Demokrat Parti Döneminde Türkiye’de Meydana Gelen Siyasi, Sosyokültürel ve Ekonomik Gelişmeler

Toprak Reformu ve Demokrat Partinin Kurulma Süreci

Türkiye’de 1930’lu yıllarda gündeme ge- len toprak reformu, devlete veya şahıslara ait tarım arazilerinin tarım üretiminde çalışan ve üretim için yeterli toprağa sahip olmayan kişilere dağıtılmasıdır. Bu uygulamayla top- rakta mülkiyet dağılışının adil hâle getirilme- si, işçilerin sosyal ve ekonomik durumlarının iyileştirilmesi hedeflenmiştir. 1937 yılı meclis açış konuşmasında Mustafa Kemal Atatürk: “Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakıl- mamalıdır. Bundan daha önemlisi de bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünmemesidir.” demiştir. II. Dünya Savaşı’nın çıkması konunun savaş sonrasına bırakılmasına neden olmuştur.

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile 1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (ÇTK) mecliste gündeme geldi. Bu kanun tasarısı hem CHP içinde hem de kamuoyunda tepkilere yol açtı. Yasanın siyasi alanda büyük bir muhalefetle karşılaşmasının en önemli sebebi şahıslara ait toprakların 5000 dönümünden faz- lasının kamulaştırılacak olmasıydı. Bu nedenle yasa ta- sarısı meclise geldiğinde büyük tartışmalara yol açtı.

Adnan Menderes’in (Görsel 3.34) önderliğini yaptığı ve aralarında Refik Koraltan, Emin Sazak gibi siyaset- çilerin bulunduğu grup yasaya muhalif oldu. Bunun ya- nında muhalif grup tek parti yönetimine de eleştirilerde bulundu. CHP’nin 1945’e kadar yaptığı uygulamaları eleştiren muhalif milletvekilleri, partinin daha demokratik yönetim sergilemesi konusu üzerinde özellikle durdular. CHP yönetiminin toprak reformu uygulamasına karşı en sert eleştiriyi, yasa tasarısının Nazi Almanyası’ndan etki- lenilerek hazırlandığını söyleyen Adnan Menderes yaptı.

Kamuoyunda büyük ilgi çeken ÇTK, 14 Mayıs 1945’te mecliste görüşülmeye başlandı. Görüşmelerde Tarım Bakanı Raşit Hatipoğlu yasayı Cumhuriyet rejimi ile köye yönelen hareketin bir aşaması olarak değerlendirdi. Mu- halif milletvekilleri ise tasarının ülke gerçeklerine uygun olmadığını belirterek tasarıyı hazırlayanların karşısında yer aldı.

Cumhuriyet Halk Fırkası içerisindeki muhalifler, Millî Şef İsmet İnönü’nün parti içi otoritesi ve II. Dünya Sa- vaşı’nın olumsuz etkilerinin yarattığı koruyucu önlemler nedeniyle varlıklarını hissettiremediler. II. Dünya Savaşı sonucunda yoksullaşan halk, İsmet İnönü’ye ve tek parti yönetimine karşı muhalefet yapanlarla beraber hareket etme eğiliminde oldu. Ayrıca bazı aydınlar, dünyada esen demokrasi rüzgârlarını yakından takip ediyor ve Türki- ye’de CHP’den başka partilerin de olması gerekliliğine inanıyorlardı. Adnan Menderes, Refik Koraltan gibi siya- setçiler demokratik rejimlerin karakteristik özelliklerinden sık sık söz ettiler. Muhalif milletvekilleri liberalizme (ser- bestlik) ilgi göstermiş ve ÇTK görüşmelerinde söz alıp üstü kapalı olarak parti yönetimini eleştirmişlerdir.

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısı görüşmele- ri, CHP içerisindeki küçük farklılıklardan kaynaklandığı düşünülen sorunların belirgin olarak hissedildiği, ciddi boyutta bölünmelerin yaşandığı ve yeni yapılanmalara zemin hazırlandığı görüşmeler oldu. Özellikle on yedinci maddenin görüşülmesi sırasında İsmet İnönü’nün mec- lise müdahalesi, muhalif gruba geçişleri hızlandırdı. Bu katılımlarla daha da güçlenen muhalefet, 1945 bütçe görüşmelerinden sonra varlığını iktidara ve Millî Şef’e hissettirdi. Yaşanan süreç sonucunda güven oylaması- na giden hükûmete karşı Adnan Menderes, Celal Bayar (Görsel 3.35), Refik Koraltan (Görsel 3.36), Fuat Köprülü, Emin Sazak, Hikmet Bayur, Recep Peker gibi millet- vekilleri güvensizlik oyu kullandı.

