Yumuşama Dönemi Türk Dış Politikasını Etkileyen Gelmişmeler

1960-1980 arası dönemde Türk dış politikasının temelini Kıbrıs Meselesi oluşturmuştur. Türk dış politikası Kıbrıs Meselesi etrafında şekillenmiş, diğer dış politik olaylar da bu meselenin parçaları olarak gelişmiştir. Kıbrıs Meselesi’nden doğan sorunlar Türkiye’nin Amerika, SSCB ve Yunanistan ile münasebetlerinin çerçevesini belirlemiştir.

Türkiye’nin ABD ve SSCB ile İlişkileri

Yumuşama Dönemi Türk-Amerikan ilişkilerinde; Küba Füze Krizi, Johnson Mektubu ve Kıbrıs Barış Harekâtı belirleyici olmuştur. Küba Buhranı, ABD’nin aldığı kararların Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye düşürebileceğini gösterince Türkiye’de Amerikan karşıtı hareketler ivme kazandı. Türkiye, bu olayla tek yönlü dış politika izlemenin zararlarını gördü. Ulusal çıkarları konusunda kendi kararlarını alıp sonra müttefiklerine danışmanın daha uygun olacağını anladı. Türkiye, sonraki yıllarda SSCB ile iş birliğinin artırılması, afyon yasağının kaldırılması ve Kıbrıs Müdahalesi ile ilgili konularda ulusal çıkar- larını ön planda tutmayı esas aldı.

ABD Başkanı Johnson’ın gönderdiği ve Türk kamuoyunun içeriğini ancak 1966’da öğrenebildiği mektup, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini ABD’nin istemediğini göstermişti. Johnson Mektubu, NA- TO’nun Türkiye’nin güvenliğini ne kadar sağladığı sorusunun kamuoyunda tartışılmasına neden oldu. İlk defa Ankara sokaklarında ABD’ye “Go home!” denmeye başlanmıştı. Başbakan İnönü, bir kabine toplantısında “Dostlarımız ve düşmanlarımız bize karşı birleşmiştir.” diyerek ABD’nin tutumunu eleş- tirmekte ve Türkiye’nin yalnızlığının altını çizmekteydi. Bu olay, Türk dış politikasının çok yönlü bir boyut kazanmasında da önemli bir kırılma noktası oldu. ABD’nin Türkiye’deki askerî varlığına karşı çıkan akımlar güç kazandı. Diğer yandan Türk ordusundaki silahların büyük bölümünün ABD kaynaklı olmasının olumsuzlukları da görüldü.

1974’te düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı üzerine ABD, Türkiye’ye ambargo uyguladı. Türk ordu- sunun modernize edilmesi için gerekli askerî yardımlar üç yıl süreyle kesildi. Buna tepki olarak Türki- ye, 25 Temmuz 1975’ten itibaren Amerika’nın Türkiye’deki bütün üs ve tesislerine İncirlik hariç olmak üzere el koydu. Türk ordusunda yerli savunma sanayisinin geliştirilmesinin gerekliliği dile getirilmeye başlandı. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 1978’de ABD ambargosunun kaldırıl- masıyla iki ülke arasındaki ilişkiler gelişme gösterdi.

SSCB, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Makarios’un takip ettiği bağlantısızlık politikası ve adanın stratejik öneminden dolayı Makarios’u desteklemekteydi. Türkiye’nin adayı ele geçirmesiyle Kıbrıs’ın bir NATO üssü olacağı düşüncesindeydi. Johnson Mektubu, Türkiye-ABD ilişkilerinde bir kırılma noktası oluş- tururken Türkiye-SSCB ilişkilerinde olumlu bir dönem başlattı. Türk-Sovyet münasebetlerinde barış içinde bir arada yaşama esas alındı. SSCB, Kıbrıs’a dışarıdan yapılacak müdahaleye karşı olmasına rağmen adada iki toplumun varlığını kabullendi. 1970’lerde Türkiye’deki sol örgütlerin Sovyet kont- rolündeki sosyalist ülkeler tarafından kışkırtılması ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na SSCB’nin karşı çıkması, Türk-Sovyet ilişkilerinin bozulmasına neden oldu. Ambargo yıllarında Türk-Amerikan ilişki- lerinin zarar görmesine rağmen SSCB’ye duyulan güvensizlik, Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesine engel oldu.

