İkinci Dünya Savaşı’nın Siyasi ve Ekonomik Sonuçları

İki Kutuplu Dünya Düzeninin Ortaya Çıkması

Müttefikler tarafından II. Dünya Savaşı’nın kazanılmasından sonra Nazizm ve faşizm gibi akımlar tasfiye edildi. 1946’da Paris’te düzenlenen Barış Konferansı’nda İtalya, Romanya, Bulgaristan, Maca- ristan ve Finlandiya’nın durumları belirlendi. Bu devletler toprak kayıplarını kabul ettiler.

Potsdam’da kararlaştırılan nüfus değişimi 1945 sonbaharında uygulanmaya başlandı. Savaş sonra- sında Avrupa şiddetli mülteci akınlarıyla karşılaştı. Savaşı kazanan Müttefikler ilk dönemlerde mülteci- lerle, yeniden yerleştirmelerle ve tazminat sorunlarıyla ilgilendiler.

İtalya, Afrika’daki bütün topraklarını kaybetti. Ay- rıca 1947 Paris Antlaşması ile Oniki Ada’yı Yuna- nistan’a bıraktı. İtalya’nın, büyük bölümü SSCB ve Yugoslavya’ya olmak üzere 1 milyon 250 bin dolar savaş tazminatı ödemesine, Tuna Neh ri’nin ulusla- rarası bir su yolu olmasına ve Trieste’nin Birleşmiş Milletler denetiminde bir serbest liman ol masına ka- rar verildi.

Almanya silahtan arındırıldı, sınırları daraltıldı ve askersizleştirildi. Avusturya, Almanya’dan ayrıl- dı. Almanya ve başkenti Berlin, Potsdam’da alınan karara göre dört işgal bölgesine ayrıldı. Yerel yönetimler İngiliz, Amerikalı, Fransız ya da Sovyet subayların başkanlığındaki komitelere bırakıldı. Müttefikler Batı Almanya’da seçimleri yaptırarak Bonn merkez olmak üzere 1949’da Federal Almanya Cumhuriyeti’ni (Batı Almanya) kurdular. Sovyetler Birliği buna karşılık Berlin başkent olmak üzere Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni kurdu.

Müttefik Devletler Almanya’ya savaş tazminatı ödetilmesi konusunda ısrarlı davrandılar. SSCB’nin talebi 20 milyar dolardı. Sovyetler Birliği savaş tazminatına karşılık olarak çekilme esnasında sanayi tesislerini, demir yollarını ve enerji istasyonlarını sökerek götürdü.

Avusturya ve başkenti Viyana, Almanya gibi dört işgal bölgesine ayrıldı. Dört işgalci güçle imzalanan barış antlaşması (1955) ile Avusturya’da cumhuriyet yönetimi tam egemenlik kazandı.

İki büyük ideolojinin arasında kalan Polonya’da sivil kayıplar dört beş milyon civarında oldu. Nazi ik- tidarı Polonya’da iki buçuk milyondan fazla Yahudi’yi öldürmüştü. Stalin, Yalta’daki taahhütlerini bozarak özgür seçimleri sürekli erteledi ve Polonya’da Lublin Polonyalıları adıyla bilinen geçici kukla bir hükû- met kurdu. Almanya sorununun çözülmemiş olması ve SSCB’ye duyulan ihtiyaç, İngiltere ve ABD’nin Polonya konusunda sessiz kalmasına yol açtı. İngiltere ve ABD, küçük değişiklikler yapılmış olan Lublin Polonyalıları kabinesini Varşova’nın meşru hükûmeti olarak kabul etti.

Dünyanın ilk atom bombalarının üçer gün ara ile üzerine atıldığı Japonya, 14 Ağustos 1945’te kayıt- sız şartsız teslim oldu. Tarihi boyunca ilk kez işgale uğrayan, siyasi ve ekonomik olarak da uzun yıllar ABD’nin etkisi altına giren Japonya, General MacArthur’un (Mekartur) nezareti altında demokratik usullerle seçilen bir hükûmet tarafından idare edildi. Parti sistemi yeniden kuruldu. Japonya dışında kalan bölgeler eski sahiplerine geri verildi.