Yasa tasarısı görüşmelerinde tek parti yönetimine karşı yapılan muhalefet ve gruplaşma, daha önce biz- zat Mustafa Kemal Atatürk tarafından denenen ancak başarısız olunan çok partili döneme geçişte büyük rol oynadı. Ayrıca bu görüşmeler yeni oluşumun lider kad- rosunu da belirledi. Yaşanan bu sürecin ardından Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü (Görsel 3.37) ve Refik Koraltan ülke ve parti içi liberalleşme istekle- rini Dörtlü Takrir adı altında meclis grup başkanlığı- na sundu. Bu takrir (önerge) genel olarak bakıldığında daha çok demokrasi ve hürriyet için verildi. Verilen bu takrir milletvekillerinin çoğunluğunun oyu ile reddedildi (12 Haziran).

Dörtlü Takrir’e imza atan Köprülü ve Menderes par- tiden ihraç edildi (21 Eylül). Arkasından Celal Bayar İzmir milletvekilliğinden istifa etti (28 Eylül). Parti yöne- timi 27 Kasım 1945’te Koraltan’ı da partiden ihraç etti. Bu gelişme üzerine Celal Bayar kendi isteğiyle 3 Aralık 1945 günü CHP’den ayrıldı.

Tek partili sistem, 18 Temmuz 1945’te Millî Kalkınma Partisinin kurulmasıyla sona ermişti. Ancak bu parti kamuoyundan destek bulamadı. Muhalefet cephesinde bunlar yaşanırken Millî Şef İsmet İnönü, 1 Kasım 1945’te meclis açış konuşmasında Türk siyasal sisteminin demokratik niteliğini vurgulayarak muhalefetin ayrı bir parti şeklinde organize olması yönünde demeç verdi. 3 Aralık 1945’te CHP millet- vekilliğinden ayrılan Celal Bayar yaptığı basın toplantısında arkadaşları Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile yeni bir parti kuracaklarını, partinin adının Demokrat Parti olacağını ifade etti. Kuracakları bu partide öncelikle demokratikleşmeyi sağlama, tek dereceli seçim sistemini getirme, Ana- yasa’ya aykırı yasaları ayıklama yönünde çalışacaklarını ve hayat pahalılığı ile mücadele edeceklerini belirtti. Celal Bayar ve arkadaşları, Demokrat Partiyi 7 Ocak 1946’da resmen kurdu (Görsel 3.38). Celal Bayar’ın genel başkanlığa getirildiği Demokrat Partinin diğer kurucu ve yöneticileri; Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan oldu.

Türk Demokrasi Tarihinde 1946-1950 Seçimleri

II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru başlatılan çok partili döneme geçiş çabaları, 1946 seçimlerin- den sonra aralıksız sürdürüldü. 1950 seçimleriyle sonuçlandırılan bu süreç, demokrasinin yerleşmesi ve seçim güvenliğinin sağlanması için yapılan tartışma ve çözüm önerileriyle geçti.

Türkiye’de 24 Temmuz 1946’ya kadar iki dereceli seçim sistemi uygulanmaktaydı. Bu sistemde “birinci seçmen”ler (seçme hakkına sahip vatandaşlar), kendilerini temsil edecek “ikinci seçmen”leri seçmekteydi. İkinci seçmenler ise ikinci turdaki seçimlerde sandık başında oy kullanmaktaydı. 1946 seçimleri ile tek dereceli seçim sistemi uygulanmaya başlandı. 1946 seçimlerinde seçme hakkına sahip vatandaşların tamamı tek seferde oylarını kullanmaktaydı. Yargı denetiminin olmadığı bu se- çimde oylar açıkta veriliyor, gizli sayılıyordu (açık oy-gizli tasnif) ve çoğunluk sistemi uygulanıyordu. Bu sistemle oluşan VIII. Dönem TBMM, 1946’da yapılan milletvekili genel seçimleriyle başladı, 1950 seçimleriyle sona erdi. Tek dereceli seçimlerle oluşması ve seçimle gelmiş bir muhalefet partisinin ilk kez mecliste yer alması bakımından ilklerin yaşandığı bir meclis oldu. 1946 seçimleri her 40 bin kişi için bir milletvekili seçilmesi şeklinde yapıldı. Bu esasa göre 1946’da yapılan milletvekili genel seçi- minde seçilecek olan milletvekili sayısı 465 olarak belirlendi.