Türk-Yunan İlişkileri

Türk-Yunan ilişkileri; Batı Trakya, Ege Adaları, Kıbrıs ve kıta sahanlığı meseleleri olmak üzere dört ana sorun çerçevesinde ele alınabilir (Harita 4.11). Anadolu Yarımadası’nın batısında yer alan Ege Denizi aynı zamanda Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirine yaklaştığı yer olan Akdeniz’in bir kolunu oluşturmaktadır. 1970’lerin ikinci yarısında Türk dış politikasının en önemli konularından biri Yunanistan ile yaşanan Ege sorunu olmuştur. Bu durumun ortaya çıkmasında her iki ülkede yaşanan gelişmelerin dış politikaya yansıması etkili olmuştur. Yunanistan, Türkiye ile ilişkilerinde Ankara’daki siyasal boşluktan ve ABD ambargosunun yarattığı durumdan yararlanmış, Ankara ile ilişkilerinin temel stratejisini Ege üzerine oturtmuştur. Kıta sahanlığı, FIR hattı ve Yunan adalarının silahlandırılması Ege Denizi’nde yaşanan Türk-Yunan gerginliğinin temel sorunlarıdır.

Kıta Sahanlığı

Yunanistan, 1961’den itibaren Ege Denizi’nde petrol aramak isteyen şirketlere arama ruhsatı ver- di. Sondajlara 1963’te başlandı. Yunanistan’ın önceleri Ege’nin batı ve kuzey kıyıları için verdiği bu arama ruhsatlarının alanı, zamanla doğu yönüne kayma eğilimi gösterdi. Türkiye bu gelişmeler karşı- sında, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına (TPAO) Ege Denizi’nin ortasından geçen bir çizgiyi esas alarak yirmi yedi ruhsat verdi. Yunanistan, 7 Şubat 1974’te Türkiye’ye söz konusu ruhsatın kapladığı sahaların Yunan kıta sahanlığına girdiğini, bu nedenle arama ruhsatının geçersiz olduğunu bildiren bir nota verdi. Türkiye notaya verdiği cevapta Anadolu kıyılarından itibaren denizin altından batıya doğru uzanan toprakların Anadolu’nun tabii uzantı- sı olduğunu, dolayısıyla Türk kıyılarına yakın adaların Türk kıta sahanlığı içinde bulundu- ğunu, Yunan kıta sahanlığına girmediğini bil- dirdi. Kıta sahanlığı konusunda Türk-Yunan çatışması bu şekilde başlamış oldu.

Yunanistan, kıta sahanlığı konusundaki tezini 1958’de Cenevre’de imzalanmış Kıta Sahanlığı Konvansiyonu’na dayandırmak- taydı. Türkiye, bu antlaşmayı imzalamadığını belirterek anlaşmazlığın milletlerarası hukuk kurallarına göre müzakere ile çözümlenme- sini istedi. 1975’te iki ülke başbakanları De- mirel ve Karamanlis, Brüksel’de bir araya geldi. İki Başbakan meselenin Milletlerarası Adalet Divanına götürülmesi için anlaştı.

1976 yılı başında Sismik-I’in Ege’ye açıl- ması iki devleti karşı karşıya getirdi. Bu olay- dan sonra Yunanistan ile Türkiye, konuyu İsviçre’nin başkenti Bern’de görüştü. İki ülke arasında 1976’da Bern Deklarasyonu imza- landı. Bu deklarasyona göre müzakereler samimiyet ve iyi niyet çerçevesinde yürütüle- cekti. Görüşmeler, tam bir gizlilik taşıyacaktı. Taraflar, müzakereler süresince Ege’de kıta sahanlığı (Görsel 4.29) konusunda hiçbir faaliyette bulunmayacaklardı. Görüşmeleri engelleyecek ve birbirlerini küçük düşürecek bütün girişim ve tutumlardan kaçınacaklardı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahan- lığı meselesi, günümüzde de devam etmek- tedir.

