

• Şirkin reddedilmesi,
• Yapılan her işte sadece Allah’ın (cc) rızasının gözetilmesi,
• Kâbe örneğindeki gibi şehirlerin merkezinde mescid bulunması,
• Hayata bakış açısında din, dünya ve ahiret ayrımının olmaması,
• Sanat eserleri meydana getirilirken Allah’ın (cc) birliğine aykırı unsurların olmaması
(insan ve hayvan figürü kullanılmaması gibi),
• Mimari eserlerde kubbenin merkezde bulunması, dinî mimaride ihtişamın Allah’ın
(cc) tekliğini hatırlatacak düzeyde olması,
• Ezanın yeryüzünde tevhidin sembolü olarak yankılanması.

Tevhid, İslam toplumlarında yönlendirici güçtür. Tevhid mücadelesinin öncüleri peygamberler olup, hak olanı yüceltip, batılı ortadan kaldırmaya yönelik her çalışma tevhid mücadelesini ifade eder. İsra suresi 81. ayette bu anlayış çok güzel ifade edilmiştir: “De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olmaya mahkumdur.

1.2. Hürriyet: Hürriyet, insanın doğuştan sahip olduğu temel bir haktır. Aynı zamanda kişinin irade gücünü kullanabilmesidir. İslamda hürriyet, dinî, ahlaki, hukuki ve toplumsal yönleriyle bir bütündür. Amaç iyi insan olmaktır. Özgürlük ancak ve ancak
insanın yaratıcısına ve diğer varlıklara karşı sorumluluklarını yerine getirmesi şartına
bağlıdır.

İslam kültür ve medeniyeti, insanı kula kulluk etmekten kurtarıp, yalnızca Allah’a
kulluk ederek dünyadaki otoritelerden kurtulmasını sağlar. Zira Allah’a itaat insanı kendi
nefsi de dahil olmak üzere her türlü gücün baskısı altına girmekten korur.

Allah (cc) insanı , Kehf suresi 29. ayetle özgür bırakır. Bu ayette der ki: “Artık dileyen
inansın, dileyen inkar etsin.” İslam insanı özgür bırakır ancak ahlaki ilkelerden sorumlu tutarak, amaçsız ve başıboş bir özgürlüğün olamayacağını da öğretir. Mülk suresi 2. ayette yaratılış amacının insanın bir imtihanı olduğu şöyle vurgulanır: “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur…” İnsan hür bir iradeye sahip olduğu için imtihan olmaktadır. İslam inanışına göre insan başıboş yaratılmamıştır ve Allah’a (cc) ibadet etmek ve erdemli davranmakla yükümlüdür.

İslam kültür ve medeniyetinde hürriyet kavramı toplumsal yaşantıya önemli etkilerde bulunur. Bu etkileri şöyle sıralayabiliriz:

• İslam; düşünce ve ifade özgürlüğü tanır.
• İslam; savaşta bile kadın, çocuk ve yaşlıların öldürülmesine, esirlere kötü muamele
yapılmasına izin vermez.
• İslam, toplumsal sınıf ayrımını reddeder.
• İnsan özgürlüğünü kısıtlayan baskıcı yönetim anlayışının İslam’da yeri yoktur.
• İslam dinine göre insan için esaret değil hürriyet temel anlayıştır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki İslam kültür ve medeniyeti, toplumların ve ülkelerin birbirine savaş yoluyla üstünlük kurmadığı bir dünyayı esas alır.

1.3. İlmîlik: İslamiyet, insanlığı ilme yönlendiren ve ilim yapmayı ibadet sayan yegâne dindir. Bu nedenle İslamiyet ilim dini olarak nitelendirilir ve insanı daima ilim öğrenmeye teşvik eder. Kur’an’ın ilim olarak değerlendirdiği bilgi, vahiy yoluyla peygamberlere gelen ve insanlara iletilen bilgidir. Bilginin ilim olarak değer kazanabilmesi ancak Allah’ın (cc) kitabı Kur’an-ı Kerim’e uygun olmasıyla mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de ilim kesin hakikati ifade eder. Bakara suresi 12. ayet der ki: “… Sana gelen ilimden sonra, eğer onların keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.”

