Sykes-Picot Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nden ayrılması planlanan Filistin bölgesinde, Balfour Dek- larasyonu ile bir Yahudi devleti kurulması yönünde adım atıldı. San Remo Konferansı ile İngiliz idare- sine bırakılan Filistin’e çok sayıda Yahudi göçü ya- şandı. Arap toplumunda rahatsızlıklara neden olan bu göçler; 1920, 1921 ve 1929 yıllarında Araplar ile Yahudilerin çatışmasına neden oldu. İngiltere, için- den çıkamadığı Filistin meselesini Birleşmiş Millet- ler gündemine taşıyarak çözmeyi amaçladı. BM’de kurulan Filistin Özel Komitesi ile iki farklı çözüm olarak Çoğunluk Planı ve Azınlık Planı ortaya konuldu. Aralarında Türkiye’nin de olduğu İslam ülke- leri bağımsız Filistin devleti fikrini benimsedi. ABD ve SSCB birlikte hareket ederek Filistin’in taksimi yönünde tavır aldı. İngiltere ise tarafsız kaldı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Filistin’in taksimi yönündeki kararına Arap Birliğinin tepkisi üzerine iki toplum arasında çatışmalar başladı.
İngiltere, 14 Mayıs 1948’de Filistin’deki kuvvetlerini çekeceğini ve manda yönetimini kaldıracağını açıkladı. Aynı esnada Yahudi Millî Konseyi de İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.
İsrail Devleti’nin kurulması, Araplar ile Yahudiler arasında kesin bir ayrışmaya ve bu devlet ile bazı Arap devletlerinin 1948, 1956, 1967 ve 1973’te savaşmalarına neden oldu.
1948 Arap-İsrail Savaşı
İsrail, kurulduğu ilk günden itibaren büyük devletler tarafından tanındı. Bu durum karşısında Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak ordularının 15 Mayıs’ta Filistin’e girmesiyle savaş başladı. Henüz yeni kurulan İsrail’in ordusu Yahudi militanlardan oluşuyordu. İsrail, kısa sürede üstün duruma geçti. Ayrıca Süveyş’teki İngiliz birliklerinin varlığı, Lübnan iç savaşı ve Ürdün’ün kendi çıkarlarını ön planda tut- ması İsrail’in galip gelmesinde etkili oldu. Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye ile 1949’da yapılan ateşkes antlaşmalarıyla savaş sona erdi. Araplar, İsrail’i resmî olarak tanımadıkları için bu devletle sadece ateşkes antlaşması yaptılar.
Savaş öncesinde ABD’nin İsrail’i tanıması ve BM’nin İsrail lehine olan Çoğunluk Planı’ndan yana tavır alması, savaşın çıkmasındaki etkenler arasındadır. Savaşı nihayete erdirecek BM Komisyonu- nun İsrail çıkarlarını ön planda tutması, ABD’nin İsrail’e mali ve askerî alanlarda yardımda bulunarak Arap ülkelerine ambargo uygulaması da sonucu etkilemiştir. SSCB, Soğuk Savaş’ın etkisiyle Arap- larla iyi ilişkiler kurmayı tercih etmiştir. SSCB’nin ambargo altındaki Filistin’e silah satması da sonucu değiştirmemiştir. Bu savaşın sonunda yaklaşık 900 bin Arap, mülteci durumuna düşmüştür. Sosyalist ve cumhuriyetçi mahiyette Arap milliyetçiliği gelişmiştir.
1956 Arap-İsrail Savaşı
Mısır’dan 1936’da çekilen İngiltere, Süveyş Kanalı bölgesinde askerî haklar elde etmişti. Mısır, kalkınmasında Batı’nın ve ABD’nin yeterli desteğini alamayınca SSCB’ye yaklaştı. Ayrıca Süveyş Kanalı’nı işleten İngiliz-Fransız şirketini de millîleştirdi. Bu durum doğal olarak en çok İngiltere ile Fransa’nın tepkisini çekti. Du- rumu kendi lehine çeviremeyen İngiltere ve Fransa, İsrail ile iş birliğine giderek bir savaş hazırlığına başladı. İsrail’in 29 Ekim 1956’da Mısır’a saldırmasıyla savaş başladı. İngil- tere ve Fransa havadan Mısır üslerini vur- du. SSCB’nin duruma tepki göstermesi ve ABD’nin de İngiltere ve Fransa’yı sert şekilde uyarması üzerine savaş durduruldu ve işgal birlikleri geri çekildi.