1946 seçimleri sonucunda iki siyasi parti (CHP ve DP) meclise girdi. 1946-1950 yılları arasında iki parti arasında gerginlikler yaşansa da TBMM, çok partili hayatın gerektirdiği yasal değişimleri yaptı.

1948’de Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikler:

• Seçim kurullarının yapısı değiştirilerek katılım genişletildi. Siyasi parti temsilcilerinin seçim kurulla- rında yer alması kabul edildi.
• Belediye başkanı ve meclis üyeleri seçim komisyonlarında görev almayacak, komisyon üyeleri se- çim kurullarınca yalnızca seçmenler arasından seçilecekti.
• Partilerin ve bağımsız adayların temsilcileri, seçim komisyonlarında seçim işlemlerini izleyebilecekti. • Oyların kapalı oy verme yerinde verilmesi zorunlu tutuldu, böylece gizli oy ilkesi güvence altına alındı.
• Seçime katılan siyasi partilerin birer temsilcisi, oyların sandığa atılması ve sandığın açılıp oyların sayılması sırasında seçim kurul ve komisyonlarında hazır bulunmaya yetkiliydi.

Demokrat Parti bu yenilikleri yeterli bulmadı. Çünkü Kanun, DP’nin isteklerinden bir kısmını karşılasa da ıs- rarla istediği yargı güvencesini içermiyordu, üstelik eski kanundaki diğer sakıncalı sayılan hükümler de değişme- mişti.

16 Şubat 1950’de Milletvekilleri Seçim Kanunu tama- men yenilendi. Yenilenen bu Kanun, demokratik koşul- larda ve yargı denetiminde serbest seçim yapılmasına olanak sağlayan ilk milletvekili seçim kanunu oldu. Birinci maddesinde milletvekili seçiminin gizli oyla yapılacağı, oy- ların sayılmasının ve ayrılmasının açık olacağı belirtilen Kanun’la yargı denetimi başta olmak üzere önemli yeni- likler getirildi.

TBMM, 24 Mart 1950 günlü oturumunda milletvekilleri seçimlerinin yenilenmesine karar verdi. 14 Mayıs 1950 se- çimleri büyük bir olgunluk ve sükûnet içinde geçti. Beyaz İhtilal olarak adlandırılan bu seçimle seçmenler, 27 yıllık tek parti iktidarına son vererek DP’yi iktidara taşıdı.

Demokrat Parti Döneminde Ekonomik ve Sosyokültürel Gelişmeler

1950 seçimlerinden başarı ile çıkan DP, liberal görüşlere sahip bir parti olarak çalışmalarını sürdür- müştür. DP iktidarının ilk yıllarında Türkiye’de iç ve dış politikada önemli gelişmeler yaşanırken aynı zamanda ülkenin çehresi de değişmiş, kara yollarına verilen önem sayesinde köylünün pazara ve kente ulaşması kolaylaşmıştır. Traktör sayısındaki büyük artış, tarımsal krediler, hepsinden önemlisi köylünün ürününü satacağı pazarlara ulaşması gibi tarım politikaları köylünün yaşam standartlarını artırmıştır. 1950’de 14 milyon 542 bin hektar olan ekim alanları, 1960 yılında 25 milyon hektara yaklaşmıştır. Tarım- da modernizasyonla birlikte akarsular sulama ve enerji üretecek birer kaynak hâline getirilmiştir. Sanayi alanında Makina Kimya Enstitüsü Kurumu, Denizcilik Bankası, Et ve Balık Kurumu, Türkiye Çimento Sanayi Anonim Şirketi, Azot Sanayi Türkiye Anonim Şirketi, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, T.C. Turizm Bankası, Yem Sanayi Anonim Şirketi, Ereğli Demir Çelik Fabrikaları, Devlet Malzeme Ofisi gibi önemli kuruluşlar kurulmuştur. Öte yandan limanlar, barajlar, köprüler ve köy içme suları vatandaşların hizmetine sunulmuştur.1960 yılına gelindiğinde sanayide %78 olarak gerçekleşen artışın, sanayinin millî gelirdeki payını %16’dan %22’ye yükselttiği görülmüştür. Sanayideki bu gelişmeler, bir yandan millî bir sanayi burjuvazisinin temellerini atarken diğer yandan kırsal kesimden kente göçün başlaması gibi önemli bir toplumsal sorunun da doğmasında etkili olmuştur.