II. Dünya Savaşı’na sonradan dâhil olan ABD, geliştirdiği atom bombası teknolojisiyle dünya siya- setinin en önemli gücü hâline geldi. Birleşmiş Milletlerin New York merkezli Uluslararası Para Fonunun (IMF) Washington (Vaşingtın) merkezli faaliyete başlaması, ABD’nin dünyanın merkezî gücü olmaya başladığını ortaya koymaktaydı. ABD, Avrupa’nın savunması ve güvenliği için hazırladığı 1947 Truman Doktrini’yle, ekonomik yardımlar için hazırladığı 1947 Marshall Planı’yla ve Kuzey Atlantik Antlaşması’na (NATO-1949) dâhil olmasıyla dünyanın iki süper gücünden biri oldu.

Savaş sonrası ilk yıllarda Sovyetler Birliği’ne duyulan büyük bir saygı vardı. II. Dünya Savaşı’nda oynadığı rolle Doğu Avrupa’yı Nazi baskısından kur- taran Sovyetler Birliği’nin itibarı arttı. Faşizme karşı duyulan tepki komünizmi saygın hâle getirdi. Batı Avrupa’daki komünist partiler faşizm karşısında ka- zanılan zaferle çok güçlendi. Sovyetler Birliği ken- disini bütün özgürlük hareketlerinin hamisi olarak gördü. En güçlü bağlar Vietnam, Arap dünyası ve Küba ile kuruldu. SSCB 1949’da atom bombasını, 1953’te hidrojen bombasını (Görsel 2.17) geliştirdi ve bu alandaki Amerikan tekeline son verdi.

Churchill’in ilk kez 1946’da kullandığı Demir- perde kavramı 1947’de Kominformun hayata geç- mesi ile gerçekleşti. II. Dünya Savaşı sonrası ABD ile SSCB arasında yaşanan ideolojik ayrılık Batı ve Doğu bloklarının ortaya çıkmasına neden oldu.

İngiltere, Hollanda, Fransa, Belçika ve Porte- kiz sömürge imparatorluklarının dağılması savaşı takip eden yıllarda gerçekleşti. Batı’nın sömürge- lerini kaybetmesi Doğu Avrupa’da şaşkınlıkla kar- şılandı. SSCB, hâkim olduğu bölgelerde benzer sonuçlarla karşılaşmamaya dikkat ederek uzak kıtalardaki ülkelerin ulusal özgürlük hareketlerini kutlama politikası uyguladı.

II. Dünya Savaşı küresel, teknolojik ve ideolojik boyutuyla insanlık tarihinin en önemli hadiselerinden biridir. 1945’te doğan iki süper güç SSCB ile ABD, Soğuk Savaş’ın ya da karşılıklı barışın hâkim olduğu yarım yüzyıllık dönemde dünyaya yön vereceklerdir.

Kuruluşundan Günümüze Birleşmiş Milletler

Birleşmiş Milletler kavramını ilk kez kul- lanan ise ABD Başkanı F. D. Roosevelt’tir. II. Dünya Savaşı devam ederken İngiltere ve ABD’nin yayımladıkları Atlantik Bildiri- si’ndeki kararlar 1 Ocak 1942’de Birleşmiş Milletler Bildirisi’nde aynen kabul edilmiş, böylece kurulacak olan Birleşmiş Milletler Teşkilatının temelleri atılmıştır.

Ağustos-Ekim 1944’te Çin, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri delegeleri ABD’nin Dumbarton Oaks (Dum- bartın Oaks) kentinde bir araya gelerek Birlemiş Milletler Ana Sözleşmesi’nin temel ilkelerini belirlemişlerdir. Yalta Konferansı’nda BM Güvenlik Konseyinin (Görsel 2.19) daimi üyeleri için veto ilkesi kabul edilmiştir. San Francisco Konferansı’na kadar Mihver Devletler’e savaş ilan edenlerin kurucu üye olarak kabul edilecekleri ortaya konmuştur.