1967 Arap-İsrail Savaşı
Filistin davasının tek çatı altında toplan- ması için 1964’teki Arap Birliği toplantısında, Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) ve gerilla tarzı askerî birlik niteliğinde yapılandırılacak El-Fetih’in kurulması kararlaştırıldı. El-Fe- tih’in saldırıları sonrası İsrail’in Suriye ve Ürdün ile yaşadığı sınır çatışmalarında, BM- GK’nin SSCB etkisiyle İsrail aleyhine karar vermesi Arapları cesaretlendirdi. SSCB’nin desteğini alan Mısır, Tiran Boğazı’nı İsra- il’in geçişlerine kapattı. İsrail bu olayı savaş sebebi kabul etti ve 5 Haziran’da düzenledi- ği ani bir saldırı ile savaşı başlattı. Vietnam Savaşı’ndan istediğini alamayan ABD’nin Arap-İsrail sorununu barışçı yollarla çözme çabası, SSCB’nin destek vermesine rağmen yeterli olmadı.
Mısır yönetiminin ancak üç saat sonra haberdar olabildiği İsrail hava saldırısı ile Mı- sır, Ürdün ve Suriye hava kuvvetleri saf dışı bırakıldı. Hatta Irak’a ait bazı hava üsleri de vuruldu.
ABD donanmasına ait 6. Filo’nun bölgede olması ve İsrail’e lojistik yardım yapması, savaşın altı günde bitmesini sağladı. SSCB’nin on adet savaş gemisini bölgeye göndermiş olması sonucu değiş- tirmedi.
Savaş çok ciddi sonuçları beraberinde getirdi. Arap ülkeleri ABD’ye petrol sevkiyatını durdurup ilişkileri askıya aldı. İsrail; Golan Tepeleri, Batı Şeria, Sina Yarımadası, Gazze, Doğu Kudüs gibi yer- leri ele geçirdi. Bu savaş Arap-İsrail savaşlarının dönüm noktası oldu. Çünkü İsrail, topraklarını dört kat artırdı ve Filistin dışında Suriye, Ürdün ve Mısır ile de arasında sınır sorunları başladı. İsrail zul- münden kaçan mültecilerin sayısı milyonlara ulaştı. Arap ülkelerinin lideri olmak isteyen Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın Arap dünyasındaki itibarı sarsıldı. Arap ülkeleri arasında birliği sağlayacak ciddi bir teşkilatın gerekliliği ortaya çıktı.
İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT)
İslam devletleri arasında tek seslilik oluşturmak için farklı zamanlarda yapılan girişimler sonuçsuz kaldı. Yaşanan Arap-İsrail savaşları (Harita 4.7), bu fikrin güçlenmesine ortam hazırladı. Mescid-i Ak- sa’nın 1969’da bir Yahudi tarafından yakılmak istenmesi üzerine Arap Birliğinin girişimleri sonucunda İslam Konferansı Teşkilatı kuruldu. Teşkilatın kuruluş amaçlarından bazıları şunlardır:
• Üye devletler arasında dayanışmayı geliştirmek ve farklı alanlarda yapılacak iş birlikleri ile pekiş- tirmek
• Eşitsizliğe ve sömürgeciliğe karşı durmak
• İslam beldeleri (özellikle Filistin) ve halklarının bağımsızlık mücadelelerine destek vermek
Astana’da 2011’de yapılan 38. Dışişleri Bakanları Konseyinde alınan kararla teşkilatın adı İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) olarak değiştirildi. Dünyadaki İslam ülkesi sayısında yaşanan artışlar, dünya genelinde yaşanan siyasi ve ekonomik dengelerdeki değişimler, dönemin gereksinimlerinin değişmesi gibi nedenlerle vizyon, misyon ve isim değişikliğine gidildi. Bu değişikliklerle İİT’ye yeni amaçlar ilave edildi ve birçok yeni çalışma alanı oluşturularak teşkilatın genişlemesi sağlandı. Bu amaçlardan ba- zıları şunlardır:
• Yolsuzluk, terörizm ve kara parayla mücadele etme
• Aile müessesini koruma ve geliştirme
• Azınlık durumunda yaşayan Müslüman toplumların korunmasına dair çalışmalar yapma • İslam ortak pazarı kurulmasını sağlama
İİT, mevcut hâliyle BM’den sonra dünyada en çok devletin (57) üye olduğu ikinci teşkilattır.