Bakara suresi 31. ayette “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” ifadesi ile Allah’ın
(cc) sıfatlarından el- Âlim yani muallim ( öğretici) özelliğine işaret eder. Bunun sonucu olarak Hz. Âdem’den itibaren tüm peygamberler insanlığın muallimi olmuş,
toplumları ilimle terbiye etmiş ve doğruya sevk etmişlerdir. İlmî konularda gösterilen gayret ve çalışma sonucunda ; mantık, kelam, felsefe, hadis, tefsir, fıkıh, tarih, dil,
fizik, kimya, matematik, tıp ve astronomi gibi ilimler gelişme göstermiştir.

1.4. Özgünlük: İslam kültür ve medeniyeti etkileşim içinde olduğu İran, Yunan,
Hint gibi medeniyetlerden edindiği kültür birikimini İslam’ın öz varlığıyla harmanlamıştır. Devraldığı bu kültür mirasının İslam inanışının temelini oluşturan tevhid anlayışına uygunluğuna bakmış, uygun olanlarını kullanmış, aykırı olanları ise ya ıslah ederek kullanmış ya da reddetmiştir. İslam medeniyeti özgündür asla taklitçi olmamıştır.

İslam kültür ve medeniyeti çok kültürlü olmasının yanı sıra paylaşımcıdır, bütünleştiricidir. Kur’an insanlığa Hz. Âdem soyundan gelmeleri sebebiyle “Ey
insanlar” diyerek hitap eder. Müslümanlar için “Halka hizmet, hakka hizmettir.” Müslüman yaratılanı Yaratan’dan ötürü sever. Kur’an-ı Kerim’in aslının bozulmamış olması İslam kültür ve medeniyetinin özgünlüğünü gösterir.

Görsel 2.3. Büyük islam alimi İbn-i Sina

1.5. Yerellik: İslamiyet yerel değerleri de önemseyen bir anlayışa sahiptir. Kültürel
farklılıkları zenginlik olarak değerlendirir. İslam medeniyeti kültürel asimilasyona (Bir topluluğun içinde yaşayan başka toplulukların dil, din ve kültürlerini değiştirmek suretiyle benliklerini yok edip, kendi benliğini kabul ettirmesi) karşı çıkar.

Başka coğrafyalarda İslam kültür ve medeniyetinin kolaylıkla yayılıp kabul görmesinde,
benimsenmesinde yerli kültüre zarar vermeme, onu koruma anlayışı çok etkili olmuştur.

Toplumun temel davranış kalıplarını belirleyen örf ve âdetler ise İslam’ın temel kaynaklarına ters düşmemek kaydıyla geçerlidir. Bu durum esas alınmak kaydıyla karşılaşılan sorunlara çözüm aranırken halkın uygulamaları da dikkate alınır.
İslam insanların günlük yaşantısına doğrudan karışmamakla birlikte kendi ilkelerini ortaya koyar ve bu ilkeler çerçevesinde serbestlik tanır. Endülüs- İslam medeniyeti ile Hint- İslam medeniyeti birbirinin aynısı olmadığı gibi, temel anlayış olarak birbirinden farklı da değildir. Her medeniyetin özü, İslam’ın ana ilkelerine ve hayat anlayışına dayanır.

1.6. Evrensellik: İslam kültür ve medeniyeti, sahip olduğu kaynaklar, verdiği mesajlar ve kapsam olarak evrenseldir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok âyet ‘’Ey insanlar’’, ‘’Ey Âdemoğulları’’ hitabıyla başlar ki bu da sınıf, toplum, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün insanlara seslendiğinin göstergesidir. Hz. Peygamber’in son peygamber olması, İslam’ın kıyamete kadar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap vereceğinin önemli bir göstergesidir. İslam’ın evrenselliği ile alakalı Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet vardır. Örneğin;

“Kur’an değerli bir elçinin, Cebrail’in getirip okuduğu sözdür! O elçi ki çok kuvvetlidir. Yüce Arş sahibi Allah’ın nezdinde pek itibarlıdır. Göklerde O’na itaat edilir, vahiyler O’na emanet edilir.”

(Tekvir suresi, 19-21. ayetler.)

‘’Bugün dininizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve din olarak size İslam’ı seçtim.’’

