Türkiye, 1950’den sonra ulaştırma politikasında köklü bir değişime giderek kara yollarına yönelmiştir. Sanayide tüketim mallarının üretimine öncelik verilirken tarımsal üretimde de uzmanlaşmaya gidilmiştir. İç dinamiklerdeki bu değişim göç olayını tetiklemiştir.
Göçler iç ve dış göç olmak üzere ikiye ayrılır:
İç Göçler
Türkiye’de köy-kent arasındaki gelir farklarının kent lehine artması, kentteki ulaşım ve haberleşme olanak- larının köye göre daha hızlı ve gelişmiş olması ve kent- lerdeki sosyal imkânların çeşitliliği iç göçlerin yaşanma- sında etkili olmuştur. Ayrıca tarımda makineleşmenin Görsel 4.37: Göç eden bir aile yaygınlaşmasıyla tarım işçilerine olan ihtiyacın azalması ve Marshall Yardımları ile Türkiye’ye biçilen tarım ülkesi rolünden sanayi ülkesi rolüne geçişin tarımın önemini azaltması da iç göçlere sebep olmuştur. Tarımla uğraşan kesim iş bulma arzusuyla şehirlere göç etmiştir (Görsel 4.37). Sanayi te- sislerinin özellikle batı kentlerinde veya kent yakınlarında kurulması iç göçün yönünü Trabzon, Rize, Malatya, Çorum, Kastamonu gibi illerden İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Sakarya, Bursa gibi illere yöneltmiştir. Darbeler sonrasında özellikle Özal döneminde yaşanan ekonomik iyileşme ile küçük ve orta boy sanayi kuruluşlarının sayısının artması da iç göçü etkilemiştir.
İÇ GÖÇ: Siyasi, sosyal ve ekonomik ne- denlerle ülke sınırları içerisinde bir bölgeden başka bir bölgeye yerleş- mek için gerçekleştirilen nüfus ha- reketleridir.
Türkiye’de yaşanan iç göç birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Köyden kente göçle tarımsal üretimde yaşanan azalma, bu alanda ithalata yönelmeye sebep olmuştur. Bu durum ülke ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Hızlı sanayileşme ile eş zamanlı olarak çarpık ve sağlıksız bir şehirleşme ortaya çıkmıştır. Sanayi kuruluşlarında geçimlerini arayan kırsal kesim insanı, barınma ihtiyacını gidermek için gecekondulaşmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Siyasi iktidarlar ve partiler gecekondu- laşmayı siyasi çıkarları için kullanmışlardır. Gecekondulaşma sonucunda oluşan çarpık kentleşme, uzun vadede hizmetlerin topluma daha pahalı olarak ulaşmasına neden olmuştur. Büyüyen şehirlerde ulaşım, sağlık, kanalizasyon, içme suyu, yeşil alan, eğitim gibi toplum hizmetlerinde yetersizlikler ve çözüm bulunamayan ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Yaşadıkları yerlerden kalabalıklar hâlinde kentle- re göç edenler, kendi kültür ve geleneklerini yaşattıkları semtler oluşturmuşlardır.
Dış Göçler
Türkiye, Batı Avrupa ülkelerine işçi göndermek üzere 1961’de Almanya, 1964’te Avusturya, Belçika ve Hollan- da, 1965’te Fransa ve 1967’de İsveç ile ikili antlaşmalar yapmıştır. Türkiye’nin yurt dışına işçi göçüne sıcak bak- masının en önemli nedeni işçilerin yetişmiş insan gücü olarak dönecekleri Türkiye’de kalifiye eleman olarak ça- lışmalarının sağlanacak olmasıydı. Almanya’ya 1965’te giden işçilerin üçte biri, 1969’da gidenlerin ise dörtte biri nitelikli işçiydi. Yapılan araştırmalar bu işçilerin sadece %20’sinin endüstri toplu- mu ile bütünleştiklerini, geri kalan büyük bir çoğunluğun ise Almanya’da çalışmayı sadece para biriktirme aracı olarak gör- düklerini göstermekteydi. Almanya’ya gi- den işçilerin (Görsel 4.38) büyük çoğun- luğu yaptıkları tasarruflarla elde ettikleri birikimi ana vatana getirerek çeşitli faali- yetlere aktarma ve bağımsız bir iş kurma umudu taşıyordu. İşçilerin tasarruflarını değerlendirme biçimi de para biriktirme amaçları ile örtüşmüş ve işçiler genellikle Türkiye’de ev, arsa gibi gayrimenkullere yatırım yapmışlardı. İşçi tasarruflarının döviz transferi yoluyla ülkeye girmesi ile dış ticaret açığının ka- patılması ve döviz rezervinin artırılması bir devlet politikası olarak benimsenmişti. Ancak bu, kısmi bir çözüm olmuştu. İşçi tasarrufları sanayide yatırıma dönüşemediği gibi işçilerin kendi kendilerini yönet- melerine de imkân sağlamamıştı.