24 Ekim 1945’te Türkiye’nin de dâhil olduğu 51 devlet, Birleşmiş Milletler adı verilen uluslararası ör- gütü kurmuştur. Milletler Cemiyetinden daha etkili olması beklenen bu örgüt büyük amaçlar hedeflemiş- tir. Birleşmiş Milletler, barışı ve uluslararası güvenliği sağlamanın ötesinde temel insan hakları, cinsiyet eşitliği ve bütün halkların sosyal ve ekonomik refahını temin etmekle de sorumludur.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu önemli kararların 2/3 çoğunlukla alındığı, her ülkenin tek oy kullanma hakkının olduğu temel yapıdadır. Barışı ve uluslararası güvenliği sağlamakla yükümlü olan Güvenlik Konseyi, 5 daimi üye (ABD, SSCB, İngiltere, Fransa, Çin) ve Genel Kurul tarafından iki sene için seçilen 6 üyeden (1966’dan sonra 10 üye) oluşur. Daimi üyelerden her biri veto hakkına sahip olup sadece ken- di vetolarıyla Güvenlik Konseyinin aldığı bütün kararları dondurabilir. Soğuk Savaş Dönemi’nde bloklar arasında yaşanan çatışmalardan dolayı BM’nin işlerliği azalmıştır. Daimi üyelerin veto hakkını kullanma- sı Güvenlik Konseyini etkisiz bırakmıştır.

BM’nin Soğuk Savaş sonrası müdahalede bulunmadığı Bosna-Hersek, Somali ve Irak olayları BM’ye yönelik olumsuz değerlendirmelere yol açmıştır. Teşkilatın kendi içindeki adil olmayan yapılanması ve dünyada yaşanan olaylar karşısındaki yetersizlikleri, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür.” sözüyle sembolleşmiştir.

Birleşmiş Milletler Tüzüğü

Birleşmiş Milletler halkları olarak biz; Bir insan yaşamında iki kez insanlı- ğı onarılamaz acılara sürükleyen savaş felaketinden gelecek kuşakları kurtar- maya,

Temel insan haklarına, insan değeri ve şerefine; erkek ve kadınların, mil- letlerin, büyük ve küçüklerin haklarının eşitliğine olan inancımızı bir kez daha açıklamaya,

Adaleti sağlamaya ve anlaşmazlıklardan doğan mecburiyetleri yerine getirmeye,

Evrensel huku kun diğer kaynakları için gerekli şartların oluşturulmasını sağlamaya,

Sosyal ilerlemeyi destekle meye ve özgür bir ortamda en iyi hayat şartlarının kurulmasını sağ- lamaya,

Bu amaçları gerçekleştirmek için hoşgörülü olmaya, iyi komşuluk havasıyla birbirimizle barış içinde yaşamaya, barışı ve uluslararası güvenliği sağlamak için güçlerimizi birleştirmeye,

Prensipleri kabul etmeye, ortak çıkarlar dışında silah kullanılmamasına ve bunun garanti altı- na alınmasına,

Bütün halkların iktisadi ve sosyal ilerlemelerini desteklemek için uluslararası kurumlara başvu- rulmasını gerçekleştirmek üzere çabalarımızı birleştirmeye karar verdik.

Orta Doğu’nun Yeniden Şekillenmesinde Emperyalist Güçler

Orta Doğu’da yaşanan çatışmaların ana sebebi olan Filistin sorunu, Osmanlı Devleti’nin bölgede gücünü kaybetmeye baş- laması ve İsrail Devleti’nin kurulması için atılan adımlarla orta- ya çıktı. Tüm Yahudileri İsrail’de toplamayı hedefleyen Siyonist Hareket, Theodor Herzl [Teodor Herz (Görsel 2.22)] önderliğin- de 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde Dünya Siyonist Örgütünün ilk kongresini yaptı. Kongrenin hedefi Yahudi halkı için bir vatan bulmak ve kendilerine vadedildiğine inandıkları topraklarda İsrail Devleti’ni kurmaktı.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla Yahudi devletinin kurulmasındaki en büyük engel ortadan kalkmış oldu. İngiltere 1917’den 1922’ye kadar Filistin’i yönetti. Ardından Milletler Cemiyeti tarafından bölge İngiliz mandasına bırakıldı. Manda yönetiminin başlamasıyla İngilizler Balfour Deklarasyo- nu’nun içeriğini hayata geçirmeye başladı. İngilizler Dünya Siyo- nist Örgütünü, özellikle onun yerel uzantısı olan Yahudi Ajansını Filistin Yahudilerinin temsilcisi kabul etti. Bu tarihten itibaren ya- pılan göçlerle bölgedeki Yahudi nüfusu devamlı olarak artış gös- terdi.

