Yumuşama Dönemi’nde Ortaya Çıkan Siyasi ve Askeri Gelişmeler

Yumuşama Dönemi (Detant)

Yumuşama Dönemi, Doğu-Batı blokları arasında savaş tehlikesinin azalması ile siyasi, ekonomik, kültürel ve teknolojik anlaşmaların artması olarak tanımlanır. Bu dönem, uluslararası sisteme hâkim olan devletlerin, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde çıkacak bir çatışmanın küresel bir savaşa yol aç- maması için belirli kurallar içinde tedbirli hareket ettikleri dönemdir.

Stalin’in ölümünden (1953) sonra iktidara gelen Kruşçev (Kruçev), Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi için politik adımlar attı. Kruşçev bu çerçevede Federal Almanya’yı tanıdı, Avusturya ile anlaşma yaparak bu ülkedeki askerlerini geri çekti, Japonya ile barış antlaşması imzaladı ve Batı’nın silahsızlanmaya dair önerilerinden bir kısmını kabul etti. Kruşçev’in kişisel yönetim anlayışı da yumuşamanın ortaya çıkma- sında etkili oldu. Kruşçev, barış içinde bir arada yaşama ilkesine özel bir anlam yükledi.

Sovyetlerin 1957’de başlattığı Sputnik Programı ile nükleer teknolojide uzay çağı başladı. 1957’den sonra dehşet dengesinin ortaya çıkması istikrarı beraberinde getirdi. Dehşet dengesinin temelinde her iki ülkenin ikinci vuruş yeteneğine bir başka deyişle karşılık verme imkânına sahip olması yatmaktaydı. Dolayısıyla en güçlü saldırı bile karşı tarafın ikinci vuruş yeteneği olduğu sürece, nükleer bir savaşa yol açabilirdi. Kıtaları doğrudan vurabilen füzeler, uzun menzilli uçaklar ve aynı anda birden fazla hedefi vurabilen nükleer başlıklarda ABD ile SSCB yarış hâlindeydi. Taraflar bir yandan bu yarışı sürdürürken diğer yandan nükleer bir savaşa yol açabilecek çatışmaların önlenmesi için tedbirler almaya da başla- dılar. Bu amaçla yapılan görüşmeler, 1962’deki Küba Buhranı’na kadar diplomasi manevraları şeklinde devam etti.

Küba Buhranı’ndan sonra Doğu-Batı ilişkilerinde yumuşama dönemi başladı. Küba Buhranı, Doğu ve Batı blokları arasındaki ilişkilerde dönüm noktası oldu. ABD ve SSCB, Küba Buhranı’nda takip et- tikleri savaş eşiği politikasının hangi sonuçları doğurabileceğini görmüş oldu. Bu yüzden yumuşama denen olgu, başlangıçta yapıcı bir iş birliğinden çok, savaşın eşiğine varacak davranışlardan kaçınma şeklinde ortaya çıktı. Yumuşamanın oluşmasında Çin-Sovyet çatışması ve bağlantısız devletler de etkili oldu. ABD ve SSCB arasında 1960’lı yılların başından itibaren konvansiyonel silahlardaki sınırlandırma bir tarafa bırakılarak nükleer silahsızlanmaya dair görüşmeler yapıldı. 1962 Küba Buhranı ile dünyanın nükleer bir savaşın eşiğinden dönmesi, bu süreci hızlandırdı ve çözüme ulaşmak için pek çok antlaşma imzalandı.

Küba Buhranı sonrasında imzalanan önemli antlaşmalardan bazıları şunlardır:

SALT-I Antlaşması (Stratejik Silahların Sınırlandı- rılması): Bu antlaşma 1972’de Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu ve Helsinki Deklarasyonu’nun yolunu açtı.
SALT-II Antlaşması: Sovyet Rusya’nın 1979 yılında Afganistan’ı işgali, SALT-II’nin hayata geçmesine en- gel oldu.
Helsinki Deklarasyonu: Avrupa’daki ilişkilerde bir yumuşama meydana getirerek gergin- likleri önleyici bir ortam oluşturdu. Avrupalı devletler, sınırların dokunulmazlığı ilkesiyle II. Dünya Savaşı sonrası SSCB kazanımlarını kabullenmiş oldular. Ayrıca Avrupa’da detant havasının ortaya çıkması Sovyetlerin doğuda Çin’e karşı elini güçlendirdi.