On yıllık DP döneminde din dersleri zorunlu hâle getirilerek İmam-Hatip okulları açılmış ve Köy Ensti- tüleri, İlk Öğretmen okulları ile birleştirilerek kapatılmıştır. Ezanın Arapça olarak okunmasını yasaklayan madde mecliste görüşülmüş ve CHP’li milletvekillerinin de büyük bir çoğunluğunun katkılarıyla yasak kaldırılmıştır.

DP döneminde büyük çapta endüstri yapıları üretilmiş ve şehircilik çalışmaları yapılmıştır. Büyük kentlerin merkezlerine yakın yerlerdeki gecekondu yerleşmeleri ilk kez bu dönemde görülmüştür. Köy- den kente göçün bir ürünü olan ve 1970’li yıllarda doğan “arabesk” müzik için sosyal altyapı 1950’lerden itibaren oluşmaya başlamıştır. Klasik Türk müziğinin en büyük bestecisi olarak kabul edilen Sadettin Kaynak son dönemini yaşarken Münir Nurettin Selçuk’un yıldızı bu yıllarda parlamıştır.

1950-1960 yılları arasında resim sanatında Nuri İyem, Neşet Günal gibi sanatçıların yanı sıra Orhan
Peker, Nedim Günsür, Adnan Çoker gibi kişisel üsluplarını başarıyla ortaya koyan sanatçılar eserlerini
vermiştir. Türk sineması ayrı bir sanat olarak gelişme imkânı bulurken bu dönemin öncüsü Ömer Lütfi
Akad olmuştur. 1952 yılında “Kanun Namına” isimli polisiye film ile sinema alanında önemli adımlar
atılmaya başlanmış ve çekilen filmlerde Anadolu yaşamı başarıyla canlandırılmıştır. İlk renkli Türk filmi
olan Halıcı Kız’ın çekimleri, Muhsin Ertuğrul tarafından bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Devlet Tiyat-
roları, 1954-1958 yılları arası Muhsin Ertuğrul yönetimiyle daha sonra da Cüneyt Gökçer ile başarıdan
başarıya koşmuştur.

“Üç Kemal” olarak adlandırılan Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Kemal Tahir’in 1954 yılından itibaren yayımladıkları köyü konu alan romanları köy edebiyatının ilk örnekleri olmuştur. Bu akımın diğer yazar- ları arasında Reşat Deniz, Sami Kocagöz, Necati Cumalı ve Fakir Baykurt sayılabilir. Buna karşın bireyi öne alan ve varoluşçulukla bilinç akımı tekniğinden etkilenen Onat Kutlar, Erdal Öz, Bilge Karasu bu dönemde özgün eserler vermişlerdir.

Nurettin Topçu, Hilmi Ziya Ülken, Cahit Okurer, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Osman Turan, Mehmet Kaplan ve Remzi Oğuz Arık dönemin düşünce dünyasında ilk akla gelen isimlerdir. Yeni İslamcılık olarak adlandırılabilecek görüşün Necip Fazıl Kısakürek’ten Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören çizgisine doğru gelişimi de bu yıllardan itibaren başlamıştır.

1950’li yıllar güreş ve futbola ilgi duyulan yıllar olmuştur. 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda serbest gü- reşte 52 kiloda Hasan Gemici ile 62 kiloda Bayram Şit altın madalya kazanmıştır. 1956 Melbourne Olim- piyatları’nda da Mustafa Dağıstanlı, Hamit Kaplan ve Mithat Bayrak altın madalya kazanmıştır. Futbolla ilgili olarak 1952 yılında İstanbul Profesyonel Ligi kurulmuştur. Türk Millî Takımı ilk olarak 1954 Dünya Kupası’na katılmış, 1956 yılında da Macaristan’ı 3-1 yenerek adından söz ettirmiştir.

Gümüş Motor

İTÜ’den mezun olduktan sonra akademik ça- lışmalarına Almanya’da devam eden Necmettin Erbakan, Almanların II. Dünya Savaşı sonrasında sanayileşmelerine tanıklık etti. Leopard tankların- da araştırma başmühendisi olarak çalıştı. Alman- ya’daki çalışmaları esnasında, Türkiye Zirai Do- natım Kurumunun sipariş verdiği motorları gördü. Türkiye’de kullanılan en küçük sulama motorla- rının dahi ithal edilmesinden duyduğu üzüntü, kendisinde Türkiye’nin kendi motorunu yapması gerektiği düşüncesini doğurdu.

