Soğuk Savaş Dönemi’nde Dünyada Meydana Gelen Ekonomik, Sosyokültürel ve Bilimsel Gelişmeler

İş Hayatında Kadınlar

Kadınlar ilk kez Sanayi Devrimi ile bir ücret karşılığı ça- lışmaya başladı (Görsel 3.18). Kadınların iş hayatına katıl- masında ekonomik nedenlerin etkisi büyüktü. 19. yüzyılda işçilere ödenen ücretlerin yetersiz olması, kadınların aile geçimine katkı sağlamak üzere çalışma hayatına girmesine neden oldu. İşverenler de birçok işte düşük ücretlerle çalış- maya razı olan kadınları tercih etti.

Teknik gelişmelerin bir sonucu olarak makinelerin ima- latta kullanılması da kadınların iş hayatına katılmasında önemli bir etkendi. Üretimin hızlanması ve belli oranlarda kolaylaşması, kadının bu faaliyetlere katılmasında önemli rol oynadı.

I. Dünya Savaşı’nda çalışma hayatında kadın iş gücü daha da arttı. Erkeklerin savaşa gitmesiyle boşalan istihdam alanlarında kadınlar görev almaya başladı. Bu dönemde kadınlar daha önce hiç çalışmadıkları alanlarda çalıştılar. Tramvay sürücülüğü, asansörcülük, sayaç okuyuculuğu gibi işler yaptılar. 1920’li yıllardan sonra kadınlar elektrikli aletler, tekstil, gıda üretimi gibi iş alanlarında çalışmanın yanında ticaretle de uğraştılar.

1929 Dünya Ekonomik Buhranı ile kadın iş gücü sayısında yaşanan azalma, II. Dünya Savaşı’nda yerini artışa bıraktı. II. Dünya Savaşı’yla kadının üretimdeki rolü ön plana çıktı. Ancak savaş sonrası cepheden gelen askerlerin işlerinin başına geçmeleri, kadınların işlerini kaybetmelerine neden oldu. Kadınlar daha düşük ücretlerle çalışma durumunda kaldı. Kadınlarla erkekler arasındaki maaş farkı açılmaya başladı.

Savaş sonrası orta sınıfın eğitimli kadınları kendilerine biçilen rollerden hoşnut olmadı. Simone de Beauvoir (Simon dö Bavuar) kadının rolünü doğanın değil yasaların, gelenek ve ön yargıların belirledi- ğini ifade etti. 1960’lı yıllarda düşünce yapısında değişimler yaşanmaya başladı. Bu dönemde pek çok kadın hareketi doğdu. 1966’da Amerikalı Betty Friedan’ın (Beti Firidın) kurduğu National Organization For Women [Neyşınıl Organizeyşın For Vumın (NOW)] bir baskı grubu olarak ortaya çıktı. Bu gruplar iş, maaş eşitliği, doğum kontrolü gibi konularda geleneksel düşüncenin dışına çıktılar. Eğitim düzeyi artan kadınlar, siyasal ve sendikal mücadelede aktif rol oynayıp cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığa karşı çıktılar.

ABD Ekonomik Politikalarının Para Piyasalarına Etkileri

1945 yılından sonra iki kutuplu olarak şekillenen dünyada Avrupa sanayisi âdeta yok oldu, yaklaşık 15 yıl süresince ABD’ye kaçan sermaye, kapitalizmin merkezini Londra’dan New York’a taşıdı. ABD’de ekonomik, askerî, teknolojik ve bilimsel gelişmeler yaşanarak çok büyük bir zenginlik ortaya çıktı. Savaş sonrasında ABD, sınırlı sermaye mallarının tek kaynağı hâline geldi ve Avrupa’yla gelişen ticarette dolar, etkin olarak kullanılmaya başlandı.