Kruşçev-Kennedy (Kenedi) Görüşmesi ve Etkileri

1950’li yılların sonu itibarıyla SSCB-ABD ilişkilerindeki gerilimin merkezinde Berlin bulunmaktay- dı. SSCB lideri Kruşçev, 1958’de Batılı devletlerin Berlin’deki karargâhlarını boşaltmalarını istedi. Aksi durumda SSCB’nin Doğu Almanya üzerindeki bütün yetki ve sorumluluklarını Doğu Almanya’ya dev- redeceği bir barış antlaşması imzalayacağını bildirdi. Bunun anlamı, Batılı güçlerin Doğu Almanya’yı tanıması ya da Berlin’in Doğu Almanya’ya katılmasını kabullenmesi demekti. Sovyet notasına göre Berlin şehri Birleşmiş Milletlerin denetiminde serbest şehir olmalıydı.

Kruşçev, Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçış- ları, beraberinde yaşanan beyin göçünü durdurmayı ve Amerika’nın Batı Almanya ile ilişkilerine zarar vermeyi he- deflemekteydi.

ABD’nin daveti üzerine 1959’da Amerika’ya giden Kruşçev (Görsel 4.3), Amerika’yı ziyaret eden ilk Rus lider oldu. SSCB lideri Kruşçev ile ABD Başkanı Eisenhower (Ayzınhavır), Camp David’de (Kamp Deyvid) bir ara- ya geldi fakat Berlin konusunda bir gelişme yaşanmadı. ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa arasında 1960’ta Paris’te yapılan Dört Ülke Zirvesi sonuçsuz kaldı.

1961 yılının ilk yarısında 100.000’den fazla Alman’ın Berlin üzerinden Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçışı, Doğu Almanya’nın ni- telikli iş gücünden yoksun kalmasına neden ol- muştu. Kruşçev ile Kennedy, Berlin Buhranı’nın çözümü konusunda Haziran 1961’de Viyana’da bir araya geldi. Gergin geçen görüşmelerden beklenen sonuçlar çıkmadı. Berlin konusunda NATO’nun kararlı duruşu ile Kruşçev geri adım atmak zorunda kaldı.

Viyana Zirvesi sonrası gerilimin tırmandığı dönemde SSCB ve Doğu Almanya 13 Ağustos 1961’de Doğu-Batı arasını ayıran Berlin Duvarı’nı (Görsel 4.4) örmeye başladı. Doğu ile Batı Berlin arasındaki geçişler, sıkı denetlenen kontrol nokta- larında yapıldı. Batılı güçler bu duruma tepki gösterseler de fiili bir müdahalede bulunmadılar. Berlin Buhranı kesin çözüme kavuşturulmamış olsa da Soğuk Savaş Dönemi’ndeki önemini kaybetti. Berlin Duvarı bir anlamda Avrupa’daki statükonun Doğu ve Batı blokları tarafından kabullenilmesi oldu. Ber- lin Buhranı ile örülen duvar, uzun vadede iki siyasi sistemin birbirinden nasıl ayrıldığının bütün dünya tarafından görülmesi anlamına geliyordu. Soğuk Savaş Dönemi’nde Batı dünyası; Doğu Bloku’nun, insanları bir duvar örerek kendi ülkelerinde tutmaya çalışmasını propaganda aracı olarak kullandı.

Yumuşama Dönemi Çatışmaları

Yumuşama Dönemi içerisinde süper güçlerin ve süper güçlerle bağlantılı ülkelerin kendi arala- rında yaşadıkları çeşitli anlaşmazlıklar, dünyanın farklı bölgelerinde savaşların yaşanmasına ne- den oldu.