DIŞ GÖÇ: Siyasi, sosyal, ekonomik vb. nedenlerle bir ülkeden başka bir ül- keye yerleşmek için gerçekleştirilen nüfus hareketleridir.
1960’tan itibaren Türk siyasi hayatını derinden etkileyen toplumsal hareketlilik, kentleşme ve sa- nayileşme toplumsal ayrışmalara da neden oldu. Toplumda laik-İslamcı, solcu-sağcı, Alevi-Sünni gibi gruplaşmalar ve bölünmeler yaşandı. Siyasette de yer bulan sağ-sol ayrışması Türkiye’nin tarihinde derin izler bıraktı.
İktidar değişiklikleri, muhtıralar ve darbeler Türkiye’de ciddi sorunlara neden oldu. Türkiye ilk darbeyi 27 Mayıs 1960’ta yaşadı. 1961 Anayasası ile oluşan demokratik ortam sağ ve sol ideolojinin rahatlıkla örgütlenmesine fırsat verdi. 1960-80 yılları arası, çok sesliliğin ve baskıların birlikte yaşandığı dönemdi. Bu dönemin ortaya çıkardığı özgürlük ortamında işçi ve öğrenciler protesto ve eylemlerde bulundu. Bu gruplar ABD ve feodal beylere karşıtlığın olduğu sol kesimi temsil etti. Bu dönemde sağ ideoloji komü- nizmin panzehri olarak görüldü. Sağ ideolojide Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek gibi fikir üreten isimler ön plana çıktı.
1961 Anayasası ile oluşan demokratik ortamdan istifade eden Türkiye İşçi Partisi (TİP); solcu ay- dınları, sendikacıları ve sosyalistleri bünyesine toplayarak Türk siyasetinde yerini aldı. Başlangıçta se- çimlerde belli oranda başarı gösteren TİP kendi içerisinde Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli (Görsel 4.40) gibi önde gelen fikir insanları ve Yön dergisi gibi yayınlar tarafından eleştirilere maruz kaldı. Özgürlük ortamının da verdiği hava üniversite gençliğinde, yayınlarda ve siya- sette bölünmelere neden oldu. Bu ortamda CHP, solda marjinalleşmenin önüne geçmek için 1965’te ortanın solu fikrini ideoloji olarak kabul etti. Sol partilerin 1969 seçimlerinde aldığı başarısız sonuçlar, Türkiye’de sosyalizmin inşasının seçimle değil, devrimle olabileceği yönündeki inancı güçlendirdi.
12 Mart Muhtırası
Siyasi hayattaki dalgalanmaların temel nedeni istikrarsızlıktır. İsmet İnönü’nün söylediği şu söz duru- mun vahametini anlatması bakımından önemlidir. “Sizin bildiğiniz iki darbe girişimi var ancak biz on beş darbe girişimini, daha hazırlık aşamasında iken engelledik.” 12 Mart Muhtırası öncesindeki olumsuzluk- lar âdeta muhtıraya davetiye çıkarır mahiyettedir. 1968 senato yenileme seçimlerinde yaklaşık 20 ilde AP ve CHP’liler arasında çıkan çatışmalarda 15 kişi ölmüş, 47 kişi yaralanmıştır.
