1. KUR’AN VE SÜNNETTE İLİM

Dinî terimler sözlüğüne göre ilim; insanın duyu organlarıyla elde ettiği veya Allah’ın (cc)
vahiy yoluyla doğrudan doğruya gönderdiği  ve kesinliği konusunda şüphe olmayan bilgi demektir.

Kur’an’a göre ilim; Allah’ın (cc) vahiy yoluyla gönderdiği, içinde asla şüphe ve zan bulunmayan kesin bilgiye denir. Bu bilgiye sahip
olup amel edene de âlim denir. Kur’an-ı Kerim’e göre Allah (cc) görünen ve görünmeyen
her şeyin bilgisine sahiptir, insana bilmediklerini öğretendir.

“O! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O
Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”

(Âlak suresi, 3-5. ayetler.)

Zümer suresi, 9. ayet der ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bu ayet- i
kerimede bilginin ve bilgi sahibi olmanın ayrıcalıklı ve belirleyici rolünü anlarız. İlmin
İslam medeniyetindeki baskın ve belirleyici rolü, diğer uygarlıklarda görülmemiştir.
Kur’an-ı Kerim, bilme yetisinin, insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli fark olan akıl sayesinde kazanılacağını vurgular. Kur’an-ı Kerim’de der ki:

“Bilin ki yeryüzünü ölümünden sonra
diriltmektedir. Düşünesiniz diye gerçekten size ayetleri açıkladık.”

(Hadid suresi,17. ayet.)

İslamiyet bir ilim dini, İslam medeniyeti de bir ilim medeniyetidir. Kur’an-ı Kerim’de bilginin yegâne sahibi ve kaynağının Allah (cc) olduğu gerçeği şöyle ifade edilkmek ifade edilmektedir:

“O, güveni bir ışık( kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile ( hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, ayetlerini bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.”

(Yunus suresi, 5. ayet.)

“O ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.”

(Hadid suresi, 3. ayet.)

İslamiyet bir ilim dini, İslam medeniyeti de bir ilim medeniyetidir. Kur’an-ı Kerim’de
bilginin yegâne sahibi ve kaynağının Allah (cc) olduğu gerçeği şöyle ifade edilmektedir:

“O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona nesiller takdir edendir. Allah bunları ( boş yere değil) ancak gerçek ile ( hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, ayetlerini bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.”

(Yunus suresi, 5.ayet.)

“O ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.”

(Hadid suresi, 3. ayet.)

Kur’an’da ilim sahibi olmak için gerekli araştırmaları yapmak önemle vurgulanmıştır.
Bu konuda Hac suresi 46. ayette der ki: “ Yer yüzünde gezip dolaşmazlar mı ki düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Geçekte gözler değil (kalp gözü) kör olur.”

Bunun yanı sıra kesin bilgiye dayanmayan, zan ile elde edilen bilgi ve verilerin değersizliğini ve insanları gerçeğe ulaştırmayacağını ise Yunus suresi, 36. ayette buluyoruz:

“Zan ise şüphesiz ki Hak karşısında hiçbir şey ifade etmez.”

Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflere göre hayatın amacı, ilimle elde edilen iman sonucu, iyi insan olmak ve iyi işler yapmaktır. İlk Müslümanlar yani Kur’an ayetleriyle ilk muhatap olanlar, Hz. Peygamber’in (sav) teşviki ile okuma, yazma ve ilmî faaliyetlerin yaygınlaşması için büyük çaba harcamışlar, böylelikle Cahiliye Dönemi toplumu, sadece
örf ve âdetlerin yönlendirmesinden kurtulup, gerçeğe ulaşmıştır.

Peygamberliğin asıl hedefi, eğitim ve öğretime dayalı, ilme bağlı olarak şekillenmiş bir toplum yaratmaktır. Hz. Peygamber’in (sav) ilme olan düşkünlüğü ve toplumu bu yönde teşviki, O’nun sünnetini izleyenler için her dönemde bir ışık kaynağı olmuştur.

Hz. Peygamber (sav) eğitimde kolaylaştırıcı metotları, sabrı, tahammülü önemle tavsiye etmiş, öfke ve şiddetten uzak durulmasını istemiştir. Bu konuda bir hadis vardır ki şöyle buyuruyor:

“Ben Resullullah’tan daha güzel eğitim veren bir öğretmen görmedim. Beni ne azarladı ne dövdü ne de hakaret etti.”

(Ahmet b. Hanbel, C5, 447-448.)

Başka bir hadiste ise der ki:

‘‘İlim öğrenmek, her Müslümana farzdır.”

(İbn. Mace, Mukaddime,17.)

Hz. Ali’ye (ra) de derin bilgisi sayesinde “ilmin kapısı” ünvanı verilmiştir.

İlmin önemli bir güç olduğu, İslam toplumları tarafından erken dönemlerden itibaren kavranmış olup bu gücün temelinde ilmin kaynağı Allah’a (cc) yakınlık vardır. İslam kültür ve medeniyeti bu sayede geniş coğrafyalara ulaşmış ve dünyayı aydınlatmıştır.

