İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Türkiye’de Meydana Gelen Siyasi, Ekonomik ve Sosyokültürel Gelişmeler

II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye İç Siyaseti

İsmet İnönü döneminin büyük bir kısmı II. Dünya Savaşı içinde geçti. Türkiye savaşa katılmadı fakat savaşın yükünü önemli ölçüde üstlendi. En verimli dönemlerinde olan genç kuşaklarını yıllarca silah altında tuttu. Dolayısıyla II. Dünya Savaşı, dönemin bütün politikalarını etkiledi. İnönü döneminin en önemli siyasal girişimlerinden biri 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu’nu çıkarmak oldu. Köy Enstitülerinin temel amacı kısa zamanda öğretmen yetiştirmek ve kırsal kesimde ilköğretime dair öğretmen sorununu çözmekti. Köy Enstitüsü mezunu gençlerin gittikleri yerlerde siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda etkili olacakları düşünüldü. Ayrıca bu enstitülerde yetişen köy kökenli öğretmenlerin, görev yaptıkları köyle daha çabuk ve etkili bir biçimde bütünleşebilecekleri ve köy koşullarında daha verimli olacakları kanaati hâkimdi.

Mayıs 1944’te Almanya’nın savaşı kaybetmesinin kesinleştiği dönemde Irkçılık-Turancılık adıyla açılan davada bir grup Turancı tutuklandı. Diğer yandan basına karşı tavır alınarak Adımlar, Yurt ve Dünya, Yürüyüş, Barış Dünyası adlı dergilerle Tan ve Vatan gazeteleri kapatıldı. Muhalefetin önlenmeye çalışıldığı bu dönemde 11 Haziran 1945 tarihli Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17 ve 21. maddeleri üzerindeki tartışmalar sonrasında Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü Dörtlü Takrir’i verdiler. Dörtlü Takrir sonrasında CHP’den istifa eden bu isimler Demokrat Partiyi kurup ülkede demokratik cumhuriyetin gelişmesine katkı sağladılar.

Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmemesine rağmen savaşın ekonomik alanda yarattığı etkiden kurtu- lamadı. II. Dünya Savaşı, 1929 Ekonomik Buhranı’nın Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz yansımala- rının derinden hissedildiği 1930’lu yılların üzerine geldi. Savaşın ekonomik alandaki ilk etkisi uluslararası ticarette hissedildi. Savaşan ülkeler Türkiye’ye yaptıkları ihracatlarını durdurmak zorunda kaldı. Bunun yanında Almanya 1941’de Yunanistan ve Oniki Ada’ya yerleşip Ege Denizi’ni mayınlayınca İstanbul ve İzmir limanları dış ticarete kapandı. Dış ticaretin kesintiye uğraması ithalat ve ihracatı durgunlaştırdı. II. Dünya Savaşı Türkiye’nin ihracatında büyük bir azalmaya yol açtı.

Savaş öncesinde başlayan sanayi yatırım programları hayata geçirilemedi. Savaş yıllarında yeni fabrikalar kurmak ve mevcutları genişletmek için gerekli olan makineler ve yedek parçalar ülkeye ge- tirilemedi. Yaşanan bu eksiklikler II. Beş Yıllık Sanayi Planı’nın hayata geçirilmesini engelledi. Demir, çelik, çimento, kâğıt, cam ürünleri, şeker, pamuklu dokuma gibi sektörlerde üretim düştü.

Uygulanan savaş ekonomisi sürecinde bütçenin %60’ı askerî harcamalara ayrıldı. Devlet bir milyon ki- şilik ordunun masraflarını üstlenmek zorunda kaldı. Savaş yılları boyunca genel bütçe içerisinde savunma giderleri artarken sağlık, eğitim, bayındırlık gibi sosyal harcama kalemleri düşüş gösterdi. Askerî sefer- berlik en çok köylüleri ve tarım sektörünü etkiledi. Köylü nüfusun büyük bir kısmının silah altına alınması onların üretimden uzaklaşmasına neden oldu. 1941’de buğday üretimi yaklaşık %40 oranında azaldı.