1956’da genç mühendis Necmettin Erbakan’ın girişimiyle Türkiye’nin ilk yerli motorunu üretmek için temeli atılan Gümüş Motor, 20 Mart 1960’ta dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan tarafından bir motor pistonu içerisinde kendisine sunulan makasla açıldı. Şirketin Umum Müdürü Necmettin Erbakan, Hasan Polatkan’a 30 bin m2lik bir alana kurulu olan fabrikayı gezdirdi ve açıklamalarda bulundu. 12 bin m2lik kapalı saha içerisinde yer alan dökümhane, çelik işleri atölyesi, piston dökümhanesi, modelhane ve tecrübe stantlarından oluşan bölümler ziyaret edildi.

Türkiye’de 1960 Mart’ında 9 ve 15 PS’lik di- zel motorların seri hâlde imal edildiği, 30 PS’lik iki silindirli motorların da imalatına başlandığı yerli bir motor fabrikası vardı. Ülkenin geçimini büyük oranda tarımla sağladığı, barajlara bağlı sulamanın henüz başlamadığı ve ihtiyacın derin kuyu pompaları ile karşılanmaya çalışıldığı bu dönemde Gümüş Motor, Türk çiftçisinin yanın- da oldu. Derin kuyu pompaları üreterek büyük bir ihtiyacı giderdi ve Devlet Su İşlerinin verdiği siparişleri karşıladı.

Gümüş Motor’un (Görsel 3.41) diğer bir özel- liği de kuruluşunda öz kaynaklardan yararla- nılmış olmasıydı. Türkiye’nin 1956-1960 yılları arasında içerisinde bulunduğu ekonomik bunalıma ve TL’nin dolar karşısında yaklaşık üç kat değer kaybetmesine rağmen bu konuda taviz verilmemişti. Gü- müş Motor’un ülkede ortaya çıkardığı sanayileşme düşüncesi Türkiye’nin bir ziraat memleketi olarak kalmasını isteyen kesimleri rahatsız etti. Gelirlerini ithalat yoluyla karşılayan çevreler mevcut durumla- rını korumak istemişler, millî bir sanayinin kurulmasına özellikle de otomotiv endüstrisine karşı çıkmış- lardı. Çünkü yerli bir sanayinin hayat bulması, ithalat kotalarının buna göre planlanması onların yüksek kârlardan mahrum olmalarına neden olacaktı.

Motor sanayisi, diğer yerli sanayi kolları gibi devlet tarafından korunamadığı için gelişemedi ve Gümüş Motor ithalat yapan büyük firmalarla karşı karşıya geldi. 1961’de Yeni İstanbul gazetesinde on beş gün boyunca devam eden mülakatlar serisinde “Türkiye’de bir otomobil sanayisi kurulabilir mi?” sorusunun cevabı arandı. Bir tarafta piyasada müşterilerin taleplerini alıp kotalara göre yurt dışından ithalat yaparak büyük kârlar elde eden ithalatçılar diğer tarafta sayıları az da olsa zora talip olmuş, üretimi ve ülkenin kal- kınmasını gaye edinmiş insanlar vardı. İthalatçılar ülkenin ziraat memleketi olarak kalmasından ve ithalatın devam etmesinden yanaydılar. Çünkü onlar için kolayca para kazandıkları bu düzenin sürmesi için Gümüş Motor sonlandırılmalıydı. Gümüş Motor’un batırılması için ithal motorlar birkaç yıl büyük zararlar göze alınarak piyasaya yok pahasına sürüldü. 1964’te belli çevreler tarafından fabrikanın zor durumda olduğu havası oluşturulunca hisselerin satılması gündeme geldi. Gümüş Motor’un hissedarlarından olan Şeker Şirketi, tüccarlardan hisseleri %75 değeriyle topladı. Şeker Şirketi hisselerin çoğuna sahip olunca Necmet- tin Erbakan, fabrika genel müdürlüğünden uzaklaştırıldı. Gümüş Motor artık Pancar Ekici Kooperatiflerinin söz sahibi olduğu bir firma oldu ve adı “Pancar Motor” olarak değiştirildi.

Türkiye’nin sanayileşme tarihi içerisinde ilk motor fabrikası olan Gümüş Motor’un 1956’dan 1964’e kadar süren serüveninin ülkemize sosyal, siyasi ve iktisadi etkileri olmuştur. Bu süreçte yaşadıklarından etkilenen Necmettin Erbakan siyasete yönelmiştir. Gümüş Motor, sanayileşmemizde olduğu kadar siyasi hayatımızda yeni siyasi düşüncelerin ve partilerin ortaya çıkmasında ve dünyada Müslüman liderlerle D-8’in kurulmasında da etkili olmuştur.