2. İLMÎ HAYATIN GELİŞİMİ VE DÜNYADAKİ ETKİLERİ

2.1. Kur’an-ı Kerim’in Cem ve Çoğaltılması

Kur’an; okumak, muhafaza etmek anlamında olup hitabete dayalı bir metin özelliğine sahiptir. Cahiliye Dönemi’nde söz sanatları önemli olduğundan Kur’an-ı Kerim, söz sanatlarının tüm inceliklerini içinde barındırır ve bu özelliklere sahip olarak indirilmiştir. Böylelikle hafızada tutmak yoluyla muhafaza edilmesi kolaylaştırılmıştır.

 

Görsel 4.5. İlk mushaf sayfaları

 

Görsel 4.6. Hz. Osman’a itaf edilen ilk mushaf

Hz. Muhammed (sav), vahyin başlangıcından bitişine kadar Kur’an’ın tüm bölümlerini, sahabeden seçilen vahiy katiplerine yazdırmıştır. Kur’an, sahabeden, Kurra ve Hameletu’l Kur’an adı verilen hafızlarca ezberlenerek muhafaza edilmiştir. Siyer kaynaklarının aktardığına göre her yıl ramazan ayında o ana kadar inmiş olan tüm bölümleri Hz. Muhammed (sav) Hz.Cebrail’e (as) okuyor, Sahabiler de mevcut nüshaları Hz. Peygamber’in (sav) okuyuşuyla karşılaştırıyordu.

Hz. Ebubekir (ra) halifeliği döneminde, Zeyd b. Sabit (ra) başkanlığında , vahiy katiplerinden bir heyet oluşturarak, Kur’an metinlerinin karşılaştırmalı kontrolünü yaptırıp Mushaf adıyla iki kapak arasında cem ettirdi. Ortaya çıkan Mushaf-ı Şerif, Hz. Ebubekir‘in (ra) vefatından sonra diğer halifelere emanet edildi. İlk nüshadan yapılan çoğaltma işlemi ise Hz. Osman (ra) zamanında gerçekleştirildi. Zeyd b. Sabit (ra) başkanlığındaki bir komisyon tarafından yedi adet çoğaltılıp ülkenin farklı merkezlerine yollandı. Böylelikle metin farklılıklarının ortaya çıkma ihtimali önlenmiş olup Kur’an-ı Kerim hiç değişime uğramadan günümüze kadar ulaştı.

2.2. Hadislerin Tedvin ve Tasnifi

Hadis; kelime anlamı olarak söz, haber demektir. Daha açık anlamıyla; Hz. Peygamber’in (sav) sözleri, fiilleri ve takrirleri ile sahabelerin dine aykırı olmayan söz ve davranışlarını onaylaması, Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerim’den anladıklarını söz ve davranışlarıyla ifade etmesidir.

Hadis kelimesi “sünnet” terimiyle eş anlamlıdır ancak sünnete oranla daha geniş bir anlama sahiptir çünkü sünnet, Hz. Peygamber’in (sav) sadece fiilleri, hadis ise hem sözleri hem fiilleri hem de başkalarının yaptığı davranışlardan uygun gördükleri anlamındadır.

Kur’an-ı Kerim’de sıklıkla kendilerine Kitap ve hikmet verilenlerden söz edilir. Bununla alakalı Nisa suresi 113. ayette der ki: “ Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ı n lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.” Hz. Peygamber’in (sav) sünneti, Kur’an’ daki ifadeye göre “hikmet” olarak nitelendirilmektedir ayrıca hayatı anlatılırken O’nun “yaşayan bir Kur’an” olduğu vurgulanır.

Hz. Peygamber’in (sav) söz ve uygulamaları vefatından sonra rivayet olarak nakledilmiştir. Hz. Peygamber (sav) Kur’an metinleriyle , kendi sözlerinin karışacağı endişesiyle, kendi sözlerinin yazılmasını yasaklamış, sadece bazı kişilere özel izin vermiştir. Böylelikle hadisler erken dönemde kaydedilmeye başlanmıştır. İslam toplumunda Hz. Peygamber’in (sav) sözlerinin gelecek kuşaklara aktarılması çok önemsenmiş, hicri 2. yüzyıldan itibaren tasnif edilmeye başlanmıştır.

Görsel 4.7.Hz. Muhammed’in (s.a.v) islama davet mektubu

 

Tedvin; Dinî terim olarak; yazılı şeyleri bir araya getirme, düzene koyma, kitap yazma, kaydetme anlamına gelmektedir. Siyer ve Megazi kaynakları, hadis ilminin doğuşunda etkili olmuş, hadislerin tedvinini hızlandırmıştır.