Savaş yıllarında sanayileşme sürecinin kesintiye uğramasına ve sanayi kollarındaki üretimin dur- gunlaşmasına rağmen bazı sektörlerde canlılık yaşandı. İthalatın azalmasıyla fiyatların yükselmesi ve iç piyasadaki rekabetin azalması bunda önemli rol oynadı. Dolayısıyla rakibi olmayan işletmelerin bir kısmı tam randıman ile çalıştı. Büyük toprak sahipleri de savaş döneminde kâr etmenin yollarını bul- dular. 1942 ve 1943 yıllarında tarım ürünlerinin fiyatlarının yükselmesiyle ürünlerini piyasaya rahatça sürebilen büyük toprak sahipleri bol kazançlar elde ettiler. Böylece savaş zenginleri ortaya çıktı.

İthalatın ve yerli üretimin daralmasının yarattığı kıtlık ortamı ve devletin seferberliği para basarak finanse etme çabası enflasyona sebep oldu. Bu durum fakir ve dar gelirli kesimleri mağdur etti. Ha- yat pahalılığı, temel gıda ve tüketim maddelerinin ye- tersizliği ve ihtikâr (karaborsa) uygulamaları toplumsal sorunları beraberinde getirdi. Hükûmet narh sistemi, fiyat denetimi ve karne uygulaması gibi çeşitli yollarla ekonomiye müdahale ederek savaşın yarattığı olum- suzlukları gidermeye çalıştı. İlk etapta başvurulacak gelir kaynaklarından biri mevcut vergilerin artırılması ve yeni vergilerin konulması oldu. Vergilerde herhangi bir fiyat ve gelir esnekliği gözetilmediği için yüksek gelir- li gruplar artan ve çeşitlenen vergileri fazla bulmazken ücretliler, düşük gelirli ve yoksul kitleler vergilerin ağır yükünü taşıyan kesimler oldu. Toprak Mahsulleri Vergisi yanında hayvan vergisi ve angarya yükümlülükler öngören Yol Vergisi gibi vergiler de fakir köylüyü sarstı. Türkiye II. Dünya Savaşı yıllarında son 20-30 yılın en yüksek fiyat artışı seviyelerine şahit oldu.

II. Dünya Savaşı’nın neden olduğu olağanüstü ko- şullar hükûmetlerin de ekonomik alanda olağanüstü önlemler almasına neden oldu. Refik Saydam Hükû- meti ekonomiyi ve fiyatları denetim altına almak için 18 Ocak 1940’ta Millî Korunma Kanunu’nu çıkarttı. Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı gibi kurum- lar kuruldu. Böylece bir savaş ekonomisi dönemi başladı. Hükûmet bu yasa ile fiyatları saptamada, ürünlere el koymada hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede neredeyse sınırsız yetkiler elde etti. Millî Korunma Kanunu’na göre Petrol Ofisi (1941) kuruldu. Kanun gereği savaş sırasında bilhaspesa maden sanayisinde olmak üzere zorunlu çalıştırma uygulamasından yaygın şekilde yararlanıldı. Kanun uyarınca 1940 yılı içinde ekonomiyi tüm askerî ihtiyaçları karşılayacak biçimde yönlendirmekle görevli Koordinasyon Heyeti kuruldu. 1942’de Refik Saydam’ın ölümü üzerine Şükrü Saraçoğlu’nun başbakanlığında kurulan hükûmet %25 uygulamasıyla üreticinin elindeki ürünün bir kısmını alacak, kalan kısım üreticiler tarafından serbestçe satılacaktı. Kanun gereği kurulmuş İaşe Müsteşarlığı kaldı- rıldı. Bu duruma bağlı olarak fiyatlar fırladı, genel fiyat düzeyi 1942’de %90, 1943’te %75 arttı. Hükû- met arzın artacağını ve fiyatların düşeceğini hesap etmişti fakat bu şekilde olmadı ve tarım ürünlerinin fiyatları yükseldi.