27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yayılan demokratikleşme ortamından etkilenen Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, farklı görüşlerin mecliste temsilini sağlayan çok partili hayata olanak veren yenilikleri yaptı. 1946’da tek parti dönemi sona erdi ve demokrasinin bir gereği olarak çok partili siyasi hayata geçildi. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, 1954 ve 1957 seçimlerini de kazandı. DP ikti- darı 1955 yılına kadar sanayi, ekonomi ve tarımda gerçekleştirdiği atılımlarla halkın desteğini kazandı fakat bu tarihten sonra ekonomik sıkıntılar arttı, muhaliflerin sert eleştiri ve saldırıları başladı. Demokrat Partinin birçok alanda yaptığı çalışmalar Demokrat Parti Meclis Grubunu sarsan siyasi çatışmalarla kesintilere uğradı. DP’de iç rekabet ve muhalefet partileriyle arkası kesilmeyen yıpratıcı mücadeleler yaşandı.

Demokrat Partinin on yıllık iktidarı döneminde iktidar-muhalefet ilişkilerinde gerginlik ve tahammül- süzlüklere dair bazı örnekler:

• Halkın dinî duygularını sömürdüğü ileri sürülerek Millet Partisi, 18 Ocak 1954’te kapatıldı.
• CHP, Demokrat Partiyi irticayı desteklediği; DP de Cumhuriyet Halk Partisini halkın dinî hislerine saygı göstermediği gerekçesiyle eleştirdi.
• 14 Temmuz 1958’de Irak’ta gerçekleşen askerî müdahale, DP’yi muhalefete yönelik daha katı önlemler almaya yöneltti. • CHP’lilerin kurmakta olduğu cepheye karşı DP tarafından Vatan Cephesi kuruldu.
• İsmet İnönü’nün Nisan 1959’da Ege illerini kapsayan bir propaganda gezisine, Büyük Taarruz’da Yunan Başkomutanı Trikupis’i esir aldığı Uşak’taki evi ziyaret ederek başlaması tepkilere yol açtı. İnönü, Uşak’tan İzmir’e giderken saldırıya uğradı. 1957-60 döneminde yaşanan bu ve benzeri olaylar iktidar ile muhalefet arasındaki gerginliği artırdı.
• İktidar ile muhalefet arasında yaşanan gerginlik, birçok kuruluşun yanı sıra üniversitelere de sıçra- dı ve öğrenci olaylarının başlamasına yol açtı. Öğrenci olaylarının artması ve kontrolden çıkması üzerine hükûmet, Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti.

Asker ile DP arasında gerilimin oluşmasında, DP’nin 1950’de orduda gerçekleştirdiği ihraçlar etkili oldu. 1954’ten sonra yaşanan gelişmelerle gerginlik daha da arttı. Bu tarihten itibaren ordu içerisinde darbeci oluşumlar meydana gelmeye başladı. Bu oluşumların sayısında 1957 yılı sonrasında artışlar yaşandı. Adnan Menderes ise ordunun siyasilere bağlılığına çok güveniyor ve darbe ihtimalini pek ger- çekçi görmüyordu. Yaşanan bütün bu gelişmelerin sonunda ülkede siyasal ve sosyal bir kriz yaşandı. İstanbul ve Ankara’da meydana gelen olaylar ülkede kardeş kavgasının çıkmakta olduğu izlenimini ver- di. Ordu içerisinden bir grup subay, 27 Mayıs 1960’ta hem komuta kademesine hem de siyasal iktidara başkaldırdı. 27 Mayıs 1960 sabahı yapılan darbeyle Türkiye, henüz yeni başladığı demokrasi sürecine ara vermek zorunda kaldı. Millî Birlik Komitesi (MBK), 27 Mayıs 1960’ta yönetime el koyarak DP’yi tasfiye ettirdi. 27 Mayıs Askerî Darbesi, Türkiye’de gücün elinden uçup gitmekte olduğunu gören ayrı- calıklı zümrenin kendi iktidarlarını korumak için her şeyi meşru gördüğünü ve amacına ulaşmak için her şeyi yapabileceğini ortaya koymuştur. Bundan sonraki süreçte DP üyeleri Yassıada’daki askerî mahkemelerde yargılandı (Görsel 3.42). Özellikle demokratik usullerle iktidara gelen Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edilmesi Türk demokrasi tarihinde kara bir leke olarak değerlendirilir.