FIR Hattı Sorunu

Ege Adaları

Türk Yunan ilişkilerinde Ege anlaşmazlığı- na 1974’te dâhil olan diğer bir konu ise “Ege Denizi üzerindeki sivil havacılığın güvenli ola- rak yürütülmesini sağlayacak yükümlülükler”- di. 1952’de İstanbul’da ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) tarafından düzenlenen toplantıda alınan kararla Ege’deki FIR sorum- luluğu Yunanistan’a verildi. Atina’nın FIR’ı za- manla bir hava egemenliği olarak görmesi ve bir hudutmuş gibi göstermesi üzerine Türkiye (Görsel 4.30), bu hattın değiştirilmesi için ICAO nezdinde girişimlerde bulundu fakat bir sonuç elde edemedi. Türkiye’nin 1974’te gerçekleş- tirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı da FIR hattı soru- nunda etkili oldu. Ege’deki mevcut durumun Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmesi üzerine Türkiye, yayımladığı NOTAM [Notice to Airman (havacılara ilan)] ile Ege Denizi’nde kuzeyden güneye doğru bir çizgi çekerek bu çizginin do- ğusundan geçen hava ulaşım araçlarının (as- kerî uçaklar dâhil) bilgilendirme yapmasını is- tedi. Yunanistan da karşılık olarak Ege Denizi hava sahasını yabancı, sivil ve askerî uçuşlara kapatarak bölgeyi tehlikeli bölge ilan etti. Ko- nuya ilişkin görüşmelerde 1980 yılına kadar herhangi bir sonuç alınmazken 1980’de Türki- ye, 714 sayılı NOTAM’a son verdiğini açıkladı. Yunanistan da NOTAM’larını geri çekti ve böl- ge, hava trafiğine yeniden açıldı.

Ege Adaları

Türkiye’nin Ege kıyıları, Türkiye’ye çok yakın mesafede yer alan ve ülke güvenliği açısından tehlike taşıyan çok sayıda Yunan adasıyla çevrelenmiştir. Yunanistan’ın 1970’li yıllarda kara sularını 6 milden 12 mile çıkarma isteği, Türkiye tarafından kabul görmemiştir. Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki kara su- larını 12 mile çıkarma isteğinin gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin açık denize çıkışı engellenecek aynı zamanda deniz yatağı ve deniz yatağının altı dâhil tüm Ege Denizi’nin Yunanistan’ın eline geçmesi söz konusu olacaktır. Böylece Yunanistan Ege’nin en az yüzde 70’ine sahip olacak, açık deniz alanları önemli ölçüde daraltılmış olacağından Ege tam bir Yunan denizi hâline gelecektir. Türkiye böyle bir adı- mı “casus belli [kazus beli (savaş nedeni)]” sayacağını açıklamış ve duruma müdahale etmiştir.

Yunanistan’ın, egemenliği altında yer alan ve uluslararası antlaşmalarla silahsızlandırma yükümlü- lüğü getirilen adaları önce gizli daha sonra açıktan silahlandırması, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde gerginliğe yol açan önemli bir sorun olmuştur. Ege adalarının silahlandırılması, Kıbrıs Mesele- si’yle ilişkilerin gerginleştiği 1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkmıştır.