II. Dünya Savaşı boyunca Türkiye’de yaşanan ekonomik bunalım, enflasyon ve vurgunculuk Varlık Vergisi uygulamasını gerekli kılacak koşulların oluşmasına yol açtı. Şükrü Saraçoğlu Hükûmeti, bazı kesimlerin savaşı fırsata çevirerek elde ettiği zenginlikleri vergilendirmenin ülkenin yararına olacağını düşündü ve Kasım 1942’de Varlık Vergisi Kanunu’nu kabul etti. Bu kanuna göre hükûmet, savaşta elde edilen haksız kazançları ve toprak sahiplerinin gelirlerini savaşın neden olduğu enflasyonla mü- cadele etmek için bir kereye mahsus toplayacaktı. Emlak ve akar sahipleri, tüccarlar ve büyük toprak sahipleri vergi mükellefi olacaktı.

Varlık Vergisi Kanunu’nda Türk veya azınlık ayrımına ilişkin hiçbir ifade bulunmamasına rağmen uygulamada azınlıkların yükümlülükleri ağırlaştırılmıştı. Alınacak vergi, o yerin en büyük mülki amiri, mal memuru, tacirler ve belediyelerden seçilen üyelerden oluşan takdir komisyonlarınca belirlenmiş ve belirlenen vergi miktarlarına itiraz olanağı tanınmamıştı. Komisyonların saptadığı vergiyi ödeme- yenler önce toplama merkezlerine, sonra da çalıştırılmak üzere Erzurum Aşkale’ye gönderildi. Varlık Vergisi, gelen tepkiler üzerine Mart 1944’te yürürlükten kaldırıldı.

Tarım kesimini vergilendirmek için Haziran 1943’te Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu (TMV) ile çiftçilerin yetiştirdikleri ürünün %10’unu ya nakden ya da ayni ödeyecekleri bir vergi yasası çıkarıldı. Verginin temel hedefi; savaş nedeniyle harcamaları artan devlete gelir sağlamak, sağlanan kaynakla gıda sorununu çözmek ve bununla bağlantılı toplumsal sıkıntıları hafifletmek dolayısıyla hükûmetten duyulan memnuniyetsizliği azaltmaktı. Vergi, Osmanlı Devleti dönemindeki aşar vergisine benziyordu fakat TMV doğrudan devlet tarafından toplanıyordu. Yasa 1944’te revize edildi, 1946’da da yürürlük- ten kaldırıldı. Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu, 3 milyon mükellefi doğrudan, 15 milyona yakın köylü ve şehirliyi de dolaylı olarak etkiledi.

II. Dünya Savaşı içerisinde hükûmetin ekonomiye dair müdahaleleri sonuç vermeyince karne usu- lü uygulaması başlatıldı. Karne usulü ilk olarak ve en yaygın biçimde ekmekte uygulandı (14 Ocak 1942). 1943’ten itibaren dar gelirli memurlara ve fakir kesimlere sosyal yardım olarak dağıtılan şeker, kahve, çay, pamuklu kumaş ve bez gibi maddeler de karneye bağlandı. Toplumun fakir kesimleri için ekmek temel beslenme maddesiydi. II. Dünya Savaşı döneminde birçok kentte ve özellikle İstanbul’da ekmek sorunu önemli bir yer tuttu.

Demirağ ve Hürkuş

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında hava harp sanayisinde girişimci olarak Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ görülür. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine ve Millî Mücadele’deki sıkıntılara şahit olan Ve- cihi Hürkuş ve Nuri Demirağ, pek çok acı yaşamış olan bu milleti daha ileriye taşımak için canları ve malları pahasına mücadelelerde bulunmuşlardır. Çok para kazanmayı değil, imkânlarını millet ve devlet yararına kullanmayı önemsemişlerdir.

Nuri Demirağ

“Hesaplı hareket ettiğini zanneden ve onunla iftihar eyleyen dar kafalar; kurtulmağa, yükselmeğe elverişli hiçbir eser vücuda getirmezler. Kurtuluş ve yükselişi, ancak varlığına dayanan ve mülkü mille- tin gizli kapalı hazinelerini verimli hâle getirmesini bilen, şahsi menfaatini millet menfaati uğruna feda eden, ruhu idealist, dimağı realist şahsiyetlerde aramalıdır.”