1944 yılında yapılan görüşmeler sonucunda ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde uluslararası para sis- temi olarak Bretton Woods (Bırettın Vuds) sistemi kuruldu. Buna göre ABD’nin Washington kentinde Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası kuruldu. Yeni oluşturulan uluslararası para sistemi ile dolar altına, diğer ülke paraları ise dolara göre sabitlendi. Bu şekilde ABD doları dünyada temel para birimi hâline geldi.

II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa ülkelerinin sermayelerinde büyük kayıplar oldu, üretim güçleri düştü ve altın stokları eridi. Bu durum savaş sonrasında dolara talebi artırdı ve dolar kıtlığı yaşanmasına neden oldu. Avrupa’nın yeniden imarı ve kalkınması hususunda IMF kredileri yeterli olmadığı için ABD, Marshall Planı ile Avrupa ülkelerine yardıma başladı fakat ABD’nin ödemeler bilançosu 1950’lerin başla- rında ilk kez açık verdi. 1958’e gelindiğinde dünyada artık dolar kıtlığı değil, dolar bolluğu sorunu ortaya çıktı. Bu tarihlerde Amerikan doları aşırı değerlenmiş bir para durumuna geldi. Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya, 1960’larda ekonomik olarak güçlenince sahip oldukları doları FED’de [Federal Reserve Bank (Federıl Rizörv Benk)] altına çevirmeye başladılar. Böylece savaş zamanında altın stoklarında yaşanan kaybı telafi ederek altın rezervlerini büyütmeyi hedeflediler. ABD bu isteğe karşılık veremeyince ABD’nin altına endeksli sistemine güven sarsıldı.

1960’lı yıllarda uluslararası para piyasalarındaki buhranlar giderek arttı. Yaşanan enflasyon sonu- cunda para birimleri değer kaybına uğradı, ekonomik istikrar da darbe aldı. Örneğin 1964’ten beri sar- sılan İngiliz sterlini 1967 yılında %14,3 oranında devalüe (değer kaybetmek) edildi. Bu süreçten sonra Fransız frankı da baskı altına girerek 1969’da devalüe edildi.

ABD ve diğer piyasa ekonomileri arasındaki enflasyon farkının döviz kurlarında oluşturduğu denge- sizlik mevcut sistemi sarstı. Bu ortamda Japonya, Kanada ve İskandinav ülkeleri paralarını dalgalan- maya bıraktılar. AET ülkelerinin de ulusal paralarını dolar karşısında dalgalanmaya bıraktıklarını ilan etmesiyle Bretton Woods sistemi yıkıldı.

Kentleşmenin Ortaya Çıkardığı Sorunlar

Soğuk Savaş Dönemi’nin en belirgin toplumsal gelişmesi olarak nitelendirilebilecek etmenlerden biri, dünyanın her yerinde görülen hızlı nüfus artışıydı. Yaşanan bilimsel ve teknik ilerlemeler nüfus artışının hızlanmasında etkili oldu. Hastalıkların önlenmesi ve sağlık hizmetlerinin gelişmesi ortalama yaşam süresini olabildiğince artırdı.

Soğuk Savaş Dönemi’nde ekonomi, ulaşım, haberleşme ve teknolojideki hızlı gelişmelerle bilgi ve enformasyon çağına girildi. Ekonomi ve ticarette globalleşme devri başladı, Batı şehirlerinde nüfus ar- tışları yaşandı. Şehir merkezleri fakir kesimlerin (işçiler, göçmenler) kaldığı mahallelerle çevrildi (Görsel 3.19). Irkçı yaklaşımlar ve sosyal ayrımcılığın sonucu olarak bu mahallelerde güvensizlik ortamı hâkim oldu. Şehir merkezlerini güvenli bulmayan zengin kesimler müstakil evlerin bulunduğu banliyölere (yö- rekent) yöneldiler. Onları fabrika ve idare merkezleri takip etti. Bu bölgelerin aşırı derecede büyümesi bazı şehirlerde [Boston (Bastın), New York, Filedelfiya, Washington] metropol olarak tanımlanacak oluşumlara yol açtı.