1969 seçimlerinde bir kez daha tek başına iktidar olan AP’nin içerisindeki eski DP’liler 41’ler Grubu olarak örgütlenerek parti içi muhalefete başlamıştır. 1970 bütçesinin meclisten geçmemesi Süleyman Demirel’i istifaya mecbur bırakmıştır. Siyasi alanda yaşanan bu olayların yanında;
• Üniversite olaylarında şiddetin tırmanması ile öğ- renci ölümlerinin yaşanması,
• ODTÜ’de ABD büyükelçisinin arabasının yakılması (Görsel 4.41),
• 1961 Anayasası’nın meşruluğunun tartışılması ve yeni anayasa hazırlanmasının gerekliliğinin günde- mi meşgul etmesi,
• Dünyada etkili olan gençlik hareketlerinin Türkiye’de daha yaygın ve sert mahiyette ortaya çıkması,
• 15 Haziran 1970’te İstanbul’daki işçi yürüyüşünde bir işçi, bir polis ve bir esnafın ölmesiyle İstanbul ve Kocaeli’de sıkıyönetimin ilan edilmesi,
• Ereğli Demir Çelik İşletmelerindeki işçilerin genel greve gitmesi de gerilimi iyice artırmıştır.
Mevcut hükûmet, yaşanan bu sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm getirememiştir. Şiddet olaylarının giderek arttığı, askerî müdahalenin âdeta bütün koşullarının hazırlandığı 1970 sonbaharında “Ne olacak bu ülkenin hâli?” sorusu, gündemi fazlasıyla meşgul etmiştir.
Muhtıranın Arka Planındaki İç ve Dış Etkiler
1960 Darbesi sonrası oluşturulan MGK (Millî Güvenlik Kurulu), askerî otoritenin sivil otoriteyi kont- rol edeceği bir yapı ile hareket etti. Yeni seçim sistemi siyasette bölünme ve çatışmalara uygun ortam hazırladı. Muhtıra öncesinde meydana gelen kargaşa ortamına müdahalede etkisiz kalan dönemin baş- bakanı Süleyman Demirel, düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Bu olup bitenler karşısında daha basiretli bir politika izlemek, gerektiğinde devlet otoritesini kullanarak sorunlara çözüm getirmek sorumluların da düşünmedikleri şeyler değildir. Ama 1961 Anayasası, yürütme organını daha doğrusu Millet Meclisinde- ki çoğunluğu öyle güçsüz duruma getirmiştir ki sorumluların eli kolu bağlanmıştır. 1961 Anayasası icrayı güçsüz kılmış, çoklu idare düzeni getirmiştir. TBMM, Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi, TRT ve Üniversiteler gibi özerklik verilen kuruluşlar işleyişte aksaklıklara neden olmuştur.”
Türkiye’de yaşanan darbe ve muhtıralarda dış bağlantının olduğunu siyahla beyazın keskinliğinde söylemek mümkün değildir. Fakat bu elim olayların öncesi ve sonrasındaki gelişmelere bakıldığında dıştan bir müdahale olduğuna dair baskın bir kanaat oluştuğu gerçektir. 12 Mart Muhtırası öncesinde Türkiye’nin uluslararası boyutta yaşadığı; Haşhaş Sorunu, Arap-İsrail Savaşı’ndaki tavrı, Türkiye’nin kal- kınma hamlesi, Kıbrıs Meselesi, U-2 Krizi gibi sorunlar, ABD’nin Türkiye’deki hükûmete karşı eylemlere girebileceğinin ilk belirtileridir. Muhtıradan birkaç gün önce Washington Post gazetesindeki bir yazıda “…Ordu huzursuz. Demirel’in günleri sayılı…” ifadeleri kullanılmıştır.
Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Politika gazetesi muhabiri İsmail Cem’e yaptığı şu değerlendirme önemlidir: “Bakın İsmail Cem Bey, Amerika, şuna aldırmaz: Bir memlekette; demokra- tik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz. Amerika o memleketin kendisine ne ölçüde tabi olduğuna, kendi politikasına ne derecede uyduğuna bakar…12 Mart’ın arkasında CIA vardır, hem de büyük ölçüde vardır.”