Sivas Divriği’den İstanbul’a gelen Nuri De- mirağ, sahip olduğu 252 lirası ile Türk Zaferi adını verdiği bir sigara kâğıdı çıkardı. Daha sonra, Cumhuriyet idaresinin Türkiye demir yolları ve şoseleri için açtığı ihalede devlete verdiği en uygun teklifle müteahhitlik hayatına atıldı.

Demir yollarındaki çalışmalarından dolayı Atatürk tarafından kendisine Demirağ soyadı verilen ilk Türk demir yolu müteahhidi Nuri De- mirağ, 1012 kilometrelik demir yolu yaparken diğer büyük inşaat işlerine de atıldı.

1936’da havacılık sanayisinin ilk temelle- rini atmaya başlayan Nuri Demirağ, “Madem- ki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz.” ilkesiyle yola çıktı. Bu uğur- da ömrünü vakfettiği uçak sanayisi, kendisi- nin öncülüğünde açılan Atatürk Havalimanı ile hızla gelişti. 1936’da havacılık konusunda 10 yıllık bir program hazırlatarak Çekoslovak bir firma ile anlaştı. Beşiktaş’ta Tayyare Etüt Atölyesinin açılışını 17 Eylül 1936’da yaptı. Demirağ, pist ve uçuş sahası olarak kullanıl- mak üzere İstanbul Yeşilköy’de Gök Stad- yumu adını verdiği ilk sivil hava meydanında çalışmalara başladı. Yeşilköy’de Gök Stadyu- mu’nun kurulmasından sonra, Sivas Divriği’de pilot yetiştirmek üzere Gök Okulu adını ver- diği akademiyi kurdu. Bu okulla Anadolu’yu teknolojik atılımın bir parçası hâline getirmeyi amaçladı. Nuri Demirağ, Gök Okulunda yalnız pilotluk eğitimi vermiyor aynı zamanda pren- sip sahibi bir neslin yetişmesi için çalışıyordu. “Cumhuriyete, vatana, millete, kültürüne ve manevi değerlerine bağlı olmayan bir Türk genci göklerde düşmanlar karşısında sıkıntı çeker.”görüşündeydi.

Demirağ’ın amacı, yurt içinde hem ticari ve askerî uçaklar üretmek hem de mühendis, teknisyen ve pilotlar yetiştirmekti. Fransa’da uçak mühendisliği eğitimi alan Selahattin Reşit Alan ile kurduğu ortaklığın sonucunda, 1936 ve 1938’de Nu.D.36 ve Nu.D.38 (Görsel 2.35) adı verilen uçakları tasarladı. Bu uçaklar o dönemin teknik açıdan en gelişmiş uçakla- rındandı.

Nuri Demirağ’ın uçak sanayisindeki çalışmaları; THK ile olan anlaşmazlığın aleyhine sonuçlanma- sı, kendisini teşvik eden devlet kuruluşlarının imalata geçtikten sonra ilgi göstermemesi ve sipariş alı- namaması üzerine 1940’ta durduruldu. Elde kalan uçaklar hurdacıya satıldı. Nuri Demirağ, hükûmet üyeleri ve cumhurbaşkanına mektuplar yazdı. Durumun düzeltilmesi için yaptığı girişimlere rağmen bir özel sektör yatırımı olan fabrika tekrar açılamadı.

Nuri Demirağ, Cumhuriyet tarihinde II. Dünya Savaşı’ndan sonra çok partili hayata geçişte (1945) ilk muhalefet partisi olan Millî Kalkınma Partisinin kurucuları arasında yer aldı ve partinin genel baş- kanlığını üstlendi. 1954 seçimlerinde Demokrat Partiden Sivas’ta müstakil aday gösterildi ve Sivas mebusu olarak Büyük Millet Meclisine girdi.