Hadisler, belli bir metodolojik yöntemle incelenmiştir. Buna göre senet ve metin olmak üzere iki kısımdan oluşur. Senet ve metnin geçerliliği, güvenilirlik yani sağlıklı olup olmadığı yönünden incelenmesine cerh ve tadil denir. Hadis ilmiyle uğraşan âlimlere muhaddis adı verilir. Muhaddisler, itinayla çalışarak, çeşitli kişilerden aldıkları kaynak ve rivayetleri hem güvenilirlik bakımından hem de konuları yönünden tasnif edip sınıflandırmış ve geniş birkülliyat oluşturmuşlardır. Altı ayrı hadis derlemesinden oluşan bu geniş külliyata Kütübü’s Sitte adı verilir.

Siyer, megazi ve hadis ilimleri, İslam tarihçiliğinin başlamasına öncülük ve kaynaklık etmiştir. Böylelikle hadis ilmindeki senet zinciri metoduyla, tarih ilmine kaynak belirtme metodu kazandırılmış, hadis ravilerinin hayatlarına dair yazılan eserler ise biyografi yazımının öncüsü olmuştur.

 

2.3. Tercüme Hareketleri: İslam dünyasında felsefi düşüncenin oluşumunda, komşu kültür ve medeniyetlerle ilişkilerin, bilgilerin karşılaştırılmasının önemli bir rolü vardır. Fetihlerle birlikte Müslümanlar, kendi coğrafyalarının dışında, eski felsefi kültürlerle yüz yüze geldiler ve başta Yunanca olmak üzere çeşitli dillerdeki felsefi ve bilimsel eserleri Arapçaya tercüme ettiler.

Bu hareketlilik özellikle Emeviler Dönemi’nden başlayarak Abbasiler Dönemi’nde de devam etmiş ve Müslümanların ilmî birikimine çok önemli katkılar sağlamıştır. Bu sayede İslam dünyasında bilim ve teknoloji hızla gelişmiştir ancak bu gelişimde Abbasi halifeliğinin, imparatorluk yapısının doğurduğu ihtiyaçların yanı sıra İslami entelektüel
bilgi birikiminin de katkısı büyüktür.

Antik Çağ kültürünün önemli merkezleri olan İskenderiye, Harran ve Cündîşâpur (İranda eski bir kent) daki kütüphane, rasathane, tercümeevi ve tıp okulu kesintisiz olarak ilmî çalışmalara ve hizmet vermeye devam etmiştir. Abbasiler Dönemi’nde de Bağdat ve Cündîşâpur’da bilim adamları önemli eserlerden çeviriler yapmış, tercüme hareketlerine büyük katkı sunmuşlardır.

Emeviler Dönemi’nde yetişen Halid b. Yezid, kimya bilimi konusunda ilk tercüme ve telif eserlerini ortaya koymuştur. Abbasi Halifesi Harun Reşid ve oğlu Halife Memun Dönemleri’nde de yapılan tercümelerle bilginin yayılışı ve aktarımı hızlanmış; Bağdat, Cündîşâpur, Harran ve İskenderiye bu bilgi akışı sayesinde önemli ilim merkezleri hâline gelmiştir.

 

Çevirmenliğin atası olarak kabul edebileceğimiz Beyt’ül Hikme (Beyt’ül Hikmet),
Abbasi Halifesi Memun tarafından yaklaşık 830 yılında Bağdat’ta yaptırılan büyük Bilimler Akademisi’dir. Aynı zamanda bir kütüphane ve çeviri merkezidir. Günümüzde Bilgelik Evi olarak da bilinmektedir. Burada tıp, riyaziyat(matematik), hendese (geometri), astronomi, fizik, kimya, biyoloji, tarih, coğrafya ve coğrafya ve felsefe kitapları; Süryanice, Farsça, Hintçe, Yunanca gibi çeşitli dillerden Arapçaya çevrilmiş, bu sayede İslam dünyasının en büyük kütüphanesi oluşmuştur. Böylelikle İslam Dünyası 8-13. yüzyıllar boyunca dünyada ilmî faaliyetlerin merkezi hâline gelmiştir.

2.4. İlmî Araştırmalar ve Telif Faaliyetleri

Müslümanlar fethettikleri bölgelerde kendilerinden önce yaşamış olan kültür ve medeniyetlerin bıraktığı kültür mirasından yararlanmıştır. İslamiyet’in ilk dönemlerinden itibaren sistemli bir şekilde yaptıkları ilmî çalışmalar ve ilmî kurumlarla özgün ve günümüzde de geçerliliğini koruyan çok kıymetli eserler verdiler.

Müslümanların ilmî çalışmalarını yaparken özen gösterdikleri bir durum vardır ki
bu da insanlığa faydalı olmak ve çalışmaların gerçek hayata uyarlanabilir olmasıdır. İslam medeniyetinde ilim, insanı özgürleştirici bir niteliğe sahiptir. İslamî ilmin en önemli özelliklerinden biri de duyularla kolaylıkla anlaşılabilmesi, gözlem ve tecrübeye dayalı olmasıdır. İlmî faaliyet gösteren kişinin emeğine saygı esas olup böylelikle ilim ahlakı ilk kez İslam hassasiyeti ve kültürüyle ortaya konmuştur. İslam âlimleri, varlık ve bilgi nazariyelerine bağlı kalarak yeni bir kozmoloji (bir bütün olarak evreni inceleyen bilim dalı) ortaya koymuşlardır.