Türkiye, 29 Haziran 1964’te verdiği nota ile Yunanistan’ın antlaşmalara uygun hareket etmesini ve Rodos’la İstanköy’deki tahkimatını durdurmasını istemiştir. 1969’daki notada da Limni’deki silahlanma- nın durdurulmasını istemiştir. Yunanistan, 1974’ten itibaren Ege adalarının silahlandırılması hakkına sa- hip olduğunu ifade etmiştir. Yunanistan’ın Türk kıyılarına yakın olan Ege adalarını silahlandırmasından dolayı Türkiye de İzmir’de 1975’de Ege Ordusu olarak adlandırılan 6. Orduyu kurdu. Türkiye’nin bu yeni askeri kuvveti, tamamen NATO’nun dışında ve doğrudan doğruya Türkiye’nin kendi emrinde bir silahlı kuvvet idi. Gerek Ege’den gelecek tehdide karşı olduğundan ve gerekse ABD ambargosuna tepki olarak NATO’ya tahsis etmedi.Türkiye ile Yunanistan arasındaki bu sorun günümüzde de devam etmektedir.

Batı Trakya Türklerinin Sorunları

Kıbrıs ve Ege’nin dışında Türkiye ile Yunanistan arasında her iki ülkedeki azınlıkların durumu da sorun olmuştur. Türkiye, Yunanistan’ı ülkedeki Türk azınlığın haklarını ihlal etmekle suçlamış, Yunanistan ise benzer şikayetleri Türkiye’ye yöneltmiştir.

Batı Trakya Türk azınlığının en zor yılları, Kıbrıs Meselesi’nin yaşanmasıyla başladı. Yunan yönetimi kısa bir süre için ülkeden ayrılan bazı Türklerin vatan- daşlıklarını iptal etti. 1965’te Batı Trakya Türklerinin ev, dükkân, tarla gibi taşınmaz mal satın almaları ve kiralamaları yasaklandı. 1966’da ise Türklerin elindeki gayrimenkullerin Yunan halkı tarafından satın alınma- sını sağlamak için Merkez Bankası ile Ticaret Bankası arasında Yunan halkına yirmi yıl vadeli, düşük faizle kredi verme sözleşmesi yapıldı.

1967’de Yunanistan’da yönetime hâkim olan Al- baylar Cuntası, bir dizi yeni yasa ve uygulama ile Türk azınlığı zor durumda bıraktı. Bu amaç doğrultusunda 1968’de çıkartılan bir kanunla Cemaat Heyetleri dağı- tıldı. Aynı yıl Yunan Anayasası’na eklenen bir madde ile Hristiyan olmayanların devlet memuru olamayaca- ğı hükme bağlandı. Sivil toplum örgütlerinin ve azınlık okullarının tabelasındaki Türk ifadeleri kaldırıldı. Bunu takiben çıkartılan 1260 sayılı yasa ile haberleşme, ya- zışma, basın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinde Türkçe yer isimlerinin kullanılması yasaklandı. Türkçe yayın yapan radyo ve televizyon kanallarının takip edil- mesi, Türk filmlerinin izlenmesi, Türkçe şarkıların din- lenmesi engellendi. Batı Trakya Türk azınlığına yönelik sınırlamalar, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında açıktan açığa uygulanan bir politikaya dönüştü.

Bu kapsamda;
• Batı Trakya’ya (Harita 4.12) giren Yunan tankları- nın Türk köylerini kuşatması,
• Türk esnaflara ait dükkân ve malların yağmalanması,
• Esnafa, ödeyemeyeceği miktarda ağır para cezaları verilmesi,
• Türk gençlerinin toplatılarak kamplarda tutulması,
• Türklere ait 3280 dönüm toprağın kamulaştırma gerekçesi ile sahiplerinden alınması,
• 40 bin asker ile 30 bin milisten oluşan yaklaşık 70 bin Yunan silahlı kuvvet mensubunun bölgeye
yerleştirilmesi gibi faaliyetlerde bulunuldu.

Kıbrıs Meselesi

İngiltere’nin 1950’li yıllarda Kıbrıs’tan çekil- meye karar vermesi ile Kıbrıs Meselesi gündeme geldi. İngiltere’nin çekilme kararı üzerine Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın kendi ülkelerine veril- mesini talep etti. Kıbrıslı Rumlar adanın Yuna- nistan’a bağlanması (Enosis) için kanlı yıldırma yöntemlerini de kapsayan eylemlerde bulunmaya başladı.