Muhtıranın Gelişimi
Türkiye’de yaşanan kaos ortamından hükûmeti sorumlu tutan kuvvet komutanları, radikal sol askerî unsurların darbesini engelle- mek için kendilerine göre ehven-i şer (kötünün iyisi) olanı yaptılar. 12 Mart 1971 günü saat 13.00’te tüm Türkiye’ye ilan edilen metin ve TBMM’ye verilen muhtırayla Başbakan Süleyman Demirel ve hükûmetine yürütme görevinden el çektirildi (Görsel 4.42). Verilen muhtıra ve yapılan hükûmet değişikliği ile sorunların halledileceği sanıldı. Muhtıra sonrası kurulan Nihat Erim, Ferit Melen hükûmetleri ile 1973 genel seçimlerine kadar bir siyasi mutabakat oluşturulmaya çalışıldı fakat başarılı olunamadı. AP, CHP ve MGP gibi partilerin yanında parlamento dışından gelenler ile oluşturulan bu hükûmetler, istenen başarıyı gösteremedi. 1973 seçimleri ile gelen Milliyetçi Cephe hükûmetleri de bekleneni veremedi.
Muhtıranın Siyasi ve Sosyoekonomik Sonuçları
Çoğunluğu parti dışı isimlerden ve konularının uzmanı olarak görülen kişilerden oluşturulan tek- nokratlar hükûmeti kuruldu. Böylece toplumsal uzlaşı oluşturulmaya çalışıldı. Ancak ortamı kaotik hâle getirecek olaylar birbirini izledi. İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom, marjinal sol örgüt üyeleri tarafından kaçırılarak öldürüldü. Ardından Kızıldere Olayı, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı, Marmara Yolcu Gemisi’nin kaçırılarak yakılması gibi olayların yaşanmasından dolayı birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi. Muhtıra öncesi ülkede oluşan ortam servet sahibi Ermeni ve Rumları tedirgin etti ve yaklaşık 10 bin kişi altı yıl içinde ülkeyi terk etti. Muhtıra sonrası oluşan hava bu göçleri ciddi oranda azalttı. 1961 Anayasa- sı’nda 1971 ve 1973’te yapılan değişikliklerle Türk demokrasisi güdümlü hâle getirildi. Anayasadaki libe- ral içerik, yargı güvencesi, temel hak ve özgürlükler zayıflatılarak devlet otoritesi sağlanmaya çalışıldı. Bu durum Türkiye’de kaosun daha da büyümesine ve gençlik hareketlerinin önü alınamaz bir çatışmaya dönüşmesine neden oldu.
12 Mart 1971 Muhtırası ile 12 Eylül 1980 Darbesi arasında koalisyonlardan oluşan dokuz hükûmet kuruldu. Askerî müdahale ile başlayan dönem, diğer bir askerî müdahale ile son buldu.
12 Mart Muhtırası ile mevcut kargaşa ortamını düzeltmek amacıyla ülke yönetimine el koyanlar ba- şarısız olmuştur. Çünkü durum daha da kötüleşmiş ve anarşi artarak devam etmiştir.
12 Eylül Darbesi
12 Mart Muhtırası sonrasında yapılan seçimler hiçbir partiye tek başına iktidar olma imkânı vermedi. Bu ortam koalisyon hükûmetlerinin kurulmasına ve istikrarsızlığa neden oldu. Dünyada önemli geliş- melerin olduğu bu dönemde Türkiye siyasetteki çalkantılarla uğraşmak zorunda kaldı. Bu durum, Tür- kiye’nin dış siyasetinde ve sosyoekonomik yapısında değişimlere neden oldu. Siyasette istikrarsızlığın yaşandığı bu dönemde ekonomiyi düzeltmekten uzak olan hükûmetler, tepkileri azaltmak için popülist ekonomik politikalar uyguladı. Bu yaklaşım enflasyonun %100’lere çıkmasına neden oldu. Sonrasında uygulanan devalüasyonlar ile dolar, TL karşısında değer kazandı ve 1970-1980 arası 10 yıllık dönemde 9 TL’den 50 TL’ye yükseldi. Bu devalüasyonlarda 1973 Dünya Petrol Krizi’nin etkisi de büyüktü. Yüksek fiyat artışlarına işçi grevleri ve karaborsacılığın da eklenmesiyle ortaya çıkan kıtlık, ülkeyi darboğaza soktu. Anarşi ve terör olayları daha da arttı. Faili meçhul cinayetlerle çok sayıda siyasetçi öldürüldü. Sivas, Maraş ve Çorum olayları bu dönemde yaşanan olaylardan bazılarıdır.