1973 Arap-İsrail Savaşı
Arap ülkeleri ile İsrail arasında 1967 Savaşı’ndan son- ra yapılan tüm müzakerelere rağmen bir uzlaşma sağla- namadı. Bu sırada Arap devletleri arasında da sorunlar baş gösterdi. Diğer Arap ülkeleri ile sorun yaşayan Ürdün, ABD’nin de telkinleriyle İsrail ile yakınlaştı. Lübnan da kendi iç sorunlarıyla meşguldü. Mısır 1969’dan itibaren İsrail’e karşı sınırlı ölçüde yıpratma savaşına girişti. Bu savaşta asıl amaç İsrail’i yok etmek değil, 1967 Savaşı’n- da kaybedilen yerleri geri almaktı. Mısır ve Suriye’nin ani saldırısı ile genel savaş başlamış oldu. SSCB’nin des- teğindeki Suriye ve Mısır, ABD destekli İsrail karşısında diğer savaşlara oranla başarılı bir savaş yürüttü (Görsel 4.12). ABD Kongresi’nin İsrail’e silah ve para yardımı ka- rarı almasının ardından Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri (OAPEC), petrol ihracatını azalttı ve fiyat artışına gitti. İsrail, OAPEC’in bu tavrı ve büyük devletlerin araya girmesiyle 25 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye ile ateşkes imzaladı. 1967 Savaşı’nda aldığı toprakların bir kısmından çekildi. Bu savaş ramazan ayına rastladığı için Ramazan Savaşı veya Yahudilerin kutsal ayına rastladığı için Yom Kippur (Yam Kipor) diye de anılır.
ABD ve SSCB, bir yandan savaşan ülkelere silah temin etmiş, bir yandan da her iki tarafa savaşa girmemeleri yönünde telkinde bulunmuşlardı. ABD, Araplar ile ilişkilerini düzeltmek istiyordu. ABD ile yumuşama sürecine giren SSCB, Orta Doğu’daki oluşumlara daha mesafeli durarak silah yardımlarını minimum seviyelere indirdi.
Savaş sonrası Mısır ve İsrail genelkurmay başkanlarının katılımıyla imzalanan ilk Arap-İsrail antlaş- ması 101. Kilometre Antlaşması’dır. Bu, bir ilktir ve ABD’nin bundan sonraki Orta Doğu politikalarının başlangıcını oluşturmuştur. Buna benzer bir antlaşma Suriye ile de yapılmış ve Orta Doğu’da barış umutlarını yeşertmiştir.
Küresel Güçlerin Arap İsrail Savaşlarına Etkisi
1956 Süveyş Krizi ile İsrail’den yana tavır alan İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’daki otoriteleri sona erdi. ABD ve SSCB’nin bu otorite boşluğundan yararlanarak bölgede üstünlüğü ele geçirmek istemesi Soğuk Savaş’ın Orta Doğu’ya taşınmasına neden oldu. Bundan sonra Arap-İsrail savaşlarında belirleyici unsur, Soğuk Savaş’ın dinamikleriydi. Bu mücadelede Ürdün ve Lübnan Batı Bloku tarafından desteklenir- ken Mısır’da Enver Sedat, Suriye’de devrimci Baas rejimi ve Filistinli gerillalar Doğu Bloku tarafından des- teklendi. Bu gelişmeler Arap ülkeleri arasında bölünmeyi iyice derinleştirdi. İsrail, Batı Bloku’nda yer alarak ABD ile ilişkilerini geliştirdi. BM Güvenlik Konseyinin Arap-İsrail sorununun çözümü için aldığı kararlar, iki süper güç tarafından veto edildiği için somut hiçbir adım atılamadı.