II. Dünya Savaşı sonrası otomobil, toplumun banliyölere yerleşmesini kolaylaştırarak banliyölerin gelişmesinde önemli rol oynadı. Şehirlerin fiziki yapısını değiştiren otomobiller toplumda yeni bir kültü- rün doğmasını sağladı. Ülkeler bütçelerinden önemli paylar ayırarak otobanlar yapmaya başladı. Ev- lerde garajların yapılması ve ticaret merkezlerine otoparkların eklenmesi, otomobilin etkilerini yansıtan örneklerdi.

II. Dünya Savaşı sonrası, savaştan kaçma ya da hayat standartlarını artırma isteği gibi sebeplerle Üçüncü Dünya ülke- lerinden Batı şehirlerine göçler yaşandı. İktisadi ve sosyal şartlar, göçmen işçile- rin getto olarak adlandırılan mahallelerde yaşamalarına neden oldu. Bunun yanında bu büyük yerleşim alanlarında belediye sı- nırlarının kâğıt üzerinde kalması, metropol içindeki koordinasyon bozukluğunun veri- mi düşürmesi, hizmetlerin yetersizliği va- roşların oluşum sürecini başlattı.

Kentleşme ile geleneksel insan ilişkileri tamamen farklılaştı. Çekirdek aile yapılarında parçalanma, doğum oranlarında düşüş, dinî değerlerde gevşeme görüldü. Kalabalık ve gürültülü ortamlar şiddet ve suç kavramlarının yaygınlaşmasına sebep oldu.

Sanatın Kitleler Üzerindeki Etkisi

Müzik

1960’ların ABD’sinde nüfusun neredeyse yarısı henüz 25 yaşında değildi. Tüketimi cazip hâle getiren reklamlar ve televizyon, bu genç kitleye dünyanın ka- pılarını açtı. Ailevi sorumluluğu olmayan, gelecek için endişe taşımayan bu gençler dünyayı sorgulamaya başladılar. Tepkiler ilk olarak Beatniks (Bitniks) gru- buyla ortaya çıkmaya başladı. Beatniks grubu ailelerin reddettiği her şeyi benimsedi. Amerikan hayat tarzını reddeden bu grup daha ziyade siyahilerin yaptığı mü- zikten esinlenmiş yeni bir müziği, rock and rollu (rakınrol) oluşturdu. 1956-1958 yılları arasında eserleri yorumlayış tarzıyla Elvis Presley [Elvis Presli], bazıları tarafından putlaştırılırken bazıları tara- fından gençliği bozmakla suçlandı.

Beatniks grubundan sonra 1963’e doğru Kaliforniya’da, tüketim toplumunun reddedilişini daha ileri boyutlara götürecek olan hippi hareketi doğdu. Barışa ve şiddet karşıtlığına dayanan bu hareket, düşüncelerini aktarmada müziği bir araç olarak kul- landı. Beatles (Bidıls), Joan Baez (Coan Bayez), Janis Joplin (Cenis Caplin), Bob Dylan (Bob Dilın) bu dönemin sözcüleri oldu. Hippi hareketi özellikle üniversitelerde etkili oldu. Bu harekete katılan öğrenci- ler 1960’lı yıllarda ABD’nin Vietnam’a yönelik politikalarını protesto ettiler. ABD’de yaşanan bu öğrenci olayları birçok ülkeye yayıldı.