Dış Gelişmeler
1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgale başlaması ve İran’da SSCB destekli bir devrim ile ülke rejimi- nin
değişmesi, ABD’yi İran ve Afganistan gibi iki önemli müttefikten yoksun bıraktı. Bu iki olayın çıkışın- dan önce o ülkelerde gerçekleşen kaos ortamına benzer olaylar, Türkiye’de de olmaya başladı. Ayrıca ASALA terör örgütünün yurt dışında Türkiye karşıtı eylemleri ve birçok Türk diplomatını şehit etmesi siyasi güvenin azalmasına neden oldu.
1960-1971-1980 dönemlerinde ABD eksenli dış politikadan uzaklaşılıp SSCB ile iyi ilişkiler kurulma- sı, ordu içerisindeki bazı grupları tedirgin etti. Darbeler sonrasında ABD ile kurulan ileri düzeydeki ilişki- ler ve yapılan ikili antlaşmalar, bu grupların ABD ekseninde kalmak istediklerini göstermekteydi. 24 Ocak Kararları’nı alan siyasi iktidara IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar ve gelişmiş devletler hiçbir şekilde destek vermedi. Bununla beraber darbe gerçekleştikten sonra bu destekler gelmeye baş- ladı. Dönemin NATO Türkiye temsilcisi Korgeneral Süreyya Yüksel’in bir toplantıda, mevcut çalkantılar sürerse askerin inisiyatifi ele alacağından bahsetmesi üzerine NATO Kuvvetler Başkomutanı’nın sözü şu olmuştur: “Bravo, işte komutan dediğin böyle olur ve istikrar böyle kurulur.” Darbe gerçekleştikten sonra ABD’li bazı üst düzey yetkililerin “Our boys have done it.” (Bizim çocuklar başardı.) ve “Müdahale etmesi gerekenlerin yaptığı girişim.” sözleri basına yansımıştır.
Darbenin Gelişimi ve Sonrası
Türkiye’de 1970’li yıllarda enflasyonun aşırı artmasıyla kalkınma hızı nüfus artışının gerisinde kaldı. Bu durum sosyal, ekonomik, politik ve kültürel alanda sorunları beraberinde getirdi. Anarşi ve terör artarak devam etti. Bunu mal kıtlığı ve karaborsa gibi olumsuzluklar takip etti. Tüm bunların neticesinde mezhep çatışmaları, ideolojik kamplaşma ve ayrışmalar yaşandı. Çeşitli grupların mahalle ve semtlerde hâkimiyet kurarak kurtarılmış bölgeler oluşturması, insanları sokağa çıkamaz hâle getirdi. Siyasi irade bu durum karşısında çözüm bulamadı. Böylece Türkiye’de bir kaos toplumu oluşturuldu. Türk Silahlı Kuvvetleri sabah saat 04.00’te ülke yönetimini Bayrak Harekâtı adı verilen darbe ile ele geçirdi. Aynı gün saat 13.00’te Kenan Evren, radyo ve televizyondan Millî Güvenlik Konseyi Başkanı sıfatıyla darbe bildirisini okudu (Görsel 4.44).
Siyasi Durum: Türk demokrasisi bir kez daha sekteye uğradı. 21 Eylül 1980’de emekli Deniz Kuvvetleri Komu- tanı Bülent Ulusu başkanlığında hükûmet kuruldu. Cum- hurbaşkanlığı görevine Kenan Evren getirildi. Yasama, yürütme ve yargı yetkileri Millî Güvenlik Konseyi tarafın- dan kullanıldı. Konsey, dönemin siyasi liderlerini tutukla- tarak Hamzakoy ve Uzunada’ya gönderdi. Mevcut siyasi partiler kapatıldı. Kurulan yeni partilerle 1983’te seçimler yapılarak meclisin işlerliği sağlandı. 15 Ağustos 1984’te PKK’lı teröristler tarafından Eruh ve Şemdinli’de yapılan saldırılarla terör olayları başladı. Bu, günümüze kadar süren terör eylemlerinin başlangıcı oldu.
1982 Anayasası yapılan referandumda %92 oranında evet oyuyla kabul edildi. Seçilmiş belediye başkanları görevlerin- den alınarak bu görevler, asker vali ve kaymakamlar tarafın- dan 1984 yılına kadar yürütüldü. Parti kurulması ve milletvekili seçilmesine MGK tarafından onaylanma şartı getirildi. 1983 demokratik seçimleri yapılmadan bir ay önce darbe yöneti- minin bazı önemli kanunları çıkarması, vesayet yönetiminin kendinden sonraki döneme de vesayet ve etki etme isteğini göstermekteydi.