Abbasiler Dönemi’nde Bağdat, ilmî çalışmaların merkezi olup, ilmî faaliyetler Beyt’ül Hikme’de yoğunluk kazanmıştır. Astronomi, coğrafya, tarih, geometri, tıp, kimya başta olmak üzere pek çok alanda çalışmalar yapmış ve önemli eserler vermişlerdir.

Tercüme yoluyla elde edilen eserler, bilginin kullanılması sürecinde önemli katkılarda bulunmuş, yazılan eserler ilim dünyasını zenginleştirmiştir. Ünlü filozoflardan El-Kindi başta olmak üzere, Farabi, İbn-i Sina, Gazali ve İbn-i Rüşt eserleriyle hâlâ günümüze ışık tutmaktadır. Bu sayede ortaya koyulan teoriler ile deney ve gözleme dayanan çalışmalar neticesinde fen bilimleri hızla gelişmiştir. Fizik, kimya, biyoloji, jeoloji ve astronominin yanı sıra tıp alanında önemli gelişmeler olmuştur. Matematikte Hint rakamları yaygın olarak kullanılmış, farmakoloji (eczacılık ve ilaç bilimi) büyük aşama kaydetmiştir ki bu buluşları ilk keşfedenler Müslüman âlimlerdir. Dönemin önemli seyyah ve coğrafyacılarından olan Müslüm b. Humayr, Cafer b. Ahmed, İbn Havkal, El Biruni ile ünlü tarihçilerden İbn Haldun, Mesudi, Taberi, İbn-i Kesir, Vakıdi, İbn Esir çok önemli ilmî eserler ortaya koymuşlardır.

İslam medeniyetinde ilimler özelliklerine göre tasnif edilmiş ve disiplinlere ayrılmıştır. Böylelikle standartlaşma da sağlanmıştır. Örneğin ilm’ül felek (ilmü’l heyet) olarak anılan astronomi (uzay bilimi) ile, ulumu’r riyaziyye olarak bilinen matematik bilimleri öncelikle disipline edilip standartlaştırılmış, ilmü’l heyet ilm-ü ahkâm en- encüm olarak adlandırılan astrolojiden ayrılmıştır. İslam âlimleri bu tasnifi yaparken metodoloji geliştirmeye de önem vermişler, Ihsau’l Ulum çalışma grubu oluşturmuşlardır. Bu çalışma grubuna pek çok İslâm âlimi katılmıştır. Ünlü İslam âlimi Farabi’nin Ihsau’l Ulum adında bir de eseri vardır. Eserinde ilimlerin tasnifinin gerekliliğini şöyle açıklar:

• İlimlerin sınırlarını birbirinden ayırmak,
• Alanlar arasındaki ilişkileri belirlemek,
• Farklı ilimlere ait birikimleri konularına göre değerlendirmek,
• Eğitim sisteminin ana müfredatını oluşturmak.

Deney ve gözleme dayalı araştırmacı yaklaşımın ortaya çıkması, bilginin tasnifi, kayıt ve arşivleme çalışmaları Müslüman bilginlerin bilim dünyasına ve dünya kültür mirasına armağanıdır.

Bu bilgiler ışığında İslam âlimlerinden bazılarının eserlerini ve çalışma alanlarını bir tablo hâlinde görmekte yarar vardır:

 

 

2.5. İlmî Faaliyetlerin Diğer Medeniyetlere Etkileri

Güçlü medeniyet atılımlarına öncülük eden ve bu birikim etrafında bir düzen oluşturan toplumlar, tarih sahnesine çıktıkları zaman ile tarih sahnesindeki süreçte ve sonrasında kuvvetli bir algı oluştururlar. İslam medeniyeti de benzer bir süreç geçirerek çevre medeniyetler ve kendinden sonraki kültürle etkileşimde bulunmuş ve üzerlerinde etkileri olmuştur. İslam kültür ve medeniyetinde ortaya koyulan ilmî faaliyetlerin kendisinden sonra gelen ilmî çalışmalara ilham kaynağı olması konusunda birtakım ayırt edici özellikleri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Evrensellik: İslamiyet’in yayılma sürecinde diğer millet, medeniyet ve kültürlerle kuvvetli bir iletişim gerçekleşmiştir. Bu durum, ilmî faaliyetlere, gelişim ve değişime açık olmak bakımından bir esneklik ve ön yargısız bir bakış açısı kazandırmıştır. Bu yaklaşım, insanlığa ait birikimin bir araya toplanmasına katkı sunmuştur.

Metodik Çalışma: Gerçeğe ulaşmada, deney, gözlem ve teorinin birlikte kullanılması en sağlıklı yoldur ve bu uyum tarihte ilk kez İslam kültür ve medeniyeti sürecinde ortaya konmuştur.