ABD, barış ortamı ile İsrail’in güvenliğini sağlamayı, Orta Doğu petrollerine kolay ulaşmayı ve bölge- de SSCB’nin yayılmasını engellemeyi amaçlıyordu. ABD’nin Orta Doğu’daki SSCB yayılmasına karşı ilk hamlelerinden biri, 1955’te Türkiye önderliğinde kurulan Bağdat Paktı idi. Bu paktın Türkiye tarafından kurulup Mısır’ı bertaraf etmesi, içerisinde Irak hariç Arap ülkesinin olmaması Arap dünyasında tepkilere ve beraberinde SSCB’ye karşı yakınlık duyulmasına neden oldu. ABD Başkanı Eisenhower, kendi adıyla anılan doktrin ile bölgeye ekonomik yardım yapma ve askerî müdahalede bulunma yetkisini elde etti. Bu doktrin ABD’nin Orta Doğu’ya dair attığı kapsa
Camp David Antlaşmasımlı ilk adım oldu. Bu adıma en sert tepkiyi SSCB ile Mısır ve Suriye verdi. Bu hamle Arap dünyasında ayrışmayı daha da artırdı.
SSCB, rejimini Orta Doğu bölgesine yayma ve sıcak denizlere inme siyasetini bölge üzerinden ger- çekleştirmeyi amaçlıyordu. Bu amaç doğrultusunda İsrail’in kuruluşunda etkili olan terör örgütlerine yar- dımlarda bulunma, Yahudi yerleşimlerinde görülen komünist yapılanmalara destek verme gibi icraatlarda bulundu.
1956 Arap-İsrail Savaşı öncesinde İsrail’e (Harita 4.8, Grafik 4.1 ve 4.2) silah satan SSCB, savaş son- rasında ABD’nin Araplara silah ambargosu uygulama yönündeki deklarasyonuna (1950) dâhil olmadığı için durumu fırsata çevirdi.
Camp David Antlaşması
Camp David Antlaşması’na (Görsel 4.13) giden süreçte Mısır Hükûmetinin politikasın- da;
• Lübnan iç savaşının Arap devletleri arasında ortaya çıkardığı gerginlik,
• Arap-İsrail savaşlarının Mısır ekono- misine verdiği yıkım ile dış borçların ödenmesinde yaşanan sıkıntılar, • İsrail’in eline geçen Sina Yarımadası’nı geri alabilmek,
• İsrail ile yapılan savaşlarda Sovyetler- den alınan silahların yetersiz olması neticesinde ABD ve Batı’dan alınması düşünülen yeni nesil silahlara duyulan ihtiyaç,
• Ekonomik kalkınmayı sağlamada ABD ve Batı’dan gelecek yardımlara duyulan ihtiyaç gibi nedenlerle SSCB’den uzaklaşma eğilimi başladı.