Vecihi Hürkuş

Askerî pilot, uçak imalatçısı ve uçak mühendisi olan Vecihi Hürkuş, Türk havacılık tarihinde önemli bir isimdir. I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılıklar gösteren Astsubay Pilot Vecihi Hürkuş, Vecihi K-6 adını verdiği ilk uçağının projesini 1918’de çizdi. Cumhuriyetin ilanından sonra İzmir’de küçük bir atölyede imal ettiği Vecihi K-6 uçağı ile 1925’te başarılı bir deneme uçuşu yaptı. Teknik denemesi yapılmamış bir aletle başkalarının hayatını tehlikeye atmaktan 15 gün ev hapsi ce- zası aldı. Vecihi Hürkuş, cezayı haksız bularak Hava Kuvvetlerinden istifa etti.

İstanbul’da atölye kuran Vecihi Hürkuş, 1930’da V-14 (Görsel 2.36) adını verdiği ikinci uçağını yap- tı. Ancak uçağı imal ederken gereken bilgilendirmeleri yapmaması ve gerekli izinleri almaması Hava Yolu (Seyrüsefer) Kararnamesi hükümlerine aykırı görüldü ve uçağa uçuş izni verilmedi. Millî Savun- ma Bakanlığına bağlı Hava İşleri Genel Müdürlüğünden Vecihi Hürkuş’a gönderilen yazı şöyleydi: ‘‘V- 14 tipi tayyarenin, her ne kadar tecrübe uçuşlarında ve takiben İstanbul’dan havalanarak Ankara’ya kadar hava yoluyla yaptığı uçuşlarda uçuş kabiliyetinin yerinde olduğu anlaşılmış ise de tayyarenin aerodinamik vasıflarını tespit edecek elimizde hiçbir vasıta bulunmadığından fennen muayenesine imkân görülmemiş ve bu suretle icap eden seyrüsefer vesikası verilmemiştir.’’ Bunun üzerine Vecihi Hürkuş, uçağını parçalayıp trenle Prag’a götürdü. Çek Hükûmetince görevlendirilen komisyon tara- fından gerekli onayları alan Vecihi Hürkuş, yaptığı uçakla İstanbul’a geldi. 1932’de Türkiye’nin ilk sivil uçuş okulunu (Vecihi Sivil Uçak Okulu) Kadıköy’de açtı. Okulu açtığında V-14 ve V-15 adlı iki uçağı vardı, sonraki iki yılda altı uçak daha yapmayı başardı. Uçakların sadece motoru dışarıdan alındı diğer aksamları atölyelerde yapıldı.

Vecihi Hürkuş, Tayyare Ona- rım ve Türk Motor Anonim Şir- ketinde (TOMTAŞ) şef pilot (test pilotu) olarak görev yaptı. Alman- ya’da Dassault firmasının üretim ve uçuş hattındaki uçakları üze- rinde ihtiyaç duyulan değişiklik- leri şahsen yaptı ve onlara yeni öneriler sundu. TOMTAŞ’ın sipa- rişi olan Junkers A-20 uçağında, Almanya’da Vecihi Hürkuş’un katkılarıyla yapılan değişikliklerle Ju A-35 tipi üretildi.

Türkiye’de Radyo Yayıncılığının Kuruluşu ve Gelişimi

Türkiye’de radyo yayıncılığı özel bir şirket olan Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi (TTTAŞ) tarafından 1927’de baş- latıldı. Başlangıçta yalnızca bir eğlen- ce aracı olarak topluma sunulan radyo, sonraki süreçte kültür ve sanatın geliş- tirilmesi, halkın eğitimi, ulusal bilincin aşılanması gibi millî rolleri de üstlendi. Türkiye Cumhuriyeti, yeni kültürün ak- tarılması, vatandaşa doğru ve bilimsel bilgi verilmesi amacıyla çiftçilikten klasik müziğe uzanan bir yelpazede çeşitli ko- nularda halkı bilinçlendirmek için radyo yayıncılığına büyük önem verdi. Radyo, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren eğitime yönelik yayınlarıyla Cumhuriyet’in tasavvur ettiği sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış bir topluluk oluşturmaya yardımcı olmuş, Batılılaşma ve kalkınma sürecine ivme kazandırmıştı. Ülkenin yetişmiş bilim insanları, yazar ve sanatçıları radyolarda da görev alıyor, bilgi ve görüşlerini dinleyicilerle paylaşıyordu. Ülke kültürü içinde gelişen müzik, folklor, spor, siyaset ve yeni hayata yön veren pek çok olgu radyonun anlatım alanı içindeydi.