Akıl ve Bütüncül Tavır: Müslümanlar, ilmî çalışmalarında din ve din dışı gibi bir anlayışa sahip değildirler. Bu çalışmalara daima bütüncül, kucaklayıcı bir yaklaşım hâkimdir. Müslümanlar, aklın muhatap olduğu vahye dayalı hakikatler ile deney ve gözleme dayanan araştırma sonuçları arasında hiçbir çelişki yaşamamıştır.

Ahlaki Tavır: Karşılıklı görüşlere saygı, bilginin kaynağının belirtilmesi, iç ve dış tenkidlerin yapılması, varılan sonuçların paylaşılması, ilmî güvenliği sağlayan başlıca kriterler, ölçütler olarak dünya ilim mirasına kazandırılmıştır.

11.yüzyıldan itibaren İslam dünyasındaki ilmî çalışmaları olumsuz etkileyen, sekteye uğratan siyasi olaylar vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

• Haçlı Seferleri

• Moğol İstilası

• Endülüs’ün Müslümanların elinden çıkması

Şu bir gerçektir ki Batı’nın bugünkü bilim ve teknolojiye ulaşmasında, bu birikimin oluşmasında en büyük pay, Müslümanlardan elde edilen kültür mirası ve bilgi birikimidir. İslam dünyasındaki ilmî ve teknolojik gelişmeler 13. yüzyıldan itibaren, üç coğrafi güzergâh üzerinden Avrupa’ya aktarılmıştır:

•Anadolu

• Kuzey Afrika-Sicilya-İtalya

• Kuzey Afrika- Endülüs

Avrupa merkezlerinde kurulan eğitim kurumlarında Arapçadan tercüme edilen eserlerden oluşan müfredat kullanılmıştır. Coğrafi Keşifler, Rönesans ve Reform hareketleri ile aydınlanma devam etmiş ve günümüze kadar sürmüştür. Tercümeler vasıtasıyla bu ortak miras, medeniyetler arası bilgi aktarımına dönüşmüş ve bütün insanlığa mâl olmuştur. Bu birikimin oluşmasında Müslümanların en büyük pay sahibi olduğunu unutmamak gerekir.

18. yüzyıldan itibaren İslam ilimleri ve Müslüman toplumu ve tarihi üzerinde önemi çalışmalar yapan oryantalistler, İslam kültür ve medeniyetinin birikimini analiz etmiş, yararlanılabilir hâle getirmiş ve bu konuda büyük bir boşluğu doldurmuşlardır. Müslümanların dünya bilim tarihine etki ve katkılarını maddeler hâlinde şöyle özetleyebiliriz:

Görsel 4.11. Ünlü islam alimi Mesudi.

• İlmî birikimin korunup devamlılığının sağlanması.

• İlimlerin her yönden gelişiminin sağlanması.

• İlimlerin coğrafi dağılımının sağlanması.

• Yeni ilim dalları, buluşlar ve eserlerin ortaya
konması.

Sanayi İnkılâbı’ndan sonra 19 ve 20. yüzyıllarda, dünyada siyasi tablo değişmiş, egemenlikler el değiştirmiş, İslam dünyası bilgi üretmekte yavaşlamıştır ancak hâlihazırda bulunan medeniyet tecrübesi ve bilgi birikimi, iletişimin hızlanmasıyla yeni oluşumların doğmasına neden olmuş, ilmî çalışmalar etkin rol oynamıştır.

3. İLİM KURUMLARI

Kur’an-ı Kerim’in ilk emri “Oku!” dur. ( Âlak suresi, 1. Ayet.) Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) “İlim, Çin’de bile olsa gidip alınız.” (Beyhâki, Şuabu’l-iman,II/254) hadisi eğitime verdiği önemin kuvvetli bir göstergesidir. Hz. Peygamber (sav), bilgi sahibi bir toplum oluşturmak için eğitim-öğretim faaliyetlerinin kapsamını geniş tutmuş, her yaştan insanın eğitim almasını sağlamak için İslamiyet’i kabul etmiş olan bölgelere eğitimciler göndermiştir. Ailelere çocuklarının yüzme, aritmetik, tıp, soy bilgisi, Kur’an okuma gibi alanlarda yetişmelerini tavsiye etmiştir. Peygamberimiz (sav) yabancı dil bilmeyi de önemsemiştir. Sahâbeler arasında Farsça, Rumca, Kıptîce, Habeşçe, İbranice ve Süryanice bilenler de vardır.

3.1. Mescitler

Eğitime çok büyük önem veren İslam’da, ilk öğretim faaliyeti, Peygamberimizin (sav), Bedir Savaşı sonunda harp esirlerini okuma-yazma işinde görevlendirmesiyle başlar. Buna göre her esir, okuma-yazma bilmeyen on çocuğa, okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılmıştır. Peygamberimizin (sav) Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk işlerden birisi de Mescid-i Nebevi’nin yanına yaptırdığı “Suffa” isimli eğitim kurumuydu.