Mısır, ilk olarak 1974’te ABD aracılığı ile başlayan barış görüşmeleriyle birtakım avantajlar elde etmenin yanında Sina Yarımadası’nın bir kısmını da geri aldı. ABD’de 1977’de başkan olan Carter, Orta Doğu’da barışın tesis edilmesine ağırlık verdi. Arap ve İsrail taraflarına baskı yaparak barışın önündeki engelleri kaldırmaya çalıştı. ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger da, Arap-İsrail barışını sağlamak amacıyla 1978’de Arap ülkeleriyle İsrail arasında mekik diplomasisi yürüttü. Mısır lideri Enver Sedat, İsrail’e giderek Kudüs’ü ziyaret etti. İsrail Başbakanı Menahem Begin’ın (Menıhım Bi- cın) da Mısır’a gitmesiyle İsmailiye’de bir zirve yapıldı. Böylece Mısır, İsrail’i tanıyan ilk Arap devleti oldu. Mısır’ın attığı bu adımlar karşısında Arap Birliği, Mısır ile ilişkilerin dondurulması kararını aldı. Mısır bu karar karşısında Libya, Irak, Suriye, Cezayir gibi ülkelerle diplomatik ilişkilerini kesti. Diğer Arap ülkeleriyle yaşadığı olumsuzluklara rağmen İsrail ile barış ortamı oluşturmaya çalışan Mısır’ın önceliği, Filistin meselesi olarak ön plana çıkartıldı. İsrail’in;
• Filistin Devleti’nin kurulmasına karşı çıkması,
• Filistin’de Yahudi yerleşim yerlerinin inşasına devam etmesi,
• Kudüs’ün statüsü konusunda geri adım atmaması barış görüşmelerinin çok ağır ilerlemesine neden oldu.
ABD ve SSCB, bölgede barışın sağlanması amacıyla Cenevre’de bir konferans düzenlemeye karar verdi fakat konferans bir türlü toplanamadı. BM Güvenlik Konseyinin aldığı 242 sayılı kararla İsrail-Mısır arasında yapılacak antlaşmaya dair bazı esaslar belirlendi. İran Devrimi’nin yaşanması ABD ve İsrail’i tedirgin etti. Bu tedirginlik barış sürecinin hızlanmasını sağladı. İsrail’in Sina Yarıma- dası’ndan çekilmesi ve Süveyş Kanalı üzerindeki haklarının korunması gibi konularda uzlaşmaya varıldı. 26 Mart 1979’da Beyaz Saray’da Camp David Antlaşması imzalandı. 9 madde ve 18 belge- den oluşan antlaşma metninin içeriğinden bazıları şunlardır:
• Mısır-İsrail Savaşı’na son verilecek.
• İsrail işgal ettiği bölgelerden çekilecek.
• İsrail’in Süveyş Kanalı’ndan yararlanmasına yönelik haklar garanti altına alınacak.
• Taraflar, birbirlerinin egemenlik haklarına saygı duyacak.
• İki ülke arasında diplomatik ilişkiler başlatılacak.
Bu antlaşmaya tepki olarak 18 Arap devleti Mısır ile ilişkilerini kesti (Mısır’ın Arap Birliğinden, OAPEC ve İslam Konferansı Örgütünden çıkarılması, Mısır’a ekonomik boykot uygulanması, bü- yükelçilerin Mısır’dan geri çekilmesi vb.). Bu antlaşmanın Arap devletleri arasında ortaya çıkardığı ayrışma, en çok SSCB’nin işine yaradı. Çünkü Arap devletlerinde ve toplumunda Batı karşıtlığı, ciddi oranda arttı.
Sanayi Devrimi ile makineleşme alanında yaşanan gelişmeler, enerji kaynaklarına olan ihtiyacı artırdı. Petrolün keşfiyle dünya den- geleri tamamen değişti. Petrol, l. Dünya Sa- vaşı ve ll. Dünya Savaşı’nın yanı sıra günü- müzde yaşanan birçok çatışmanın en önemli nedenlerinden biri oldu. Bu enerji kaynağını 1960’a kadar Yedi Kız Kardeş diye adlandı- rılan ABD menşeli yedi petrol şirketi yönetti. OPEC’in 1960’ta kurulmasından sonra petrol üreten ülkeler de petrol enerjisinde söz sahi- bi olmaya başladı.
OPEC’in önemli kısmını oluşturan Arap ül- keleri, Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Ör- gütü (OAPEC) adıyla farklı bir oluşuma daha eden Arap ülkeleri, Arap-İsrail savaşlarında İsrail ve yandaşlarını cezalandırmak için petrolü bir silah gibi kullandı. 1973 Arap-İs- rail Savaşı’nda petrol üzerinden İsrail ve Ba- tı’ya ders verilmek istendi fakat tahmin edi- lenin de ötesinde bir etki oluşmasıyla dünya çapında bir petrol krizine neden olundu. Bu krizin etkilediği gelişmiş ülkeler böyle bir durumla tekrar karşılaşmamak için enerji kaynakları çeşitliliğini artırma yoluna gitti. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi konusunda yakın zamana kadar birçok atılım yapıldı. Bu atılımlar enerji kaynakları dağılımını ve tüketim çeşitliliğini artırdı.