(Maide suresi, 3. ayet.)

1.7. Sulh: İslam, barış ve esenlik anlamında olup Arapça ‘’selam’’ kelimesinde karşılık bulur. Kur’an-ı Kerim tüm insanlığı barış ve güven ortamına çağırır ve der ki: “Ey
iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”

(Bakara suresi, 208. ayet.)

İslamiyet’in başlıca ilkesi sulh yani batıştır ancak gerektiğinde can ve malın korunması için savaşa izin vermiştir. Evrensel bir din olan İslam’da harp hukukuna dair hükümler de vardır. Örneğin;

“Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.”

(Bakara suresi , 190. ayet.)

‘’Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.’’

(Hucurat suresi , 9. ayet.)

Hz.Muhammed (sav), peygamberliği boyunca müşrikleri sabır, güzel söz ve yumuşaklıkla İslam’a davet etti. Medine döneminde şehrin yerli kabileleri arasında, aralarında çekişme ve düşmanlık olanları barıştırıp sulh etti. Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Antlaşması’nı yaparak huzuru ve barış ortamını sağladı.

Müslümanlar fethettikleri ülkelerde din birliği siyaseti gütmemişler, dinî hürriyete
önem vermişler, çok kültürlülüğe saygı duymuşlardır. Endülüs kentleri (Endülüs Emevileri Dönemi, günümüzde İspanya sınırları içindedir.) çok kültürlülüğün Avrupa’daki ilk örneğini oluşturur.

Görsel 2.7. Gül Baba Türbesi. (Macaristan)

Avrupa içlerine kadar giden Türk dervişlerinden Gül Baba’nın türbesi Macaristan’dadır. Bu türbe onların gittikleri gittikleri yerlerde barış elçisi konumunda olduklarının ve gönülleri feth ettiklerinin bir
kanıtı gibidir. İslam hoş görüsünün en güzel örneklerinden biri olan Gül Baba için Macarların yazdığı hikâyeler, şiirler, makaleler ve besteledikleri bir operet (müzikli sahne eseri) vardır.

 

2. İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİNDE YÖNETİM ANLAYIŞININ ESASLARI

İdarecilik veya diğer adıyla yönetim, Hz. Âdem’den (as) beri var olagelen bir olgu
olarak günümüze kadar gelmiş ve insanlığın en temel ihtiyaçlarından biri olarak kendini göstermiştir. Zira insanın fıtratı, bir yönetim ihtiyacını gösterdiği gibi kainatın fıtratı diyebileceğimiz tabiatta cereyan eden birçok hadise de bize âdeta yönetim anlayışı dersi vermektedir.

Bir yönetim olgusundan söz edebilmek için şu dört unsurun bir arada bulunması
gerekmektedir:

• Belli bir fikir sistemi
• O fikir etrafında toplanmış kitle, topluluk
• Fikir sistemine uygun şekilde güdülecek amaçlar, varılmak istenen hedefler ve gayeler
• Bütün bu unsurları belli bir münasebet ve muvazene içerisinde koordine ve organize
eden, denetimi sağlayan lider, yönetici

Bu unsurlar çerçevesinde İslam medeniyetinin yönetim anlayışını değerlendirecek olursak;
• Fikir sistemimiz, ‘’insaniyet-i kübra’’ olarak nitelendirdiğimiz, sınırları Kur’an ve sünnet ve İslam ulemasınca çizilen İslamiyet,

• Topluluğumuz, İslam ümmeti,

• Amacımız, hedefimiz, gayemiz, iki cihan saadetini temin etmek, yeryüzünde adaleti hakim kılmak, nizamıâlemi tesis etmek, insanıkâmil yetiştirmek,

• Liderimiz, yöneticimiz ise Hz. Muhammed (sav) ve O’nun vefatından sonra vazifelerine memur ve vekil “Halife”dir.

Bir Hadis-i Şerîf ’te ise şöyle buyuruluyor:

‘’Dikkat edin hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İnsanlara hükmeden emir bir çobandır, tebaasından mesuldür. Erkek, ev halkı üzerinde bir çobandır ve onlardan mesuldür. Kadın, kocasının evi ve çocukları üzerinde bir çobandır ve onlardan mesuldür. Haberiniz olsun, hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz.’’