ENOSİS: Kelime anlamı ile ilhak demek olan Enosis, ilk Megali İdea haritasının çizildiği 1791’den iti- baren gündeme geldi. Megali İdea hedefi çer- çevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan‘a bağlanması- nı ifade etmektedir.

Kıbrıslı Rumlar, İngiltere’ye kendi isteklerini kabul ettirmek için EOKA’yı (Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü) kurarak adada Türkleri hedef alan terör faaliyetlerine başladı. Kıbrıslı Türkler EOKA’ya karşı korunma amacıyla Türk direniş örgütleri olan Volkan ve Türk Mukavemet Teşkilatını kurdu. Adada ya- şanan Türk-Rum çatışması iki NATO devleti olan Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getirdi. Bu- nun üzerine ABD, devreye girdi ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması için faaliyetlerini artırdı. Zürih ve Londra Antlaşmaları ile taraflar arasında uzlaşmaya varılarak Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’ta kuruldu. 1963’te 24 Türk’ün şehit edilmesiyle (Kanlı Noel) Türklerin imhası veya adadan atılmasını öngören Akritas Planı uygulamaya konuldu. Makarios’un mecburi askerlik sistemini kurması, Rumları askere almaya başlaması ve dışarıdan ağır silahlar satın alması üzerine Türkiye’nin Kıbrıs’a müda- hale kararı kesinleşti. 28 Aralık 1967’de başkanlığını Fazıl Küçük, yardımcılığını da Rauf Denktaş’ın yaptığı Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi ilan edildi. EOKA, Türklerle görüşmeler yapmasından ra- hatsızlık duyduğu Makarios’a karşı 15 Temmuz 1974’te bir darbe gerçekleştirdi ve Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan etti. EOKA üyesi Nikos Sam- pson liderliğe getirildi. Bu durum adanın fiilen Yunanistan’la birleşmesinden başka bir şey de- ğildi.

Türkiye, 1959 Zürih ve 1960 Londra Antlaş- malarının verdiği yetkiye dayanarak 20 Temmuz 1974’te I. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı, 14 Ağus- tos’ta da II. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı düzenledi.

Türk Barış Harekâtı aynı zamanda Yunanis- tan’da cunta idaresinin de sonu oldu ve ülkeye demokrasi getirdi. Kıbrıs Barış Harekâtı’na Yu- nanistan haricinde en büyük tepki Amerika ve SSCB’den geldi. Sovyet Rusya, harekâta karşı çıkarak Türkiye’nin kuvvetlerini çekmesini istedi. SSCB’nin bu tutumu Türk kamuoyunda çok etki- li olmadı. Çünkü Türkiye’ye bu konu ile en büyük darbe müttefiki ABD’den geldi. Amerika, adaya müdahale ettiği gerekçesiyle Türkiye’ye silah ambargosu uygulamasının yanı sıra yapılacak olan 200 milyon dolarlık yardımı da askıya aldı. Bu şekilde bir müttefik diğer müttefikini cezalandırmış oluyordu. Tür- kiye üzerindeki ambargo 12 Eylül 1978’de kaldırıldı. Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra Yunanistan, Ege Denizi’ndeki adala- rı silahlandırmaya ve buralarda havaalanları inşa etmeye başladı ve NATO’nun askerî kanadından çekildi. Türkiye ise 20 Temmuz 1975’te İzmir merkezli dördüncü bir ordu (Ege Ordusu) kurdu. Bu ordu Amerikan ambargosuna tep- ki olarak NATO ordusu sayılmayacak biçimde, NATO en- vanteri dışında teşkil edildi.

BM Genel Kurulu, 1983’te Kıbrıs Rumlarını Kıbrıs Hükûmeti olarak tanıma kararı aldı. Bunun üzerine Türk tarafı 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurdu. Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuri- yeti’ni kurulduğu gün tanıdı.