Sinema

1960’lı yıllar boyunca Amerika’da yaşanan toplumsal çalkantı ve buna karşı geliştirilmiş olan de- ğişim arzusu sinema alanında da karşılığını buldu. 1960’larla birlikte ABD’nin Vietnam’daki direniş karşısında başarısız olması, siyahilerin yurttaşlık haklarıyla ilgili sürdürdükleri mücadele, kadınların feminist harekete katılımlarında görülen artış, gençlik ve sol hareketler tüm dünyada olduğu gibi Amerika’da da etkili oldu. Gençliğin başkaldırarak sokaklara dö- külmesiyle gelişen bu hareketler tüm topluma yayıl- dı. Toplumsal muhalefeti oluşturan gruplar, yerleşik burjuva düzenine karşı alternatif bir düzen getirmeye çalıştılar. Böylece Amerikan sinemasının sık sık baş- vurduğu Amerikan rüyasının yeniden uyandırılmasına karşı yabancılaşıldı ve bunun hiç de doğru olmadığı- nın ileri sürüldüğü bir döneme girildi. Böylelikle Ame- rikan ideolojisine karşı bir duruş geliştirildi, bunun da sinemaya yansıması birçok filmle kendini gösterdi. Bu filmler arasında Arthur Penn’den (Artur Pen) “Küçük Dev Adam” (Görsel 3.21), Robert Altman’dan (Rabırt Eltmın) “Cephede Eğlence” ve “Mc Cabe and Mrs. Miller” (Mek Keyb end Misıs Milır), Mike Nichols’dan (Mayk Nikols) “Aşk Mevsimi” önemli bir yere sahiptir.

Robert Altman, Mc Cabe and Mrs. Miller’de Ame- rika’nın Vietnam Savaşı’na eleştirel gözle bakmış, sa- vaşı ahmakça ve insanlık dışı göstermiştir. 1971’den itibaren Amerikan sinemasında muhafazakâr yönet- menler geleneksel, toplumsal kurumların ve değerle- rin yeniden inşası noktasında önemli görevler üstlenmişlerdir.

Resim

II. Dünya Savaşı sonrası New York, Paris’in elinden Batı sanatının başkenti unvanını aldı. Chagall (Şagıl), Ernst (Örnst), Lipehitz (Layfiz), Masson (Messin) gibi birçok tanınmış sanatçı Avrupa’dan Ame- rika’ya göç etti. Amerikalı sanatçılar gelenleri kabullenerek onların temsil ettiği sanat akımlarına dâhil oldular.

Savaş sonrası soyut ekspresyonizm, tuvalin ve renklerin kullanımında ortak özellikler barındı- ran sanatçıları bünyesine kattı. Bu hareket kendi içerisinde iki temel akıma ayrıldı. Birinci akım Harold Rosenberg (Herıld Rosınberg) tarafından ortaya konulan ve Jackson Pollock’ın [Ceksın Polık (Görsel 3.22)] katkı sağladığı Action Painting’di (Ekşın Pe- inting). İkinci akım, lirik ve düşünceye dayalı anlayış- tan esinlenilmiş Color Field Painting’di (Kalır Fiyıld Peinting). Bu akım 50’li yılların başında soyut sanatın zirvesi oldu.

ABD’de soyut ekspresyonizme tepki olarak pop sanatı, op sanatı, hiperrealizm gibi akımlar doğdu. 1955-1965 yılları arasında etkisi görülen pop sanatı- nın temsilcileri olan Roy Lichtenstein (Roy Liçestayn), Andy Warhol (Endi Varhol), Claes Oldenburg (Kıleys Oldınbörg) gibi sanatçılar şehirden etkilenen gerçekçi ve figüratif bir sanatı ortaya koydu. Bu akım halk kültü- ründen ve tüketim toplumundan beslenmekteydi.

1960’lı yılların ortalarında Avrupa ve Amerika’da görülen op [optical (optikıl)] ve sinetik sanat, sezgi ile ortaya konan illüzyonların merkeze alındığı resimleri konu aldı. Richard Vasarely’nin (Riçırd Vesırıli) temsil ettiği sinetik sanat büyük bir dikkat ve özen gerektirmekteydi.

1970’li yıllarda Amerika’da ortaya çıkan figüratif realizm sanayi toplumunun imaj ve nesnelerini eserlerinde işledi. Hiperrealizm ise figüratif realizmin ortaya koyduğu eserleri üretip düşünce boyutunu öne çıkardı. Bu akımın temsilcileri günlük hayatın en hor görülen şahsiyetlerini dahi konu edindiler.