Küba Buhranı (1962)

Küba, 1930’dan beri diktatör Fulgencio Batis- ta (Fulgensio Batista) tarafından yönetilmektey- di. Batista yönetimine karşı Fidel Castro’nun (Fi- del Kastro) başlattığı mücadele 8 Ocak 1959’da başarıya ulaştı.

Amerika ilk dönemden itibaren Castro’ya karşı mesafeli durdu. Küba’daki ayaklanmanın diğer Latin Amerika ülkelerine yayılacağı endi- şesi ve Castro’nun ülke içindeki kamulaştırma- larının ABD vatandaşlarına zarar vermesi, iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirdi. ABD’nin ekonomik hâkimiyetinden kurtulmak isteyen Küba, 1960’ta SSCB ile ekonomik ilişkilerini ge- liştirmek için antlaşmalar yaptı.

Küba’ya karşı aldığı ekonomik tedbirler ye- terli olmayınca Fidel Castro’yu devirmek iste- yen ABD, muhaliflere destek vererek Domuzlar Körfezi’ne çıkarma yaptırdı (Görsel 4.5). Fidel Castro bu gelişmeler üzerine SSCB’den adanın güvenliği konusunda yardım talebinde bulundu. Bu istek Kruşçev tarafından kabul edildi.

Amerikan U-2 casus uçağı, 1962’de Ruslar tarafından Küba’da inşa edilmekte olan nükleer füze üslerini tespit etti. Rusya, bu füze üslerinden New York ve Chicago’yu (Şikago) vurabilirdi (Harita 4.1). Bu durum karşısında ABD, Küba’yı abluka altına aldı ve Küba’ya giden bütün gemileri kontrolden geçireceğini, silah taşıyanları geri çevireceğini duyurdu. Sovyetler ile ABD arasındaki gerilim, nükleer silaha sahip iki süper gücün ilk kez doğrudan karşı karşıya gelmesine neden oldu. ABD ve SSCB bir nükleer savaşa doğru hızla sürüklenmekteydi. SSCB, Amerikan kararlılığı karşısında geri adım attı. Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini kabulleneceklerini fakat ABD’nin de adayı işgal etmemesini ve Türkiye’deki Jüpiter füzelerini sökmesini istedi. Türkiye üzerinden yapılan bu pazarlık ABD tara- fından kabul edildi. Türkiye’de kırgınlığa sebep olan bu gelişme, ABD’nin gerekli gördüğünde veya SSCB ile pazarlık söz konusu olduğunda Türkiye’yi feda edebileceğini ortaya koydu. İki süper güç, aralarındaki gerilime rağmen sorunun çözümü konusunda en başından itibaren diplomatik kanalları kullandı.

Amerika ve Rusya arasında yürütülen mekik diplomasisi ile çözülen meseleler ve ortaya çıkan gelişmeler şunlardır:

• Kruşçev, Küba’daki füzelerin söküleceğini ilan etti.
• Rus bombardıman uçakları Küba’dan ayrılırken ABD de deniz ablukasını kaldırdı.
• Nükleer savaş tehlikesi ortadan kalkmış oldu. • Küba Buhranı, Çin ile SSCB ilişkilerinde gerilime neden oldu. Pekin, Moskova’yı devrimci davaya ihanet etmekle suçladı. SSCB’ye karşı oluşan güvensizlik Castro’yu Çin’e yakınlaştırdı.
• Kriz Türkiye’nin iki süper güç arasında sıkışmış olduğunu, ABD ile müttefik olmasına karşın gü- vende olmadığını ortaya koydu.
• Küba Buhranı’nın zirveye çıktığı 27 Ekim 1962, nükleer savaşın eşiğinden dönülen gün olarak nükleer silahsızlanma çabalarının başlangıcı oldu.