Halkın oylarıyla iktidara gelmiş bir hükûmetin si- lah zoruyla düşürüldüğü bir darbe olan 1960 Darbe- si Cumhuriyet Dönemi’nin ilk askerî darbesiydi. Bu darbe Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ve ku- rumsallaşması sürecini kesintiye uğrattı. 27 Mayıs, sadece DP iktidarını yıkıp yeni bir anayasayı yürür- lüğe koymadı, bunun yanında Türk Silahlı Kuvvet- lerini siyasete ve sivil idareye müdahale eden bir yapıya dönüştürdü.

Darbe sonrası oluşturulan Kurucu Meclis; MBK üyeleri, kapatılan DP dışındaki siyasi partiler, mes- lek teşekkülleri vb. kuruluşlardan seçilen temsilcilerden oluştu. Kurucu Meclisin hazırladığı anayasa 9 Temmuz 1961’de yapılan referandumda %61,7 oyla kabul edildi. Kabul edilen anayasayla hâkimler ve özellikle Anayasa Mahkemesi, hükûmetin kanunlarına karşı durabilme ve hatta onları iptal edebilme hakkına sahip oldu. Üniversiteler özerk yapılar hâlini aldı, rektör istemedikçe isyan çıksa bile polisin üniversiteye girmesi engellendi. Dernek kurma, silahsız ve saldırısız toplanma, gösteri yürüyüşü yap- ma, sendika kurma ve bunlara serbestçe üye olma, toplu sözleşme ve grev yapma hakkı 1961 Anaya- sası’nda yer aldı. 1961 Anayasası’yla senato ve anayasa mahkemesi gibi pek çok yeni kurum oluştu.

Anayasa’nın 40. maddesinde “… Devlet, özel teşebbüslerin millî iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” ve 41. maddesin- de “… İktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yara- şır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzenlenir.” ifadeleri yer aldı. Bu ifadelerle iktisadi ve ekonomik planlar, toplumsal konuları da kapsayan bir nitelik kazandı. Devlet Planlama Teşkilatı da bu gayeler etrafında düzenlendi ve yeni ekonomik düzen Planlı Karma Ekonomi modeli olarak belir- lendi. Bu ekonomik sistemde plan ve piyasa ekonomisi kuralları birlikte değerlendirildiğinden uygula- nan bu yeni modele karma ekonomi adı verildi.

1961’de yapılan seçimlerde CHP 173, AP (Adalet Partisi) 158, CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) 54, YTP (Yeni Türkiye Partisi) 65 milletvekili çıkarttı. Böylece koalisyonlar dönemi başlamış oldu. Meclis, Cemal Gürsel’i cumhurbaşkanı olarak seçti. 1965 yılındaki seçimleri AP kazandı. Bu süreç 1971 Askerî Muhtırası ile sona erdi.

Türkiye’nin İlk Otomobili Devrim

II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin Avrupa ile Türkiye’ye yardımda bulunduğu Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın ön koşullarından biri Türkiye’de kara yollarına dayalı bir ulaştırma sistemine geçilme- siydi. Bu durum Türkiye’de Amerikan menşeli otomobil ve otobüs sayısını artırdı. Ancak zamanla bu araçların yedek parça masrafları döviz stoklarında ciddi bir kayba yol açtı. Yüzde yüz yerli bir otomobil düşüncesi böyle bir dönemde ortaya çıktı. Demokrat Parti Hükûme- tinin 27 Mayıs Askerî Darbesi ile sona ermesinin ardından cumhur- başkanlığı makamına gelen Cemal Gürsel’in direktifleriyle ordunun binek araç ihtiyacını karşılayacak bir otomobil tipinin geliştirilmesi gö- revi Eskişehir Devlet Demir Yolları Fabrikalarına verildi. Bu iş için 1 milyon 400 bin TL ödenek ayrıldı ve Devrim adı verilen 4 otomobilin 29 Ekim törenlerine yetiştirilmesi istendi. Mühendislerin ve işçilerin otomobilleri yetiştirmek için 129 günü vardı.

16 Haziran 1961 günü yapılan toplantıda, Eskişehir Demir Yolu Fabrikalarında kullanılmayan bir dökümhane çalışma yeri olarak be- lirlendi. Farklı tipten otomobil yapılarının incelenerek üretilecek otomobilin özelliklerinin belirlenmesine karar verildi. Vakit kaybetmeden çalışmalara başlandı. Kapının üze- rine devasa rakamlarla kalan gün sayısını gösteren bir levha asıldı. Üzerindeki gün sayısının her gün bir azaltıldığı bu levha projenin sonuna kadar orada kaldı.