(Sahih-i Buhari)

Hz. Muhammed (sav) döneminde devletin kurumsallaşması başlamış, İslam tarihinin ilerleyen dönemlerinde bu kurumsallaşma gelişerek devam etmiştir. Kurumların
oluşmasında ve işleyişinde Kur’an ve Hz. Peygamber’in (sav) uygulamaları belirleyici olmuştur.

İSLAM MEDENİYETİNDE YÖNETİM ANLAYIŞININ ESASLARI

• Emanet       • Adalet       • Liyakat       • İstişare       • Meşruiyet

2.1. Emanet: Sözlükte ‘‘eminlik, istikamet üzerinde bulunmak, birisine koruması için
teslim edilen şey’’ gibi manaları ifade etmektedir. Emanet anlayışını içerir ve hizmet makamında olan kişilere, idareciye bu mevkilerin korunması için teslim edildiğini anlatır.
Ayrıca bu makamlara ancak ve ancak emniyetli , emin kişilerin sahip çıkabileceğini vurgular. İslam medeniyetinde yönetim yalnızca yönetenlere emanet edilmemiş, yönetilenler de sorumlu tutulmuştur.

İslam kültür ve medeniyetinde emanet, korunması istenen maddi ve manevi bir sorumluluktur. Kişinin kullanıp sahibine iade etmek üzere aldığı eşyanın emanet olması
gibi, hizmet makamları ve kamu malları da emanettir. Hukuki metinler, ulusal ve uluslararası antlaşmalar, sözleşmeler de emanet kapsamındadır.

2.2. Adalet: Hukuki düzenlemeler, kanunlar, insan onurunu korumak ve toplumsal
düzeni sağlamak ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Genel olarak adalet olarak ifade ettiğimiz bu kavram toplumların en temel ihtiyaçlarındandır. Bu nedenle insanlık adaletle yönetilme anlayışı içinde olmuş ve ‘’Adalet mülkün (devletin) temeli’’ kabul edilmiştir. Toplumda adaletin sağlanabilmesi için kitaplar ve peygamberler gönderilmiştir. Allah (cc) insanların adalete uygun davranmasını istemiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:

‘’Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.’’

(Maide suresi , 8. ayet.) ’ 

Görsel 2.9. Fatih Sultan Mehmed’in adaletle ilgili sözü..

Bu bağlamda İslam, sağlam ve mutlu bir toplum kurulması için adaleti şart koşar. Adalet üzerine Hz. Muhammed (sav) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

‘’Hiçbir gölgenin bulunmadığı
bir günde Allah (cc) yedi zümreyi
kendi (arşının) gölgesinde barındırır ki bunların ilki adaletle hükmeden ve âdil davranan yöneticidir.’’

2.3. Liyakat: Kelime anlamı layık olma, uygunluk, yeterlilik ve yetenek demektir. İslam medeniyetinde bir idareci veya lider liyakat sıfatını hakkedebilmek için ilim, takva, güzel ahlak, idari kabiliyet ve adalet duygusuna sahip olmalıdır. Tüm
bunların yanı sıra kişinin iman sahibi, ileri görüşlü, anlayışlı, sabırlı, dayanıklı maharetli (beceri sahibi) olması da liyakatin önemli unsurlarındandır.

İslamiyet’te insana hizmet esastır. Şeyh Edebali’nin ‘’İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’’
sözü bu anlayışı en iyi özetleyen cümledir. Kur’an-ı Kerim’de İslam’da liyakati vurgulayan pek çok ayet vardır. Ayrıca Kur’an’ı Kerim’de geçen Allah’ın (cc) güzel isimlerinden ‘’el-Melik’’liyakat sahibi, mâlik olmayı ifade eder. Bir Ayet-i Kerime’de diyor ki:

“Allah size emanet ve yetkileri o konuda güvenilir ve yetenekli olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor.”

(Nisa suresi , 58. ayet.)

Bir hadis-i şerif ise şöyle buyuruyor; “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.”