Keşmir Sorunu

Pakistan’ın kuzeyinde bulunan Keşmir; verimli topraklara sahip, buğday ve pirinç tarımı yapılan bir bölgedir. Keşmir’in nüfusunun %80’i Müslümanlardan oluştuğu hâlde İngiltere, bu bölgenin yönetimini 1846’da bir mihraceye vermiştir. Hindistan ve Pakistan’ın bağımsızlığını kazandığı dönemde Keşmir, bu mihrace ailesinin yönetiminde bulunmaktaydı.

1947’de bağımsızlıklarını kazanan Hindistan ve Pakistan arasındaki sorunlar ilerleyen yıllarda ça- tışmalara yol açmıştır. Bu çatışmaların en önemli nedenini teşkil eden Keşmir meselesi, iki ülke ara- sında çözülememiş ve günümüze kadar gelmiştir.

Pakistan’ın Keşmir’e asker sevk ederek bölgeyi topraklarına katmak istemesine mihrace ve Hindis- tan karşı çıktı. Keşmir’in 1947’de Hindistan’a ilhakı, 1948’deki Pakistan-Hindistan Savaşı’nın sebebi oldu. Birleşmiş Milletlerin araya girmesi ve plebisit kararının alınması ile ateşkes sağlandı.

Keşmir’de ihtilaf içinde olan Hindistan ve Pakistan, dış politikada da farklı tercihlerde bulunarak birbirlerinden uzaklaştılar. Hindistan başlarda bağlantısızlık politikası takip ederken zamanla Sovyet Rusya’ya yakınlaştı. Buna karşın Pakistan, Batı taraftarı bir politika izledi ve 1954 sonrası ABD’den askerî yardım almaya başladı. Pakistan’ın 1955’te Bağdat Paktına katılması, SSCB’yi Hindistan yan- lısı politika izlemeye yöneltti.

Mart 1959’da Çin’in Tibet’i işgal ederek kendi sınırlarına dâhil etmesi, Çin-Hindistan ilişkilerin- de gerginliğe neden olurken Pakistan-Çin ilişkile- rini geliştirdi. Pakistan, Çin’i Hindistan’a karşı bir denge unsuru olarak gördü.

1963 Aralık ayından itibaren Keşmir’de Hin- dularla Müslümanlar arasında çatışmalar yaşan- dı. 1965’te Pakistan askerlerinin Keşmir’e gir- mesi ile savaş başladı (Harita 4.2). BM Güvenlik Konseyinin ateşkes çağrısına tarafların olumlu cevap vermesiyle ateşkes antlaşması yapıldı. SSCB aracılığı ile Pakistan ve Hindistan, Taş- kent’te bir araya gelerek 10 Ocak 1966’da Taş- kent Deklarasyonu’nu yayımladılar.

Keşmir sorunu iki devlet arasındaki silahlanma yarışını nükleer güce sahip olma boyutuna ulaştırmıştır. Hindistan 500 bin kişilik işgal kuv- vetiyle elde ettiği yönetimi, insan hakları ihlalleri ile devam ettirmektedir.

Sonuç itibarıyla Keşmir halkı, 1949’da BM tarafından kabul edilen plebisit kararının hayata geçirilmesini, böylelikle kendi geleceklerine karar verme hakkını elde etmeyi istemiştir. Onların bu isteğine uluslararası kamuoyu ve evrensel kuru- luşlar ilgisiz kalmıştır. Keşmir halkı, Hindistan’ın takip ettiği bastırma, sindirme ve asimilasyon politikalarına karşı 1987’den beri kendi imkânla- rı ile mücadele vermektedir. Davalarını dünyaya duyurma ve ayrılıkçı veya terörist olarak gösteril- melerini engelleme gayretindedir.

TAŞKENT DEKLARASYONU: Her iki taraf da kuvvetlerini savaş önce- si konumlarına çekecek. Anlaşmazlıklar barışçı yollarla çözüm- lenecek. İki ülke birbirlerinin iç işlerine müdahale etmeyecek. İki ülke arasında iktisadi ve kültürel iliş- kiler geliştirilecek.