Sosyoekonomik Durum: 12 Mart Muhtırası sonrasında kurulan 11 koalisyon hükûmeti de istenen başarıyı göstereme- di. 1980’lerde de etkisini sürdüren 1973 Dünya Petrol Krizi’ne Bankerler Krizi de eklendi. Sermaye piyasasını düzenleyen bir kanunun olmamasından yararlanan bankerler, 24 Ocak Kararları’nın oluşturduğu piyasa şartlarından istifade ederek halkın mevduatlarının toplanmasında bankaların önüne geçti. Bu sağlıksız ortam banka, banker ve bireylerin mali yıkıma uğramasına neden oldu. Darbe sonrasında sendikaların faaliyetleri durduruldu veya ertelendi. Toplumsal kargaşanın ve darbelerin getirdiği olumsuz ortam göçlere sebep oldu. Türkiye içerisinde huzur ortamının ve maddi imkânların üst düzey olduğu yerlere doğru bir iç göç hareketi yaşandı. Ayrıca toplu sözleşmeler ve işçi haklarında gerilemelerin yaşanmasının da etkisiyle Almanya başta olmak üzere yurt dışına da işçi göçleri yaşandı.
Türkiye tarihinde yaşanan darbe ve muhtıraların oluşum ve sonuçlarından dersler çıkarılmalıdır. Bu olaylar, iç ve dış politikada demokrasiyi geliştirmeyi taahhüt eden Türkiye’de demokratik yaşantıda kesinti- ler meydana getirmiştir. Demokrasinin üstün bir ulusal çıkar olarak içselleştirilmesi, Türkiye demokrasisinin uluslararası alanda demokrasi savunuculuğu yapan güç ve odaklara karşı da korunması gerektiğinin fark edilmesiyle mümkün olacaktır. Bu ise millî birlik ve beraberlikle olur.
Televizyon 1950’li yıllardan itibaren dünya genelinde önemli bir kitle iletişim aracı ola- rak kullanılmaya başlandı. Türkiye’de televizyon yayını ilk olarak 1952’de İstanbul Teknik Üniversite- sinde gerçekleştirildi ve haftada bir gün yayın yapıldı. Devlet kurumu olan TRT’nin ilk deneme yayını 1968’de yapıldı. 1971 Akdeniz Oyunları’nın naklen yayımlanmasıyla ilk uzun süreli canlı yayın yapılmış oldu. 1984’te renkli televizyon yayınına geçildi.
1970’lerde televizyonun hızla yaygınlaşması onu top- lumsal yaşamı etkileyen önemli bir unsur haline getirdi. Te- levizyonun toplumsal alandaki en önemli etkisi ise iletişim imkânlarını artırarak devletin kültür politikasının topluma hızlı bir şekilde ulaşmasını sağlaması ile oldu. Televizyon, öncelikle toplumun eğitilmesinde bir araç olarak görüldü. Televizyonun halkı kendi sorunlarından, dünya sorunla- rından haberdar edeceği ve devlet-halk ilişkilerini sağlam- laştıracağı düşünüldü. Özellikle köylülerin bilgi ve görgü ufuklarını artırması için televizyon alıcılarının ülkenin her köşesinde yaygınlaştırılması amaçlandı. Devlet, kendi ide- olojisine uygun olarak köy yayınları, kadın ve çocuk yayınları ile televizyonu halka yönelik eğitim aracı olarak kullandı. 1970-73 arasında yayımlanan “Okul Televizyonu”, 1976-78 arasında yayımlanan “YAY- KUR” yayınları bu amaçla hazırlanan yayınlardı.
Televizyon kısa sürede radyodan daha etkili bir kitle iletişim aracı hâline geldi. “Halk gördüğüne ina- nır.” düşüncesi televizyonun radyodan daha etkin olmasında hâkim oldu. Televizyon, Türk toplumunun eğlence hayatını, yaşam tarzını ve dünyaya bakışını etkiledi. TRT’de yayımlanan yerli ve çoğu Amerikan yapımı diziler, komşuların beraber olduğu sosyal ortamlar meydana getirdi. Bu diziler vasıtasıyla farklı dünyalar, farklı yaşam biçimleri evlere kadar girdi. Televizyon, o güne kadar gazetelerin elinde bulunan reklamcılıkta da ön plana çıktı. Reklam ögeleri televizyon aracılığıyla daha hızlı bir şekilde toplumu et- kilemeye başladı.