Suffa, gündüzlü ve yatılı olarak Müslümanlara hizmet veren ve tüm masrafları varlıklı kişilerce karşılanan bir eğitim kurumuydu. Suffa’daki eğitim faaliyeti, peygamber mescidi olan Mescid-i Nebevi’den bağımsız değildi. Buradaki ilim faaliyeti sonraki camilere de örnek olmuştur. Pek çok yerde camiler ilim merkezi hâline gelmiştir. Mısır’da bulunan Amr Camii ve El Ezher Camii; Şam’da inşa edilen Emeviyye Camii; Bağdat’taki Mansur Camii bu fonksiyondaki yapıların en seçkin örnekleridir. Endülüs’teki (İspanya) Kurtuba Camii sadece Müslümanlara değil pek çok Avrupalıya da ilim ve irfan yuvası olarak hizmet vermiştir.

3.2. Küttaplar (Kütüphaneler)

Medreselerden önce açılan, medreselerden sonra da var olan bir eğitim kurumudur. Önceleri genel okuma-yazma öğretiminin verildiği mektepler görevini üstlenirken, daha sonra medrese öncesi eğitim veren ilk mektepler konumuna gelmiş, kasaba ve köylere kadar yayılmıştır.

Emeviler Dönemi, İslam kütüphaneciliğinin başlangıç devri olarak kabul edilir. Kur’an ve hadis tedvini ile yayın faaliyeti bu dönemde başlamıştır. İlk Emevi halifesi Muaviye zamanında Şam’da resmî bir kütüphanenin kurulduğu bilinmektedir. Bazı âlimlerin evlerinde de özel bir kütüphane bulunmaktadır. Halife Muaviye’nin kurduğu kütüphanede Sahibü’l mesahif olarak bilinen bir kütüphaneci, bir de müstensih (yazıyı çoğaltan, kopya çıkaran) görevlendirilmiştir.

Abbasiler Dönemi’nde, Çinlilerden öğrenilen kâğıt imalatı kitap yazımını kolaylaştırmış, 8. yüzyılın sonlarına doğru Bağdat’ta bir kâğıt imalathanesi kurulmuştur. Böylelikle telif faaliyetleri artmış, kitap ticareti yaygınlaşmıştır. Bu dönemde, 8. yüzyıldan itibaren Bağdat, Şam, Kahire ve Basra gibi şehirlerde Sûkûl Verrâkîn adıyla bilinen kitap çarşıları kurulmuştur. Abbasiler zamanında, Halife Mansur Dönemi’nde tercüme eserlerin sayısı artmıştır. Sahaflık mesleği o dönemden başlayarak yayılmış olup günümüzde de varlığını devam ettirmektedir.

Bu konu başlığı altında, önemli bir eğitim kurumu olan Beytü’l Hikme’den de sözetmek gerekir. Beytü’l Hikme, hem tercüme merkezi ve kütüphane olma özelliğiyle ön plana çıkmış olmakla birlikte aklî bilimler üzerinde çalışılan bir eğitim kurumudur. Abbasilerin başkenti, Bağdat’tan Samarra’ya taşındıktan sonra araştırma merkezi olma özelliğini kaybetmiş, kütüphane fonksiyonunu sürdürmüştür. Musul’da Daru’l İlim, Kahire’de Daru’l Hikme, Samarra’da Hizanetü’l Hikme de ilimle alakalı kitapların bulunduğu merkezlerdir. İslam dünyasının en batı ucu olan Endülüs’te de devlete ve şahıslara ait pek çok kütüphane vardır. 16. yüzyılda İslam dünyasında devlet ve özel kütüphanelerdeki kitap sayısı, Avrupa’daki toplam kitap sayısından çok daha fazlaydı.

İstanbul’daki Süleymaniye Kütüphanesi, Süleymaniye Külliyesi’nin bir parçasıdır. Günümüzde ayakta kalan kalan ve fonksiyonunu devam ettiren en büyük el yazması kitap arşividir. Çok zengin bir kitap koleksiyonuna sahip olan kütüphane, hem İslam kültür ve medeniyetinin birikimini barındırmakta hem hem de dünya kültür mirasına
katkı sunmaktadır.

3.3 Medrese, Mektep ve Üniversiteler

Medreseler, eğitim–öğretime tahsis edilen ve bu amaçla gerekli şartların sağlandığı mekânlardır. Medrese kelime olarak “ders” kökünden türetilmiştir bu da ilimle olan ilişkisini ifade eder. İslam kültür ve medeniyetinin en önemli ve uzun süre yaşayan eğitim, öğretim ve ilim kurumlardır.

Medreselerin resmî bir kuruluş olarak devlet eliyle kurulması 10. yy.da Türkistan’da Karahanlılar Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Medreseler, Gazneliler ve Samanoğulları tarafından daha da geliştirilmiştir. İslam dünyasında medrese teşkilatının gelişmesinde en büyük pay Büyük Selçuklulara (1040-1157) aittir. İlk medrese Tuğrul Bey tarafından Nişabur’da kuruldu. Sultan Alparslan ve Melikşah’ın vezirliğini yapan Nizam-ül Mülk, Bağdat’ta 1065 yılında Nizamiye Medresesi’ni inşa ettirmiş ve faaliyete açmıştır. Daha sonra Belh, Nişabur, Herat, Isfahan, Basra, Musul gibi merkezlerde de Nizamiye Medreseleri kurulmuştur.