 

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın (Görsel 4.33) askerî harcamaları artırması, AET’nin kotaları nedeniyle ihracatın artırılamaması, düşük katma değerli tarım ürünlerinin ihracat içinde ağırlıkta olması, petrol fiyatlarının devamlı artması ve Amerikan ambargosu Türkiye’de ciddi ekonomik bunalımlara yol açtı. 1974-77 döneminde Türkiye’nin dış borcu, DÇM (dövize çevrilebilir mevduat) kullanımı ile 11,7 milyar dolara ulaştı. Hükûmet, 1978’de ülkeye DÇM girişini durdursa da DÇM’lerin ekonomiye getir- diği yük kısa sürede ortadan kalkmadı. Bu sorunların üstesinden gelmeye çalışan hükûmetler dış gezilerle borç ararken mevcut borçları da erteletmeye çalışıyordu fakat Avrupa’dan da IMF’den de beklenen sonuç- lar alınamadı. Bu dönemde iç tasarruflar düştü, dış açık GSMH’nin %5,7’si seviyesine ulaştı. İç dengede bütçe ve kamu finansman açıkları büyüdü. Dış tasarruflara bağlı büyüme, krizi derinleştirdi. Türkiye, 1974- 77 döneminde döviz rezervlerinin tükenmesiyle geniş çaplı dış borçlanmaya yöneldi. Döviz kıtlığı ve KİT (kamu iktisadi teşebbüsleri) açıkları nedeniyle bütçe açığı verildiğinden birçok ürün ithal edilemedi. Petrol ürünlerinin temininde büyük sıkıntılar yaşandı. Bunun yanında kahve, şeker, deterjan, pirinç, ampul, mar- garin gibi ürünler de piyasada bulunamıyordu. İthalat gereksiniminde üç kat artış yaşandı.

Ermeni Diasporası

Ermeni diasporası, 1965’te sözde Ermeni soykırımının 50. yıldönümünde Büyük Ermenistan ve sözde soykırımın tanınması yönünde taleplerde bulunmuş ve çalışmalarını bu yönde devam ettirmiştir. 1970’li yıllarda Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu anlamına gelen ve kısa adı ASALA olan terör örgütü ile sesini dün- yaya duyurmaya çalışmıştır. Örgüt, Türkiye ile müttefiklerini düşman olarak görmüş ve Ermeni davasının ancak silahlı mücadeleyle çö- zülebileceği görüşünü savunmuştur. Yurt dışındaki Türk görevlileri, elçilikleri ve kuruluşlarına yönelik ASALA tarafından düzenlenen sal- dırılar yoğunluk kazanmıştır (Görsel 4.34). Basında bu suikastlar yer alırken 1915 Olayları’ndan soykırım olarak bahsedilmesi, Ermenile- rin seslerini daha çok duyurabilecekleri düşüncesine kapılmalarına neden olmuştur. 1974’ten sonra Türk diplomatları ve temsilcilikleri- ne yönelik sabotaj, suikast ve saldırı biçimindeki terör faaliyetlerinin çoğu, Ermeni diasporasının etkin olduğu ülkelerde gerçekleştirilmiş- tir. 1983’teki Orly Olayı, ASALA terör örgütünün gerçekleştirdiği son suikast olmuştur. Bu olayda Türklerin dışında başka milletlerden de ölenlerin olması Batı kamuoyunda tepkiler oluşturmuş, bu tepkiler üzerine ASALA’nın etkinliği son bulmuştur. ASALA terör örgütünün yaptığı saldırılarda 1973-1984 yılları arasında 34 Türk diplomatı ve dış temsilcilik mensubu hayatını kaybetmiştir.

