İslami karakterde olan Osmanlı Devleti’nde Hicri takvim kullanılmış ilerleyen dönemlerde batıya ekonomik yönden uyum sağlamak için Rumi takvim kullanılmıştır. Saatte ise güneşin battığı anı 12 olarak gösteren alaturka saat kullanılıyordu. Devletin İslami yapısı tatil günlerini de etkilemiş Perşembe öğleden sonra ve Cuma tam gün hafta tatili olarak kabul edilmiştir. Ayrıca ölçü birimlerinde kullanılan arşın, endaze, okka gibi birimler batıya uyum sağlamaktan çok uzaktı.
Türkiye Cumhuriyeti bu alanlarda birtakım düzenlemeler gerçekleştirerek batıyla olan ilişkileri kolaylaştırmayı ve uygulamalarda birlik sağlayarak toplumsal hayatı düzenli hale getirmeyi amaçlamıştır.
Takvim, saat, tatil ve ölçülerde yapılan bu inkılâp hareketleriyle batılı devletlerle ekonomik ilişkilerin düzene konulması hedeflenmiştir (Batlılaşma).
Cumhuriyet öncesi Türk toplumunda ailelerin dinî, sosyal, ailevî ve asalet kaynaklı lakaplar taşımaları, gerek insanlar arasında ayırıma yol açmakta, gerekse toplumsal ilişkilerde (nüfus, askerlik gibi) karışıklıklara neden olmaktaydı. Bu durum, cumhuriyetin millî sınırlar içinde tüm insanları eşit kabul etme mantığıyla bağdaşmıyordu. Dolayısıyla hızla modernleşen Türk toplumunda böyle bir bölünmüşlüğe yer verilmemeliydi. Bu amaçlar ile 21 Haziran 1934’te “Soyadı Kanunu” kabul edilmiştir. Bu kanuna göre; her Türk kendi adından başka ailesinin ortak olarak kullanacağı bir soyadı alacaktır. Alınan bu soyadları Türkçe olacak, yabancı milletlere ait adlar kullanılmayacak, soyadlarının ahlaka aykırı komik olmamasına özen gösterilecektir.
24 Kasım 1934 tarihinde kabul edilen bir kanunla da, Mustafa Kemal’e TBMM tarafından “Atatürk” soyadı verilmiştir.
Yine bu tarihte ağa, hacı, hafız, molla, hoca, efendi, bey, beyefendi, hanım, hanımefendi, paşa, hazret gibi unvan ve lakapların soyadı olarak alınması yasaklanmıştır.
Soyadı Kanunu;