1930’ların ikinci yarısından 1940’ların ortasına kadar yaşanan süreç devletin kitle iletişim araçların- dan etkin olarak yararlanmak istediği yıllar oldu. II. Dünya Savaşı’nda insanların siyasi gelişmeleri takip etme isteği radyonun yaygınlaşmasını sağladı. Ülkemizde ilk olarak Ankara Radyosu 1943’ten sonra düzenli yayınlara başladı. Üstüne bir dantel örtü serilmiş lambalı radyolar, kentli evlerin başköşelerine kuruldu. Yaşanan teknolojik gelişmelerle radyonun eğlendiren ve müzik sunan işlevi ön plana çıktı.

1940’ların ikinci yarısından itibaren devlet radyolarının dışında da radyo istasyonları kurulmaya baş- landı. 1945’te kurulan İstanbul Teknik Üniversitesi Radyosu bu alanda bir ilkti. II. Dünya Savaşı son- rası başlayan Batı Bloku içinde yer alma çabası yayıncılığı da etkiledi. Radyo giderek daha fazla yay- gınlaştı, kentlerden köylere hemen her kesimden insanın daha rahat eriştiği bir araç konumuna geldi.

1938-1943 yılları arasında Ankara Radyosunun müdürlüğünü yapan Vedat Nedim Tör’ün radyo yayıncılığı hakkında söyledikleri, radyonun toplumsal gelişmedeki rolünü gözler önüne sermektedir. Tör “Radyoda Türkçenin en güzel örneklerinin verilmesi, programlarda halka olumlu ve yararlı bilgilerin su- nulması, eğitici telkinlerde bulunulması, halkın zevkini ve moralini bozacak yayınlardan kaçınılması, halkın sanat zevkinin yükseltilmesi amacıyla müzik yayınlarında gerek alaturka gerekse Batı müziğinin kaliteli örneklerinin verilmesi gerekir.” diyerek radyonun eğitici rolünü ön plana çıkarmaktadır. Bunun yanında II. Dünya Savaşı yıllarında savaşa dair gelişmeler radyodan takip edilmiştir. İnsanlar radyodan duyduklarına güven duymuş ve bu güveni “Radyo söyledi.” diyerek ifade etmişlerdir.

Türkiye’de radyo yayıncılığının başlamasıyla radyo programlarında halk müziği örnekleri, bireysel faaliyetler çerçevesi içinde düzensiz bir biçimde yer buldu. Radyolarda halk müziği eserlerinin icrası, İstanbul Radyosunda Tamburacı Osman Pehlivan tarafından Rumeli türküleri ile başladı. 1938’de An- kara Radyosunda Sadi Yaver Ataman, gerçekleştirdiği açıklamalı halk müziği programlarında anonim edebiyat ve âşık edebiyatı ürünlerine yer verdi. 1940’ta Vedat Nedim Tör’ün Ankara Radyosunun mü- dürü olması, radyo programlarının yeniden yapılandırılmasını sağladı. Bu doğrultuda 1941’de Mesut Cemil yönetimindeki Klasik Türk Müziği Korosu radyonun ilk düzenli halk müziği programını yaptı. Bir Türkü Öğreniyoruz adlı program, Muzaffer Sarısözen’in (Görsel 2.37) şefliği ve repertuvar hocalığı doğrultusunda faaliyetini sürdürdü. Bu programlar klasik Türk müziği sanatçılarının halk müziği alanında eğitilmesini sağlamanın yanında Yurttan Sesler Korosunun kurulmasına da zemin hazırladı ve Yurttan Sesler Korosu Muzaffer Sarısözen’in şefliğinde 1947’de kuruldu. Yurttan Sesler Korusu programlarında halk müziği derleme çalışmaları dinleyicilere sunuldu.