Vietnam Savaşı (1955-1975)

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Ho Chi Minh (Ho Şi Min), Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti. Asya’daki sömürgelerini kaybetmek istemeyen ve ABD’nin desteğini alan Fransa, buna karşı çıktı. Fransa’nın 1946’daki saldırısı Çinhindi Savaşı’nı başlattı. ABD bir yandan Vietnam’ın komünist olmasının domino etkisine yol açacağını düşünürken diğer yandan Fransa’yı yanında tutmak istedi. 1954’teki Cenevre Antlaşması’na göre 17. paralel esas alınarak kuzeyde Ho Chi Minh tarafın- dan Vietnam Demokratik Cumhuriyeti, güneyde Batı yanlısı hükûmet kuruldu. ABD’nin desteklediği bu hükûmet, Cenevre Antlaşması gereği 1956’da yapılması gereken seçimleri kabul etmedi ve ken- disini Güney Vietnam Cumhuriyeti’ne dönüştür- dü.

Güney Vietnam Cumhuriyeti’ne ekonomik ve askerî yardım yapması, ABD’yi Vietnam mesele- sine dâhil etti.

1964’te Kuzey Vietnam (Viet Kong) devriye bot- larının Tonkin (Tankin) Körfezi’nde TurnerJoy ve Madox savaş gemilerini batırdığı iddiası üzerine Amerikan Kongresi, Tonkin Körfezi Kararı’nı onayladı. Bu olay ABD bombardımanının başlangıcı oldu. Vietnam’a atılan bombalar II. Dünya Savaşı’nda atılan bombaların üç katıydı. ABD, muhalefete kaçacak yer bırakmamak ve onların gıda ürünlerine ulaşmalarını engellemek için Napalm, Agent Orange gibi kim- yasal silahlar kullandı. ABD, kazanamayacağı fakat kaybetmeye de tahammül edemeyeceği bir savaşın içerisinde bulunmaktaydı (Görsel 4.6). Sonuçta 200 milyonluk süper güç, topyekûn savaş veren 17 milyon- luk küçük bir devlet tarafından durduruldu.

ABD’den 19 bin km uzakta yaşanan savaş, televizyon aracılığıyla Amerikan vatandaşlarının oturma odalarına kadar girdi. Savaşta ölen, yaralanan, acı çeken asker görüntüleri ve sivil halkın mağdur ol- ması; Amerika’nın Soğuk Savaş politikalarını sorgulayan ve geçmişte benzeri olmayan bir savaş karşıt- lığına yol açtı. Amerikan gençliği, Vietnam Savaşı’nı ve orada ölme gereğinin sebebini anlayamıyordu. Üniversitelerdeki savaş karşıtı gösteriler Amerika’nın her yerine yayıldı.

ABD’li devlet adamı Henry Kissinger, Amerika’yı Vietnam çıkmazından kurtarmak istiyordu. Bu se- beple Amerika, 1969’da iş birliği yolu ile barışı esas alan Nixon Doktrini’ni yayımladı. Amerika, bu doktrinle bundan sonra dünyanın neresinde olursa olsun savaşlara girmeyip müttefiklerine sadece ekonomik ve askerî açıdan destek olacağını duyurdu. İki taraf arasında 1968’de başlayan resmî görüş- melere ilave olarak Henry Kissenger, 1969 sonlarında Kuzey Vietnamlı temsilcilerle görüşmelere başladı. 1976’da Kuzey ve Güney Vietnam birleşti ve Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.

Savaş her iki tarafta da kayıplara sebep oldu. 58.000 kayıp veren Amerika’nın savaş sonrası harcamaları 355 milyar dolara ulaştı. Bu durum ülkedeki enflasyonu artırdı ve sosyal huzursuz- luklara yol açtı. Bu tablo Vietnamlıların yaşadık- larının yanında silik kaldı. ABD Çinhindi üzerine 7 milyon ton bomba attı. Bombalar 20 milyon krater izi bıraktı ve Vietnam, kuşaklar boyunca üzerinde hiçbir şey yetişmeyecek olan ay yüzeyi durumuna geldi. Güney Vietnam’da yarım milyon sivil ha- yatını kaybederken yüz binlercesi sakat kaldı. Beş milyondan fazla insan mülteci durumuna düştü. Kuzey Vietnam’ın kayıpları milyonlarla ifade edilse de tam olarak bilinemedi.