SİYONİZM: Siyonizm, dünyadaki bütün Yahudileri Filistin’de toplama, sonra da Süleyman Mabedi’ni Siyon Dağı üzerinde yeniden inşa etme idealidir.

Filistin’de 1917’de 50 bin Yahudi varken 1948’de bu rakam 650 bine ulaştı. Bu gelişmeler Araplar tarafından tepkiyle karşılan- dı. İngiltere, göçmen girişini ve toprak satın almayı gittikçe daha sıkı kurallara bağladı. İngiltere bölgedeki manda yönetimlerine son verme kararı alarak sorunu 2 Nisan 1947’de BM’ye devretti. 21-22 Nisan 1947’de Mısır, Irak, Suriye, Lübnan ve Suudi Arabistan’ın Filis- tin’deki mandanın sona erdirilmesi ve Filistin’in bağımsızlığına dair teklifleri kabul görmedi.

İngiltere, BM’den Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) oluşturulmasını ve konu ile ilgili rapor hazırlanmasını istedi. Komite çözüm için Çoğunluk Planı ve Azınlık Planı olmak üzere iki seçenek ortaya koydu.

Çoğunluk Planı: Filistin; Yahudi ve Arap devleti olarak ekonomik bağlarla birbirine bağlı iki devlet olacaktır. Kudüs ortak bölge olarak uluslararası güçlerin kontrolünde olacaktır.

Azınlık Planı: Kudüs merkezli Filistin Federal Devleti kurulacaktır.

Genel Kurul, 29 Kasım 1947’de yapılan oylamada Arapların muhalefetine rağmen Çoğunluk Planı önerisini kabul etti. Genel Kurul kararı sonrası İngilizlerin bölgeden askerî güçlerini çekmeye başlaması Arap-Yahudi çatışmasını artırdı. Yahudi Geçici Ulusal Konseyi, 14 Mayıs 1948’de mandanın sona er- mesinden birkaç saat önce Ben Gurion (Ben Gurion) başkanlığında İsrail Devleti’nin kurulmasına karar verdi. Kurulan yeni devlet 14 Mayıs’ta ABD, kurulmasından iki gün sonra da SSCB tarafından tanındı. Böylece dünya tarihinde ilk kez uluslararası bir kuruluş olan BM’nin oylamasıyla bir devlet kurulmuş oldu. Filistinliler 15 Mayıs’ı El Nakba (Felaket Günü) olarak adlandırdılar.

İsrail’in kuruluşu, yaşanacak Arap-İsrail savaşlarının en önemli sebebi oldu. Orta Doğu’da kurulan Arap devletleri İsrail Devleti’ni tanımadılar. Araplarla İsrail arasında yaşanan çatışmalardan kaçan bir milyon Filistinli, bir gün geri dönmek umuduyla komşu devletlere göç etmek zorunda kaldı. 1955 sonrası Mısır’da Cemal Abdul Nasır’ın öncülüğünde yeniden gelişen Arap milliyetçiliğiyle SSCB ile ilişkilerini ge- liştirmesi, Arap-İsrail çatışmalarının Soğuk Savaş Dönemi’nde bloklar arası bir sorun hâline gelmesine yol açtı. Nasır’ın Fransa’ya karşı Cezayirli direnişçileri desteklemesi ve Süveyş Kanalı’nı millîleştirmesi İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu politikalarını etkiledi.

II. Dünya Savaşı’nın Ekonomik Sonuçları ve IMF

Yaklaşık 50 milyon insanın öldüğü, 30 milyon insanın mülteci durumuna düştüğü II. Dünya Savaşı hiç şüphesiz ki tüm alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da ciddi yıkımlara neden oldu. Ülkeler arasında yaşanan bloklaşma ile blokların kendi içlerinde dışa kapalı bir ticarete yönelmeleri uluslararası ticarete olumsuz yansıdı. Ayrıca üretimde ağırlığın savaş ve silah sanayisine yönelmesi bir dengesizliğe sebep oldu. Uzun süre Alman işgaline uğrayan bazı Müttefik Devletler’in kaynakları, Almanlarca yağmalandı. Bu yağmalar, işgale uğramış devletlerin ekonomilerine büyük zararlar verdi. Bu döneme kadar oluştu- rulmuş sermaye ve altyapı birikimleri yok oldu. Bu da ham madde, üretim ve pazar daralmalarına ve kayıplarına neden oldu. Savaş öncesinde süper güç durumunda olan bazı devletler (Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya), savaş sonrasında orta büyüklükte bir yapıya büründü. Dünyada ABD ve SSCB olmak üzere iki süper güç ortaya çıktı.