1970’lerin sonuna kadar enerji kaynağı lideri, petroldü. Yaşanan krizler sonrasında bol ve ucuz olan doğal gaza ağırlık verildi (Harita 4.9). Nükleer santrallerin ve hidroelektrik santrallerinin yapımı artarak devam etti. Ham madde rezervi çok olan kömür cazip hâle geldi. Kömürden metan gazı üretimi, yatay sondajlama ve hidrolik çatlatma yöntemi ile üretilen şeyl gaz, önemli hâle gelen enerji kaynakları oldu.
Geleceğe yönelik olarak hidrokarbon, dalga, gelgit, biyoenerji, metanhidrat, uzay tabanlı güneş ener- jisi gibi farklı alanlarda enerji üretimi için altyapı çalışmaları devam etmektedir. Gelecek dönemler, fosil yakıtlara alternatif olabilecek birçok enerji üretim kaynağını insanlığın hizmetine sunacaktır.
1973 Petrol Krizi
ABD, 1971’de doların altınla değiştirilmesini temel alan Bretton Woods sistemi yerine piyasa kanun- larına göre iniş çıkışların yaşanabileceği ve doların uluslararası ödeme aracı olduğu yeni sisteme geçti. Bu sistem değişikliği dünya finans dengelerini altüst etti ve 1929 Ekonomik Buhranı’na benzer etkiler ortaya çıkmaya başladı. İlk etapta dolarda devalüasyon yaşandı. Bu durumdan en çok etkilenen, petrol ihraç eden Arap ülkeleri oldu.
Petrol gelirlerinden adil pay alamayan petrol üreticisi ülkeler hem fiyat kontrolünü sağlamak hem de aralarında iş birliğine gitmek için OPEC’i kurmuştu. Buna rağmen OPEC üyesi ülkelerdeki petrol, Batılı ve ABD’li şirketler tarafından çıkarılıyordu. 1970’li yıllara gelindiğinde OPEC ülkelerindeki petrol şirketleri millîleştirilip devletleştirildi (1972-Irak, 1973-İran vb.). Bu hamlelerle OPEC üyesi ülkelerin petrol üzerindeki kontrolleri arttı.
OAPEC’i kuran Arap ülkeleri petrol gücünü kullanarak;
• Arap-İsrail savaşlarında İsrail’e destek veren Avrupa ve ABD’yi cezalandırmak,
• dünya kamuoyunun ilgisini Filistin meselesine çekmek,
• İsrail üzerinde baskı oluşturmak,
• gelirlerini artırmak gibi nedenlerle fiyatları artırma yoluna gitti.
Petrol fiyatları 1973’te 2,59 dolarken 1974’te 11,65 dolara yükseldi. Bu artış, özellikle sanayisi gelişmiş olan Avrupa ve Ja- ponya’da üretim maliyetlerinin artmasından kaynaklanan eko- nomik olumsuzlukları beraberinde getirdi. Krizin etkileri 1980’li yılların ortalarına kadar devam etti.
Büyük güçlerin bu duruma verdiği tepkiler:
İngiltere: Arap ülkelerine uygulamakta olduğu silah ambar- gosunu İsrail’e de uygulamaya başladı.
Japonya: İsrail ile ilişkilerin kesilmesine varacak girişimlerde bulundu.
Avrupa: BM Güvenlik Konseyi kararını kabul ettiklerini, İsra- il’in işgal ettiği bölgelerden çekilmesi ve diğer ülkelerin egemenlik haklarına saygılı olması gerektiğini içeren bir bildiri yayımladı. Ayrıca 1974’te Yeni Enerji Politika Stratejisi hazırlayarak enerji kullanımında tasarrufa gidilmesi yönünde de adımlar attı.