(Buhâri)

Sonuç olarak bir işte ehil insanların görevlendirilmesi, o işin önemini ve o işe verilen
önem derecesini gösterir. Bu sayede hem ehil olan kimseye haksızlık yapılmamış, kendini geliştirme imkânı tanınmış hem de o iş gereği gibi yapılmış, maksat hasıl olmuş, sonuca ulaşılmış olur.

Görsel 2.11. Eski türklerde kurultaya boy beyleriyle birlikte hatun da katılırdı

2.4. İstişare: Yönetimde işlerin karşılıklı
görüş alışverişi içerisinde, danışılarak karara
bağlanması ve yürütülmesine istişare denir.
Tarihte bunun örnekleri mevcuttur. Buna örnek olarak Hititler’deki Pankuş Meclisi, Eski Yunan ve Roma’daki demokrasi uygulamaları (Bleuoterion adı verilen meclis binaları vardır) sayılabilir. Ayrıca eski Türkler’deki Kurultay ve Osmanlı’daki Divan-ı Hümayun istişarenin en iyi işlediği mekanizmalardır.

Cahiliye Dönemi Mekke toplumunda kabile reislerinin Daru’n Nedve’de toplanarak karar almaları istişareye önem verildiğinin göstergesidir.

İstişare, İslam yönetiminin temel esaslarındandır. Kur’an-ı Kerim’de hayata istişare anlayışının yön vermesi gerektiğini vurgulayan çok güzel ayetler vardır. Örneğin;

Görsel 2.12. Osmanlı da Divan-ı Hümayun

‘‘(Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı
ve kalıcıdır. Bu mükafat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.’’

(Şûrâ Suresi , 36-39 ayetler.)

‘‘Sen ( o zaman), sırf Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah’tan mağfiret dile. (Yapacağın) işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.’’

(Âl-i İmran suresi , 159.ayet.)

Yüce peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Uhud Savaşı’nda savunma taktiği uygulamak istemiş ancak sahabelerine de danışarak, onların meydan savaşı isteğine
(bu taktiğin iyi sonuç vermeyeceğini tahmin ettiği hâlde) uymuştur. Yine Bey’atürrıdvan

(Hudeybiye Antlaşması öncesi Rıdvan Biatı) ve Hudeybiye Antlaşması örnek verilebilir.
İslam’ın istişareye verdiği önem Kütüb-ü Sitte 16. Ciltte yer alan bir Hadis- Şerîf ’te de
karşımıza çıkar. Diyor ki: “Kim bir işe girmek ister de o hususta Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar.”

2.5. Meşruiyet: Kelime anlamı olarak, genel ahlak ve hukuka uygun olmak demektir.
İslami yönetimde meşruiyet, dinî, ahkaki, hukuki bakımdan dinin onayladığı düzenlemelerdir.

Bu konuyu açmadan önce İslam medeniyetinin temel özelliklerine vurgu yapmak gerekir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1. İslam medeniyeti, vahiy, akıl ve duygunun uyumudur.
2. İslam medeniyeti terkipçidir. (Bir araya getirici, birleştirici, tamamlayıcı.)
3. İslam medeniyeti bir fıkıh (hukuk) medeniyetidir.
4. İslam medeniyeti insan ve hoşgörü merkezlidir.
5. İslam medeniyeti evrenseldir.
6. İslam medeniyeti sömürge sistemine karşıdır.
7. İslam medeniyeti belli bir denge üzerine kurulmuştur.
8. İslam medeniyeti çeşitli ırk ve kültürlere mensup ulusların uyumlu bir şekilde bir
arada olmasından meydana gelmiş bir bütündür.

Meşruiyet, ilahi kanunun üstünlüğüne dayanır. Kur’an-ı Kerim’de bu husustaki hüküm
açıktır:

‘’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan ulu’l emre (yöneticilere-idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz taktirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.’’

(Nisa suresi, 40. ayet.)

İslam medeniyetinde yönetici, üzerine aldığı görev ve toplumun kendisine emanet olduğunu bilir, emanete ihanet etmemeyi ve güvenilir olmayı kendine ilke edinir. Toplumu adaletle yönetip, kişiler arasında eşitliği sağlar. Liyakat ve adalet sahibi yöneticinin seçimi istişare ile yapılır. İstişareler sonucu seçilmiş olan yönetici meşruiyet kazanmış olur.