Ülkelerin savaş öncesindeki millî gelirleri savaş sonrasında 1/3’e, ihracat oranları 1/10’a geriledi. Üretim materyallerindeki azalma 1/15 oranında gerçekleşti. Savaşa katılan ülkelerin paraları dolar karşısında ortalama yüz kattan az olmamak üzere değer kaybetti. Avrupa ekonomisi yaklaşık %50 küçülürken ABD’de %50 büyüme meydana geldi. Bu veriler gücün Avrupa’dan ABD’ye kaydığının göstergesiydi. Avrupa’nın dünya üretimindeki payı son iki yüzyılın en alt seviyesine düştü. ABD’deki gayrisafi millî hasıla (GSMH) Avrupa’nın toplamı kadar oldu. Savaş sonunda toplam zarar yaklaşık 3 trilyon 100 milyar dolar olarak hesaplandı.

Savaş sonrası oluşan ekonomik ve siyasi yapı- nın gereği olarak ABD, özellikle SSCB ve komünist rejimin dünyada yayılmasını engellemek için Tru- man ve Marshall planları ile Türkiye’nin de içinde olduğu Avrupa kıtasına ciddi boyutlarda ekonomik ve askerî yardımlarda bulundu. Bu gelişmeler iki ku- tuplu dünyada ABD’nin süper güç oluşunu teyit eder bir ortamı oluşturdu. Ortaya çıkan yıkımı telafi edip yeniden yapılanma ile uluslararası düzeyde para te- mini ve akışını sağlamak için IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar ABD liderliğinde organize edildi.

IMF

Yalta Konferansı’nda oluşturulmak istenen barış ve güven ortamını ABD, SSCB ve İngiltere ken- dileri açısından değerlendiriyordu. ABD, kurulacak olan uluslararası kuruluşlarda aktif rol alarak barış ve güven ortamını oluşturabileceğine inanıyordu. Bu nedenle Bretton Woods’da (Biretın Vuds) 44 ülkenin katılımıyla liberal ekonomi ve serbest ticaret zeminine oturtulan iki yeni kurum oluşturuldu.

Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası): Uzun vadeli yatırım kredileri vermek suretiyle Avrupa devletlerinin yeniden imarını sağlamak ve ödemelerdeki dengesiz- likleri gidermek için kurulmuştur.

Uluslararası Para Fonu [IMF(International Monetary Fund)]: Avrupa devletlerinde ortaya çıka- bilecek geçici ödeme güçlüklerinde kredi vererek uluslararası ticaretin daralmasını önlemek amacıyla Washington merkezli olarak 1945’te resmen kurulmuş ve 1947’de fiilen çalışmaya başlamıştır. IMF’ye üye ülkeler Dünya Bankasına da üye olmak zorundadır. Her üye ülkenin fondaki payının %25’i altın, %75’i millî para olarak bulunur. 2016 itibarıyla 189 ülkeden oluşan birlik ile Türkiye arasındaki ilişkiler 1961’deki Stand-by (Sıtendbay) Anlaşması ile başlamıştır.

Kuruluşundan günümüze IMF’nin rolünde önemli değişiklikler olmuştur. Başlangıçta IMF’nin ama- cı üye ülkelerde kur istikrarını sağlamak ve dünya ticaretini kolaylaştırıcı bir ödemeler sistemi oluştur- maktı. Zaman içinde uluslararası finansal sistemde ortaya çıkan değişiklikler ve üye ülkelerde oluşan finansal sorunları aşmak amacıyla uygulanan IMF destekli istikrar programlarının çoğunun başarısız olması, IMF’nin rolünün sorgulanmasına neden olmuştur.

Günümüzde IMF kendisine yüklediği misyon ile küresel finansal düzeni takip etmek, borsa, döviz kurları, ödeme planları gibi konularda denetim ve organizasyon yapmak, aynı zamanda teknik ve fi- nansal destek sağlamak gibi görevleri bulunan uluslararası bir organizasyona dönüşmüştür.