ABD: Petrolünün önemli kısmını kendisi ürettiği ve alternatif petrol bölgelerinden alım yaptığı için bu durumdan fazla etkilenmedi. Orta Doğu’ya askerî müdahaleyi gündemine aldı. Kuveyt, Bahreyn, Katar gibi körfez ülkelerine askerî üsler kurdu.
1973 Petrol Krizi ile petrol fiyatlarında yaşanan artış, gelişmiş sanayileri olumsuz etkiledi ama bir süre sonra durum normale döndü. ABD ve Avrupa üzerinde baskı oluşturan Arap ülkeleri, bu olumsuzluğun giderilmesinin de öncülerinden oldu. Çünkü yüksek fiyatlara satılan Arap petrolünden elde edilen aşırı ka- zançlar, ABD ve Avrupa bankalarına aktarıldı. Bu sıcak paralar sanayi üretimine dönüştü. Ayrıca bölgelerinde güçlü olmak ve ülke içerisinde iktidarlarını sağlamlaştırmak isteyen Arap liderler, Batı’dan yüksek miktarda teknolojik silah ithal ederek paranın Batı’ya gitmesine neden oldular. Bu kriz gelişmekte olan ülkeler- de (Brezilya, Türkiye, Hindistan gibi) enflasyon, sanayileşmenin yavaşlaması gibi olumsuz etkilere neden oldu. Buna benzer bir krizin yaşanmaması için Türkiye’nin de kurucuları arasında olduğu Uluslararası Enerji Ajansının kurulması sağlandı.
İran’la yaptığı Cezayir Anlaşması (1975) ile Şatt-ül Arap ve Kürt meselesini halleden Irak, Petrol Krizi ile de 1973’te 2 milyar dolar olan petrol gelirini 1980’de 26 milyar dolara çıkardı. Bu ekonomik refah düzeyi Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’de bir öz güven meydana getirdi. Irak’ın Arap Bir- liğine ev sahipliği yapmasıyla öz güveni daha da pekişen Saddam Hüseyin; Fransa, SSCB, Almanya gibi gelişmiş ülkelerden silah alarak bir silahlanma yarışının içine girdi.
İran ile yaşadığı sorunları ancak savaş yoluyla halledebileceğini düşünen Irak’ın, İran ile savaşa girme gerekçelerinden bazıları şunlardır:
• Irak, İran’da yaşanan ihtilal sonrasında baş gösteren kaos ortamından istifade ederek ara- larındaki sınır sorunlarını kendi lehine çözmek istedi. Bu sorunlar; Irak’ın kuzeyindeki Kürtler ile İran’ın Kuzistan bölgesindeki Arapların var- lığı ve Şatt-ül Arap su yolu idi.
• Irak, İran Devrimi’nin Arap dünyasına yayılma- sına engel olmak istiyordu.
• İran, Sünni olan Irak iktidarına karşı Şii Iraklı- ları kışkırtıyordu.
• Camp David Antlaşması ile Arap dünyasında itibarı sarsılan Mısır’ın bıraktığı yerin doldurul- ması gerekiyordu. Orta Doğu ve Arap ülkeleri arasında lider olmak isteyen Saddam Hüseyin için bu kaçırılmayacak bir fırsattı.
• Ayrıca İran’da devrim yapan Humeyni yönetimi, yüksek rütbeli subayları ordu- dan ihraç etti.
• ABD ve SSCB’yi şeytan devletler ilan etme- sinden dolayı İran’ın büyük devletlerle arası açıldı.
Bütün bu gerekçeler, hazırlığı yapılan savaşın başlama za- manının geldiğini gösteriyordu.
Irak ani bir taarruzla yaklaşık 700 km’lik bir hattan İran içlerine doğru girdi ve savaş 22 Eylül 1980’de başladı. Sa- vaş, iki taraf açısından da üstünlüğün ele geçirilemediği bir mücadeleye dönüştü (Görsel 4.18). 1986’da İrangate (İrangeyt) Olayı’nın patlak vermesi üzerine tüm dünya şoka girdi. Bu olayın açığa çıkması dahi bu savaşın çık- mazını ve asıl kazananının kim olacağını göstermesi ba- kımından önemlidir.