1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra Er- meni diasporası, faaliyetlerini daha da artırmış ve bağlantılarının bulunduğu ülkelerin yönetimlerine sözde soykırım iddialarını tanıt- maya yönelik politikalar izlemiştir. Ermenistan’ın 1993’te Azerbay- can’ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmesi, diaspora Ermenilerini güçlendirmiştir. Ermenistan’ın dış politikasını belirlemeye çalışan diaspora Ermenileri, Ermenistan’la ilişkilerini geliştirerek “Büyük Ermenistan” ideali çerçevesinde Türkiye’den toprak talebinde bulun- muştur. Öncelikle ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya olmak üzere Avrupa’da etkili olabilecek bir ya- pıya sahip olan Ermeni diasporasının, Türkiye’nin AB’ye girişini engellemeye yönelik çalışmaları da olmuştur. Ermeni diasporası, Türkiye’ye dair karalamalar ve sözde soykırımın tanınması yolundaki propaganda faaliyetleri ile güçlenmiş, Türkiye’yi tehdit eder bir yapıya bürünmüştür.

Ermeni diasporasının 2000’den sonra sözde soykırımla ilgili kampanyaları bulundukları ülkelerin siyasetlerine dâhil etmesi, Türkiye’nin dış politikasında yaşadığı en büyük sorunlardan biri olmuştur. Ermeni diasporası sözde soykırımın tanınması noktasında önemli adımlar atmıştır. Batı dünyasında eğitim, propaganda ve medya alanında yaptığı çalışmaların etkisiyle bu olay tek mutlak doğru olarak kabul görmeye başlamıştır. 1965-2000 yılları arasında sözde soykırımı Uruguay, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Arjantin, Rusya, Kanada, Yunanistan, Lübnan, Belçika, Vatikan ve İtalya gibi ülkeler ta- nımıştır. Özellikle ABD ve Fransa’da yoğunlaştırılan lobi faaliyetlerinin ardından Fransa, 2000 yılında soykırım iddialarına ilişkin yasayı kabul etmiştir. Bununla birlikte 1987’de sözde soykırımı tanımış olan Avrupa Parlamentosu, 2004 yılına gelindiğinde zirve öncesi aldığı kararla Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğini sözde soykırımı tanıması şartına bağlamıştır.

21 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’ı ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye olmuş- tur. Ermenistan ile iyi ilişkiler tesis etmeye çalışan Türkiye, kurucu üyesi olduğu Karadeniz İş Birliği Örgütüne bu ülkeyi de davet etmiştir. Türk-Ermeni ilişkileri 2005’ten itibaren hız kazanmış, iki toplum arasındaki ilişkilerin geliştirilip sorunların çözülmesine yönelik konferanslar ve sempozyumlar düzen- lenmiştir. 2005 yılında Gazi Üniversitesi Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenle- nen “Türk-Ermeni İlişkilerinin Gelişimi ve 1915 Olayları” konulu sempozyum bunlardan biridir.

İki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik birçok faaliyete imza atan Türk tarafı, bu faa- liyetlerle beraber tarihsel gerçekliğin bilimsel araştırmalarla açığa çıkartılması için ortak bir komisyon kurulması önerisini Ermeni Devlet Başkanı Robert Koçaryan’a iletmiştir. Bununla birlikte Viyana Erme- ni-Türk Platformu ve Türk-Ermeni Barışma Komisyonu gibi pek çok girişim başlatmıştır.

Türkiye’nin Ermenistan ile iyi ilişkiler kur- ma isteği 2007 yılı itibarıyla daha da hızlanmış ve Van Gölü’ndeki Akdamar Kilisesi’nin (Gör- sel 4.36) Türkiye tarafından restore edilmesi, Erivan-Antalya uçak seferlerinin başlatılması gibi adımlar atılmıştır. 2008 yılında ilişkile- ri normalleştirmek için Peynir Diplomasisi ve Futbol Diplomasisi olarak adlandırılan süreçler yaşanmıştır. Atılan bütün adımlara rağmen hedeflenen sonuçlara ulaşılamamış, iki ülke arasındaki ilişkiler Ermeni yönetiminin Türkiye karşıtı diasporaya verdiği destek ile 2011 yılının sonlarına doğru duraksamıştır.