1970’lerde sinema sektöründe ekonomik sıkıntılar aşılmaya çalışılırken televizyonla rekabet yolları arandı. 1970’lerin ortalarında terör olaylarının artması ve yaşanan toplumsal karışıklıklar sinema, edebi- yat ve diğer sanat alanlarında politik söylemin öne çıkmasında etkili oldu. 1970’te çektiği “Umut” filmiyle çıkış yapan, 1971’deki Adana Altın Koza Şenliği’nde her üç filmi de ödül alan Yılmaz Güney, politik si- nema adına bu döneme damgasını vurdu. 1970’te Yücel Çakmaklı’nın çektiği “Birleşen Yollar” adlı film “İslamcı sinema” olarak adlandırılan akımın ilk örneği oldu. Diğer yandan, Lütfi Akad’ın 1971’de çektiği ve Orhan Gencebay’ın başrolünü oynadığı “Bir Teselli Ver” adlı film, büyük kentlerde yaşayan, siyasi ve ekonomik bunalımların etkisiyle isyan eden toplulukların kendilerini ifade etmelerinin bir yolu oldu. Böylece müzikte ortaya çıkan arabesk olgusu, sinemada da ilgi görmeye başladı.
1970’lerin edebiyatında 1971 askerî müdahalesi sonra- sı toplumdaki politikleşmenin artması, kentlere göç, çarpık kentleşme ve dış göç temel konular hâline geldi. Bu yıllara ait romanlarda köy, köylünün durumu, kentleşme, burjuva- zi, işçi sınıfı ve aydınların sorunları ele alındı. Yaşar Kemal (Görsel 4.47) “Yusufçuk Yusuf”ta, Fakir Baykurt “Köygöçü- ren”de ağalık düzeni, toprak kavgaları ve köyden kente göç olgusunu işledi. Dönemin bunalımlı yapısı, po litik çatışma- ları, sınıf kavgaları ve işçi hareketleri Erdal Öz’ün “Yaralı- sın”, Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Ge cesi”, Samim Koca- göz’ün “Tartışma”, Füruzan’ın “47’liler” vb. romanlarında ele alındı. Bu romanlar, 12 Mart romanları olarak değerlendirildi. Ayrıca, Batı’nın değerleriyle yetişmiş aydınların iç çatışmala- rını, sistemle olan ilişkilerini irdeleyen, burjuva yaşam tarzını alaycı bir dille ele alan romanlar da gündeme geldi. Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunlar”, Çetin Altan’ın “Bir Avuç Gökyüzü” kitapları bu anlayışta yazılmış romanlardı.
1970’li yılların müziğinde dönemin ruhuna uygun çok seslilik hâkimdi. Bu dönemde Anadolu rock ve Anadolu pop yapmak ve dinlemek moda hâline geldi. Cem Karaca Anadolu rockın öncüleri arasında yer aldı, Erkin Koray ve Fikret Kızılok da ön plana çıkan isimler oldu. Barış Manço’nun (Görsel 4.48) yaygınlaştırdığı ve Anadolu folkloru, yerel deyiş ve atasözlerinden beslenen müzik türü; Moğollar, Üç Hürel ve Modern Folk Üçlüsü gibi gruplarca da benimsendi. 1975’te Eurovizyon Şarkı Yarışması’na ilk kez katılan Türkiye, Semiha Yankı ile temsil edildi. Popüler müzikte Erol Büyükburç, Füsun Önal, İlhan İrem, Nilüfer, Yeliz, Sezen Aksu gibi isimler öne çıktı.
Hayat pahalılığından bunalmış, köyden kente göç etmiş, kente uyum sağlayamamış yoksul kitleler arabesk müziğin önemli temsilcilerinden Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur’un şarkılarını dinledi. Bu dönemde halk müziği de ilgi görmekte, Aşık İhsani, Aşık Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş gibi halk müziği sanatçıları kitleler- ce tanınmakta ve takip edilmekteydi. Ayrıca Selda Bağcan, Edip Akbayram gibi isimler de ülke gerçeğini dile getiren şarkılarıyla benimsenmişti.