Projede görev alan mühendisler proje boyunca hafta sonları da dâhil her gün en az on ikişer saat ça- lıştılar, gerektiğinde bazı geceler sökülmüş bir otomobil sedirinin üzerinde birkaç saat uyku ile işbaşında kalmaktan kaçınmadılar. Zamana karşı da bir mücadele gerektiren bu görevin yerine getirilmesinde, yirmi mühendisin bütün enerjilerini yansıtarak çalışmasının yanında, Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu’nun yö- netim grubunun başı olarak bürokratik engelleri aşması da etkili oldu.

Nihayet ekim ortalarında Devrim otomobillerinden ilki tecrübeye hazır hâle geldi. Bir yandan bu ilk oto- mobilin yol tecrübeleri sürdürülürken bir yandan da cumhurbaşkanına sunulmak üzere ikinci otomobilin yetiştirilmesine çalışılıyordu. Siyah renkteki bu 2 numaralı Devrim’in son kat boyası ancak 28 Ekim akşamı vurulabildi. Pasta cilası Ankara’ya sevk edilirken gece trende yapıldı. Buharlı lokomotiflerle çekilen trenin ba- casından sıçraması muhtemel kıvılcımlara karşı güvenlik önlemi olarak otomobilin benzin depoları boşaltıldı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, be- yaz olarak üretilen birinciye değil, benzin konulma fırsatı bulunamamış siyah renkli ikinci Devrim oto- mobiline bindi. Araba çalıştırıldı. Yaklaşık 100 met- re giden otomobil durdu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in “Ne oluyor?” sorusuna direksiyondaki Yüksek Mühendis Rifat Serdaroğlu “Cumhurbaş- kanım, benzin bitti.“ cevabını verdi. Cumhurbaşka- nından özür dilenerek 1 numaralı Devrim’e (Görsel 3.46) geçmesi rica edildi. Bunun üzerine Cemal Gürsel Anıtkabir’e bu otomobille gitti. İnerken ünlü “Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama Doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz.” sözlerini söyledi. Gerçekte Devrim bir başarı ve mucize hikâyesiydi ama döne- min politik ve rant atmosferinin acımasız mücadelesi içinde kayboldu hatta ters propaganda aracı olarak kullanıldı. Ertesi gün yayımlanan tüm gazeteler söz birliği etmişçesine “Devrim yolda kaldı.”, “Devrim’in benzini bitti.”, “Devrim yürümedi.”, “Devrim ancak 200 metre yürüdü.” başlıklarıyla çıktı. Oysa 2 numaralı Devrim, aynı gün Hipodrom’daki geçit törenine katılmıştı. Devrim’in bu seyrinden de Cemal Gürsel’in Anıt- kabir’e bir başka Devrim otomobili ile gitmesinden de söz eden olmadı. Haber, yorum ve fıkralarda yalnız- ca harcanan onca paranın boşa gittiği ifade ediliyordu. Böylece Devrim arabası defteri kapanmış oldu. Onu üretenler (Görsel 3.47) bu olup bitenler karşısında şaşkın ve bir o kadar da kırgındılar.

Otomotiv endüstrisi, başta otomobil grubu olmak üzere ana sanayi ve tedarik sanayisiyle beraber modern ekonomilerin başat sektörlerindendir. Otomotiv sektörünün gelişmesi imalat, pazarlama, ser- vis, akaryakıt, finans ve sigorta sektörleri ile ekonominin bütünü üzerinde önemli katkı yapmaktadır. Teknoloji kapasitesinin geliştirilmesine önemli katkı sağlayacak yerli otomotiv sektörünün geliştirilmesi, daha yüksek teknolojili sektörlere geçişte önemli bir katkı sağlamaktadır. Dünyada ve Türkiye’de araç sahipliğinin giderek artması ve bu sektörün önemli bir dış ticaret hacmi yaratması, otomotiv sanayisini ulusal ekonomi yönetiminde stratejik bir konuma getirmiştir. Ulusal düzeyde otomotiv ve otomobil ihtiya- cını kendi kendine karşılayamayan ülkelerin dışa bağımlı hâle gelmesi ve bu kalemde dış ticaret açığı vermesi kaçınılmazdır. Bu nedenle otomotiv endüstrisinde yerli üretim önemli bir ulusal hedeftir. 2013’te Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı öncülüğünde yerli teknolojili tam üretim otomobil yapımı çalışmaları başlatılmıştır. 2015 yılında tanıtımları yapılan yerli teknolojili otomobilin, 2020’lerin başlarında yollarda olması planlanmaktadır.