Soğuk Savaş Dönemi’nde Spor Organizasyonları

II. Dünya Savaşı sonrası birbirleri ile mücadele içerisinde olan iki süper güç (ABD-SSCB) çeşitli ne- denlerle karşı karşıya geldi (Küba Füze Krizi, Berlin Buhranı). Bu iki süper gücün yarış içerisinde olduğu ve propaganda aracı olarak kullandığı alanlardan biri de spor karşılaşmalarıydı. Spor, iki blok arasındaki rekabetin savaşsız ortamda yaşanmasında önemli rol oynadı. Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında Ak- deniz Olimpiyatları yapılmaya başlandı (1951). 1955- 1956 sezonundan itibaren Avrupa Futbol Şampiyon Kulüpler Kupası (UEFA) düzenlenmeye başlandı. İki blokun olimpiyatlardaki (Görsel 3.23) başarıları ken- di sistem, teknoloji ve destekçilerinin başarısı olarak görülmekteydi. Bu dönemdeki sportif mücadeleler devletlerin özel teşvikleri altında gerçekleşmekteydi. Olimpiyat felsefesi ile olimpiyat oyunları zaman za- man birbirine ters düştü.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), 1948 Londra Olimpiyatları’nda savaş suçlusu olarak kabul ettiği Almanya ve Japonya’yı oyunlara kabul etme- di. Bu durum oyunları politik yapının içerisinde tuttu. Dünya barışını sağlamaya yönelik olarak ilk kez 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği oyunlara davet edildi. SSCB atletlerinin diğer Doğu Bloku ülkeleri ile ayrı bir olimpiyat köyü kurması ve Batı’dan gelen atletlerden ayrı yerlerde bulunması, Soğuk Savaş’ın oyunlara ilk yansıması oldu. 1956’da Sovyetler Birliği işgali altındaki Macaristan ile Sovyetler arasındaki su topu karşılaşmasında çıkan kavga tansiyonu yükseltti. 1972 Münih Olimpiyatları’nda SSCB ile ABD basketbol takımları finalde karşılaştı. Bu maç, bir spor müsabakası olmasının ötesinde maçın son bölümü ve SSCB’nin altın madal- yayı kazanmasıyla Soğuk Savaş’ın en önemli zaferlerinden biri olarak değerlendirildi.

Modern olimpiyat oyunları, çeşitli ve çok sayıda boykota da sahne oldu. SSCB’nin Macaristan’ı işgal etmesi üzerine 1956 Melbourne (Melbörn) Olimpiyatları’nda Hollanda, İspanya ve İsviçre oyunları boy- kot etti. 1972 Münih Oyunları’nda IOC’nin Rodezya’yı oyunlara kabul etme kararı, kırk Afrika ülkesinin boykotuna sebep oldu. 1979 yılının Aralık ayında SSCB’nin Afganistan’a saldırması üzerine Amerika Başkanı Jimmy Carter’ın (Cimi Kartır) da etkisi ile Amerika Millî Olimpiyat Komitesi, 1980 Moskova Olimpiyatları’na takım göndermeme kararı aldı. Bu karar, ardından pek çok ülkeyi de sürükledi. Arala- rında Türkiye Cumhuriyeti’nin de olduğu 80 ülke, boykot ederek Moskova’daki oyunlara katılmadı. Buna karşılık olarak SSCB de 1984 Los Angeles ( Los Encılıs) Olimpiyat Oyunları’nı boykot etti. SSCB ile on üç sosyalist ülkenin de boykot ettiği bu oyunlara sosyalist ülkelerden sadece Romanya katıldı. Bu uygu- lamalarla spor, açıkça siyasal bir araç olarak kullanıldı. 1988’de Seul’de yapılacak oyunları, yıllardır düş- man olan Kuzey ve Güney Kore paylaşmak istedi. Çıkan anlaşmazlıklar sonucu Kuzey Kore, Etiyopya ve Küba; Güney Kore’yi boykot ederek olimpiyatlara katılmadı. Boykotlara zaman zaman Afrika ülkeleri işgal sebebiyle, Arap ülkeleri ise savaş sebebiyle katılmadı.