IMF’nin Yapısı ve Politikası

Özel Çekme Hakları olarak adlandırılan IMF kotası, üye ülkenin IMF’ye mali katkısını, IMF’den alacağı krediyi ve büyük oranda örgütteki oy gücünü ortaya koyar. Ülkeler, IMF’den kotalarının üzerinde kredi almak zorunda kalırlarsa stand-by anlaşması imzalamak zorunda kalırlar. 1945’te kurulan IMF’nin yönetim yapısında süreç içinde önemli bir değişim olmamış- tır. Yapılan düzenlemelere rağmen örgüte gelişmiş ülkeler, özellikle de ABD ve Batı Avrupa ülkeleri hâkimdir. Bu ülkelerin sahip olduğu kotalar, toplamın yüzde 57,7’si, oy gücü ise yüzde 55,3’üdür. ABD tek başına kotalar toplamının yüzde 17,4’üne ve oy gücünün 16,5’ine sahip olduğundan veto hakkı olan tek devlettir.

IMF, küresel ekonomik krizlerde özellikle de gelişmekte olan ülkelere yönelik politikalarında toplam talebin kısılması ve piyasa mekanizmasının geliştirilmesini esas almaktadır. Amacı eko- nomik açığa sebep olduğu düşünülen talebi düşürmektir. Talep kısmaya, dolayısıyla büyümeyi düşürmeye yönelik sıkı para ve maliye politikalarından oluşan istikrar programları, IMF tarafın- dan ülkelere standart olarak sunulmaktadır.

Ekonomik çıkmaz içine giren ülkelere daraltıcı politikalar öneren IMF’nin standart reçeteleri genelde başarısızlık, kaos ve sosyal patlamalarla sonuçlanmaktadır. Bu uygulamaların etkileri- ni farklı ülkeler üzerinden görmek mümkündür. Arjantin’in IMF ile olan birlikteliği 1986 yılından 2006 yılına kadar kesintisiz bir biçimde devam ederken IMF, 1990’lı yılların başından itiba- ren sürekli bu ülkeyi yönlendirmiş ve ülkenin iflas etmesinde ana rolü oynamıştır. Endonezya, 1997’de Tayland’da yaşanan ve kısa sürede tüm Güneydoğu Asya ülkelerini etkileyen mali kriz- den olumsuz etkilenmiştir. 1997 krizi sonrasında Endonezya’daki ekonomik durgunluğa çözüm olarak IMF’nin dayattığı yüksek faiz politikası, krizin daha da derinleşmesine sebep olmuştur. Türkiye’de de 2000 yılı başlarında uygulanan IMF programı, aynı yılın Kasım ayında ve 2001 Şubat ayında olmak üzere iki büyük krizle sonuçlanmıştır. Türkiye ekonomisi, 2001 yılında yüz- de 9,8’lik tarihî bir küçülmeyle karşı karşıya kalmıştır.

Ekonomisini IMF ile bütünleştiren ABD’nin gelişmekte olan ülkelere uygulanan ekonomi po- litikalarının tam tersi yönde uygulamaları olduğu dikkate değer bir noktadır. ABD her krizden talebi kamçılayarak, üretimi ve istihdamı artırarak çıkarken başka ülkeler krize girdiğinde IMF, bu ülkelere kamu harcamalarının azaltılması, vergilerin artırılması, tüketimin kısılması için fa- izlerin yükseltilmesi gibi politikaları tavsiye etmektedir. Bu açıdan bakıldığında ABD’de işler ya- vaşladığında FED (Amerikan Merkez Bankası), tüketici talebi artırılsın, yatırımlar ve istihdam genişlesin diye faizleri düşürüyor, hükûmet de harcamaları genişletiyor. Kimse bunun karşıtı bir politikayı savunmuyor. Ancak, Japonya’daki, Arjantin’deki ve diğer ülkelerdeki krizleri önlemek için ABD, harcamaların kısılmasını, ekonominin küçültülerek dengeye getirilmesini öneriyor. ABD ekonomisi için yararlı görülenler, neden Japonya gibi büyük, Arjantin gibi küçük ekonomi- ler için iyi olmasın? Niçin onlara tam tersi politikalar içeren sıkı elbiseler giydirilme gayreti içine girilsin?

G. Akalın, A. Uçar, IMF Politikaları Üzerine Bir Kritik’ten düzenlenmiştir.