Savaşın petrol güvenliğine zarar vermesi üzerine yeni bir krize meydan vermemek için ABD, olaya daha ciddi eğilerek 6 ve 7. Deniz Filolarını bölgeye sevk etti. Kısa süre sonra da BM Güvenlik Konseyinin aldığı kararla en kısa zamanda ateşkes yapılması istendi (1987). Irak öneriyi kabul ettiği hâlde biraz daha avantajlı durumda olan İran, anlaşmaya yanaşmadı. Irak’ın SSCB’den aldığı füzelerle İran’ı vurması, İngiltere ve Fransa’dan aldığı kimyasal silahlarla sınır boy- larını vurması, katliam derecesine varan yıkımlara neden oldu. Durumun iyice çıkmaza girdiğini gören İran, 18 Temmuz 1988’de barışa razı oldu. 20 Ağustos 1988’de ateşkesin sağlanması ile savaş fiilen sona erdi.
İran-Irak Savaşı’nda (Harita 4.10) Suriye ve Libya, İran’ı; diğer Arap ülkeleri Irak’ı desteklerken Türkiye tarafsız kaldı. Bu savaşta ABD’nin ve büyük güçlerin dahli oldukça fazlaydı. Yabancı istihbarat birimleri her iki ülkeye yönelik kışkırtıcı fa- aliyetler içindeydi. Basra Körfezi’nde kimliği belirlenemeyen uçakların petrol rafinerileri ve gemilerini vurması belirsizliğini korudu. ABD, Irak’ı teröre destek veren ülkeler listesinden çı- kardı. Ayrıca ABD ve İngiltere, savaş sırasında Irak’ın yaptığı kimyasal ve biyolojik saldırılarla ilgili olarak BMGK’den bu eylemleri kınayan kararlar çıkmasını da engelledi.
İRANGATE OLAYI: ABD ve Avrupa tarafından İran’a uygulanan ambargoya rağmen İsrailli bir general ara- cılığıyla İranlı yetkililerle gizlice görüşen ABD’nin İran’a silah satmasının açığa çıkarılmasıdır.
Batılı ülkeler her iki ülkeye silah satmaktan ve kredi vermekten geri kalmadı. Savaş karşıtı gibi görü- nüp savaşı destekleyen Batı’nın bu ikili oyunu İrangate Olayı’nda açıkça görüldü. Bu olayda İran-ABD-İs- rail üçlüsü aktör olarak yer aldı. Çin, İran ile iyi ilişkiler kurarak bu ülkeye füze satışında bulundu. SSCB, Irak ile yaptığı anlaşma gereği Irak’a silah sattı. İran’da komünist partilerin kapatılması ve Humeyni’nin SSCB’yi şeytan ilan etmesiyle İran-SSCB ilişkileri daha da gerildi. ABD’nin Irak yanlısı görüntüsü, SSCB’yi İran’a yaklaştırdı. Netice olarak büyük güçler her iki tarafa da destek vererek kendi menfaatlerine hizmet etmiş ve kaybeden İran ve Irak halkı olmuştur.
Savaşın sonuçları:
• Her iki ülkeden de yaklaşık birer buçuk milyon insan hayatını kaybetti.
• Her iki ülkenin de milyarlarca dolar kaynağı heba oldu ve iki ülke de ekonomik darboğaza girdi.
• Her iki ülkenin de petrol kaynakları tahrip oldu.
• Arap ülkeleri arasındaki ayrılıklar daha da arttı. Bu durum İsrail’in bölgede daha rahat hareket et- mesine neden oldu.
• İran’da devrimi eleştirenler tasfiye edildi ve yeni rejim ülkeye tamamen hâkim oldu.
• Irak’ın bu savaştan kazançlı çıkmaması Saddam Hüseyin’i yeni bir maceraya (Kuveyt’in işgali) itti.