Vietnam Savaşı II. Dünya Savaşı sonrası insan eliyle gerçekleştirilmiş en büyük felaket olmuştur. Bu savaşın sonucunda SSCB-Çin politikalarındaki farklılıkların belirginleşmesi yu- muşama sürecine hız kazandırmıştır.

SSCB’nin Afganistan’ı İşgali (1979)

Afganistan; Batı Asya ile Orta Doğu, Orta Asya ile Basra Körfezi ve Hint Okyanusu arasında bir geçit noktasıdır. Ülke, stratejik öneminden dolayı büyük devletler arasında mücadele alanı olmuştur. XIX. yüz- yılda İngiltere ve Rusya’nın rekabet alanı olan Afganistan, Emir Emanullah yönetiminde 1919’da bağım- sızlığını kazanmıştır.

Afganistan’da 1978’de askerî darbe ile Afganistan Demokratik Halk Partisinin başat siyasal güç olduğu Demokratik Afgan Cumhuriyeti kuruldu. Devlet başkanlığına Nur Muhammed Taraki getirildi. Taraki yöne- timi Aralık 1978’de SSCB ile Dostluk, İyi Komşuluk ve İş Birliği Antlaşması’nı imzaladı. Yirmi yıl sürecek bu antlaşma ile Afganistan, Sovyet etkisi altına girmeye başladı. Halkın Sovyet yanlısı yönetime karşı gösterdiği tepki üzerine Afgan Hükûmeti SSCB’den yardım istedi. Aynı gün Sovyet birlikleri Afganistan’a girmeye başladı. SSCB, Basra Korfezi ve Orta Doğu’ya yerleşmek için mevcut durumdan istifade etti ve ağır silahlarla donatılmış 100 binden fazla askerini hava kuvvetlerinin desteğiyle bölgeye yerleştirdi.

Afganistan’ın işgali ile ülke içindeki farklı gruplar bir araya gelerek millî direnişi başlattılar. Mücahit olarak adlandırılan bu güçlerin silahlı direnişi 1984’te yoğunlaştı. SSCB’nin Afganistan’ı işgali (Harita 4.4) uluslararası alanda tepki ile karşılandı. Bunun üzerine SSCB, 1978 antlaşması mahiyetinde Afga- nistan’ın daveti üzerine asker gönderdiklerini açıkladı.

Sovyetlerin Afganistan’ı işgali (Görsel 4.8) ABD’de Yumuşama Dönemi’nin sona erdiği kanısına ne- den oldu. ABD Senatosu, SALT-II Antlaşması’nı onaylamadı ve SSCB’ye karşı tarım ürünleri ambargosu dâhil uluslararası önlemler alınması için çaba harcadı. Afganistan işgali karşısında ABD Başkanı Carter (Kartır), tahıl ürünleri ve yüksek teknolojinin satışı hususunda SSBC’ye ambargo uyguladı ve 1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etti. Sovyetlerin Afganistan’ı işgali İslam ülkelerinde özellikle Pakistan ve Suudi Arabistan’da tedirginlik ve endişeye neden oldu. İşgal dolayısıyla 3 milyon Afgan, Pakistan’a; 500 bin Afgan, İran’a iltica etti.

Pakistan, Güvenlik Konseyini harekete geçirerek Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesini sağlamak istedi fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine Pakistan ve Suudi Arabistan İslam Konferansı’nı İslama- bad’da olağanüstü toplantıya çağırdı ve bu toplantıda SSCB için işgalci kavramı kullanıldı.