Soğuk Savaş Dönemi’ndeki Bilimsel Gelişmeler

Nükleer Enerji

II. Dünya Savaşı sonrası bilimsel alandaki büyük iler- lemelerde ABD’nin ağırlığı arttı. Teknik gelişmelerin te- mel alanlarından biri, siyasi ve sembolik öneminden do- layı nükleer enerji oldu. Nükleer fizikten doğan bilgiden ilk önce askerî alanda yararlanıldı. Amerika ve SSCB, bu alanda nükleer silah yarışının içine girdi.

Nükleer enerjinin sivil alanda kullanımı, elektrik üreti- mini sağladı. 1973’te yaşanan petrol krizi Batılı ülkelerin nükleer enerjiye verdikleri önemi artırdı. Fransa, Belçi- ka, İsviçre, Almanya gibi devletlerde nükleer enerjiye olan bağımlılık arttı.

UZAY

Amerikan-Sovyet yarışının yaşandığı uzay çalışma- ları iki hedefe yöneldi. Bilimsel özellik taşıyan ilk hedefe keşif ve tedbirler egemendi. İkinci hedef ise uyduların gözlem amaçlı olarak yörüngelere oturtulmasıydı. Baş- langıçta askerî amaçlı kullanılan bu teknoloji daha sonra iletişim ve meteorolojide de kullanıldı. Ruslar 1957’de ilk yapay uydu olan Sputnik’i (yoldaş) yörüngeye yerleştir- di (Görsel 3.26). Dört yıl sonra da Sovyet kozmonotlar, uzayda Dünya çevresinde tur attılar. Sovyetler, Sputnik’i propaganda aracı olarak kullanmakta gecikmedi. Dünyaya “komünizm ile yıldızlara” mesajı veriliyordu. Yuri Gagarin, 1961’de Rus roketi Vostok 1 ile uzaya gitmeyi başaran ilk insan oldu.

ABD’de uzay çalışmalarının koordineli bir şekilde yürü- tülmesini sağlamak amacıyla değişik servislerin tek bir çatı altında toplanması görüşü doğrultusunda Ekim 1958’de Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kuruldu. Rusla- ra yetişme gayretindeki ABD’nin 1969’da Ay’a gönderdiği astronot Neil Armstrong (Neil Armsıtrong), Ay’a ayak ba- san ilk insan oldu. Armstrong Ay’a ilk ayak bastığında “Bir insan için küçük ama insanlık için büyük bir adım…” diye- rek olayın önemine dikkat çekti.

Uzay çalışmalarına hız kesmeden devam edildi. Dünya çevresinde dönerek TV sinyallerini yansıtan, hava değişikliklerini kaydeden, casusluk yapan araçlar uzaya yerleştirildi. Daha sonra ABD’nin geliştirdiği uzay mekiği ile uzay çağı yeni bir döneme girdi.

DNA

1950 ve 1960’larda özellikle moleküler biyoloji alanın- da önemli bilimsel atılımlar yapıldı. James Dewey Wat- son (Ceyms Devey Vatsın), Francis Crick (Françis Krik) ile DNA’nın (Görsel 3.28) ikili sarmal yapısı üzerine çalış- malar yaptı ve bu çalışmalarıyla 1962’de Nobel Ödülü’nü aldı. 1973’te DNA’nın kimyasal yapısı çözülerek organik olayları kimyasal görünümlerine indirgeme yolundaki ge- lişmeler kaydedildi. Biyoteknolojide sağlanan gelişmeler de tıbbi ve tarımsal yatırımların başlıca alanı oldu.