Medreselerde mantık, belagat, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi İslami ilimlerin yanı sıra tıp, farmakoloji ve tabiat bilimleri de okutulurdu. Derslerde müderris adı verilen medrese hocaları ders vermenin yanısıra tartışmaları idare eder, müzakereci asistanlar da bu eğitim sisteminin içinde yer alırdı. Nizamiye Medreseleri’nin baş müderrisliğini yapmış olan İmam-ı Gazali’nin İhyau Ulumi’d Din adlı eserinde yaptığı müfredat çalışması, ilim dallarının tasnifinde belirleyici olmuştur.

Bağdat’taki Nizamiye Medresesi, İslam ülkelerinde yüksek öğrenim programı uygulayan ilk eğitim kurumudur.

Mustansiriye Medresesi, Bağdat’taki Nizamiye Medrese Medresesini örnek alarak 1227’de açılmıştır. Medreseler genellikle aynı plan şemasına sahiptir.

Ortada bir avlu, etrafında öğrenci odaları görevini üstlenen eyvanlardan oluşur. Zamanla konferans salonları, kütüphane, yemekhane, hamam, hastane gibi bölümlerin eklenmesiyle külliyeye dönüşmüştür.

Anadolu Selçukluları Dönemi’nde ülkenin pek çok yerinde medreseler açılmış, bilime ve eğitime önem verilmiştir. Başta Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum olmak üzere medreseler inşa edilmiştir. Konya İnce Minareli Medrese, Konya Karatay Medresesi, Sivas Gök Medrese, Erzurum Çifte Minareli Medrese en önemli örneklerdendir.

İlk Osmanlı Medresesi, İznik’in fethinden sonra 1330-1331 yılında Orhan Gazi tarafından kurulmuş olan olan Orhan Gazi Medresesidir. Yine İznik’teki Süleyman Paşa Medresesi de ilk Osmanlı medreselerindendir.

Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Sahn-ı Seman Medresesi ile Kanuni Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği ettirdiği Süleymaniye Medreselerinden pek çok ulema yetişmiş ve önemli ilmî eserler bırakmışlardır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışına yakın dönemlerde Bosna vilayetinde yüz elli civarında hadis ihtisası medresesi bulunmaktaydı.

Kuruluşundan itibaren ciddi görevler almış olan medreseler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, 1925 yılında resmî olarak kapatılmıştır ancak Balkanlar’da ve Anadolu’da hâlen işlevini sürdürmekte olan medreseler vardır.

Rasathaneler: Rasathane kelimesi Arapça rasad (gözetleme) ve Farsça hâne (ev) kelimelerinden oluşur. İslam tarihinde rasathane, ilk defa düzenli gözlemler yapmak üzere açılan, içinde çoğunlukla Müslüman astronomlar tarafından icat edilmiş gözlem araçları bulunan, matematikçi ve astronomların birlikte görev aldığı bir kurumdur. Rasathanelerin ihtiyaçları devlet hazinesi ya da ilme meraklı zenginler tarafından karşılanırdı.

İslam dünyasında ilk rasathane Abbasi Halifesi Memun (813-833) tarafından kurulan Şemmasiye Rasathanesi’dir. Yine Halife Memun Dönemi’nde kurulan diğer önemli bir bilimsel kurum Kâsiyûn Rasathanesi’dir ki İslam âlimi Birunî, burada güneş ve ay gözlemlerinin yanı sıra bazı yıldız ve gezegenlerin gözlemlerinin de yapıldığından bahsetmektedir. Özellikle Kâsiyûn Rasathanesi ile birlikte astronomik gözlemcilik kurumsallaşmıştır.

1259 tarihinde (13.yy.) İlhanlı Hükümdarı Hülagü tarafından İran’da kurulan Merâga Rasathanesi gözlemevi olmanın yanı sıra astronomi ve matematik derslerinin de verildiği bir bilim üniversitesi niteliğindeydi. Bu rasathanenin bir özelliği de milletlerarası bir kurum hâline gelmiş olmasıdır.

Sultan 3. Murat tarafından 1575 yılında(16.yy.) İstanbul Tophane Tepesi’nde ünlü matematikçi ve astronom Takiyüddin el Raşit’e kurdurulan İstanbul Rasathanesi, teknik olarak çok ileri düzeydeydi.

Anadolu’da da çeşitli rasathaneler kurulmuştur. Anadolu Selçukluları Dönemi’nde 1272 tarihinde Kırşehir’de kurulan Cacabey Medresesi ve Rasathanesi ile Beylikler Devri’nde Kütahya’da kurulan Vacidiye Medresesi ve Rasathanesi özellikle vurgulanmaya değer ilim kurumlarıdır.