Afganistan’ın işgali SSCB için tam bir hezimete dönüştü. Amerikalılar için Vietnam’da yaşananlar, SSCB için Afganistan’da geçerli oldu. Kızıl Ordu ve müttefikleri, mücahitlerden oluşan birçok yerel güçle savaşmak zo- runda kaldı. Afganistan, SSCB için insan ve para tüketen bir savaş makinesi hâli- ne geldi. SSCB, 14 Nisan 1988 Cenevre Antlaşması sonrası 1988-1989’da Afga- nistan’dan çekildi. Sovyetlerin başarısız- lığı, Sovyet peykleri (bağımlı devletler) arasında bağımsızlık mücadelesine yol açarak SSCB’nin dağılmasında önemli rol oynadı.

Bağlantısızlar Hareketi’nin Doğuşu

20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı sonrası sömürge- ci devletlerin çoğu güç kaybetmiş ve sömürgelerindeki de- netimleri zayıflamıştı. Ayrıca bu savaşlar esnasında başarılı olmak için sömürgelerinden yardım taleplerinde bulunmuş- lardı. Bu gelişmeler neticesinde sömürgelerdeki insanlar, beyaz insana göre bir eksikliklerinin olmadığını fark ettiler. Aynı zamanda da Batı’nın liberal düşüncelerini tanıma im- kânı buldular. Bu ortam içerisinde Üçüncü Dünya ülkeleri, siyasi bağımsızlıklarını kazandıktan sonra siyasi istikrarla- rını sağlamak ve ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirmek için aralarında birlik oluşturmaları gerektiğini anladılar.

Bağlantısız ülkeler, Avrupa devletleri arasındaki siyasi oyunlar ve çekişmelerden ziyade dünyanın açlıkla müca- dele eden diğer yarısının geleceğini gündemlerine aldılar. Bu ülkeler, temel politikalarını ittifak bloklarının dışında kal- mak olarak belirleseler de kendilerini dünya siyasetinden tamamen soyutlayamadılar. İttifak blokları arasındaki iliş- kilere değil, az gelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilere önem verdiler.

Bağlantısızlığın Asya ve Afrika devletleri içerisindeki öncü rolünü Hindistan üstlenmiştir. Bağlantısızlık politikasını şekillendiren Hindistan Başbakanı Jawaharlal Nehru (Javarla Nehru) olmuştur. Nehru’nun bağlantısızlık fikrinin temelinde barış içinde bir arada yaşamanın beş ilkesi vardır. Bu beş ilke; siyasi bağımsızlık, askerî ittifaklara katılmamak, kendi topraklarında başka devletlerin askerî üs kurmasına izin vermemek, ikili ittifaklara girmemek ve millî kurtuluş mücadelelerini desteklemektir. Bağlantısızlıkta blok- lara karşı bir düşmanlık değil, herkesle dost olmak esastır. Nehru, bağlantısızlığın bir üçüncü blok olarak değerlendirilmesi- ne de karşı çıkmıştır.

1955 Bandung Konferansı’nda bağ- lantısızlığın ortaya çıkmasını sağlayan en önemli neden, bağımsızlığını yeni ka- zanan devletlerin zayıflığı ve güçsüzlüğü olmuştur. Bu devletler kurulduğunda dün- ya iki bloka ayrılmıştı ve bu blokların her ikisi de nükleer güce sahipti. Yeni kurulan devletlerin bu nükleer güçlere tek başları- na karşı koyma gücü bulunmuyordu. Bu bloklardan herhangi birine girmekse bir sömürgecilikten kurtulup diğer bir sömür- geciliğe girmek anlamına gelmekteydi. Bandung Konferansı’nın sonuç metninde halkların kendi kendilerini yönetme hakkı, bütün bağımsız devletler arasında eşitlik ve iç işlerine yabancıların müdahalesinin reddedilmesi vurgulandı. Ayrıca silahsız- lanma ve nükleer silahların yasaklanması üzerinde duruldu. Bu şekilde dünyayı iki bloka ayıran durumun karşısında üçüncü bir yol açıldı.