Avrupa’da 16. yüzyılda başlayan bilimsel gelişmelere İslam dünyasındaki bu rasathanelerin katkısı çok olmuştur. Günümüzde gözlemevi adıyla bilinen rasathaneler, astronomi bilimine ve evrenin yakından tanınmasına katkı sağlamaktadır.

Mektep: Mektep kelimesi sözlükte “yazmak” anlamına gelen ketb kökünden gelir, mekân ismi olan “okul” demektir. Hz.Peygamber (sav) Devri’nden beri, okuma, yazma ve Kur’an öğretilen okullara “küttab” denilmiştir.

Hz. Ömer’in halifeliği zamanında bu tür eğitim kurumları yaygınlaşmış, mektep yapımı ve öğreticilere maaş bağlanması gibi yenilikler gerçekleştirilmiştir. Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında bu eğitim kurumlarına Sıbyan Mektebi denilmiştir. Osmanlılar zamanında bu mekteplere ayrıca Mahalle Mektebi ve Taş Mektep gibi isimler de almış, hocalarına da muallim denilmiştir.

Abbasiler Dönemi’nde mektep, mekteb-i felsefe gibi bir branşı vurgulamak amacıyla da kullanılmıştır.

Osmanlı Dönemi’nde, 18. yy. Islahat Hareketleriyle birlikte teknik bilgi ihtiyacını karşılamak amacıyla mesleki ve teknik eğitim veren orta ve yüksek öğretim kurumları hayata geçirilmiştir. 19.yy.dan itibaren ise mektep kavramı bugünkü “okul” karşılığında kullanılmaya başlanmıştır.

Sultan 3. Mustafa Dönemi’nde 1773’te kurulan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun hem İstanbul Teknik Üniversitesi hem de Deniz Harp Okulu’nun temelini oluşturur ki Batılı tarzda kurulan ilk mekteplerdir.

19.yy.dan itibaren Islahat Hareketleri neticesinde Mekteb-i Tıbbiye (Tıp Fakültesi),
Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi), Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Fakültesi), Daru’l Fünun-u Âliye (Fen Fakültesi-Edebiyat Fakültesi) ve Muallim Mektebi gibi bugüne de ışık tutan çok önemli mektepler açılmıştır.

Üniversiteler: İslam kültür ve medeniyetinin kurumsal yapısı yüzyıllar içinde değişmiş, gelişmiş, bu gelişime bağlı olarak ilim ve eğitim kurumları da kendilerini yenileyip, geliştirmiştir. Bu yenileme ve dönemin şatlarına uygun olarak güncellenme, toplumun ihtiyaçlarından kaynaklandığı gibi karşılaşılan diğer kültür ve medeniyetlerin etkisiyle de olmuştur. İslam dünyasında Medreseler, yüksek öğretim kurumları olarak işlevlerini devam ettirmişlerdir. Külliyeler, medreseleri de içinde barındıran yapılar topluluğu olarak ilim kurumları içinde önemli bir yere sahiptir ki İstanbul Bayezit Camii ve Külliyesi, İstanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi özellikle zikredilmeye değer.

Endülüs’te, Endülüs Emevileri Dönemi’nde Kurtuba şehrinde üniversite kurularak, ilim ile uğraşan talebelerin doğuya gitme ihtiyacı azaltılmıştır. İspanya’da bu dönemde özellikle tıp okulları, hastaneler ve sağlık ile ilgili çalışmalar oldukça gelişmiştir. Örneğin Müslümanların sahip oldukları tıp bilgisini Batıya aktardıkları kaynaklarda mevcuttur. İtalya, İspanya ve Fransa’da kurulan üniversitelerde, Müslümanların ilmî çalışmalarının ve yazdıkları eserlerin tercümelerinin yapılıp, bunlardan yararlanıldığı bilinmektedir.

Fatımiler Dönemi’nin ünlü eserlerinden olan Mısır’daki Camiatu’lEzher (El Ezher Camii ve Külliyesi) günümüzde ‘‘İslam Bilimleri Üniversitesi” olarak faaliyetini sürdürmektedir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbulun Fethi’nden sonra inşa ettirdiği Sahn-ı Seman Medreselerinin devamı ise bugünkü İstanbul Üniversitesidir. Bu ilim kurumları yüzyıllardır saygınlıklarını ve ilim dünyasına katkılarını devam ettirmektedir.

Üniversiteler dışında, sivil toplum kuruluşları, bilimsel araştırma enstitüleri ve müzeler de İslam dünyasında ilmî faaliyetleri yürüten diğer kurumlardır. Topkapı Sarayı bahçesinde Has Ahırlar olarak bilinen bölümde, 2008 yılında İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi kurulmuştur. Burada, İslam-bilim tarihi çalışmalarının yanı sıra, dünyaca ünlü bilim insanlarınca da çalışmalar yürütülmekte, geçmiş dönemlerin özgün aletleri, kaynak eserlerdeki çizimlerine uygun olarak, aslına uygun bir şekilde yeniden imal edilip sergilenmektedir.